Türkiye’nin Doğu Akdeniz stratejisi: Diplomasi zaferi

Son yıllarda deniz alanlarındaki enerji kaynaklarının keşfi, Rusya’nın Suriye Savaşı nedeniyle bölgede kalıcı bir güç hâline gelmesi, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi ile ilerleyen süreçlerde ticâretini bu bölgedeki güzergâhlar üzerinden gerçekleştirecek olması gibi etkenlerden dolayı, Doğu Akdeniz’in güvenliği, bölgesel ve uluslararası aktörler açısından önem arz etmektedir.

TÜRKİYE ile Libya arasında imzalanan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası”, uluslararası gündemi ve aktörleri harekete geçiren önemli bir diplomatik gelişme olarak 2019 yılının bu son aylarına damga vurdu.

Anlaşmanın Türkiye, Libya ve uluslararası aktörler açısından neler içerdiğini ve ne gibi sonuçları olduğunu değerlendirmeden önce, tarihsel süreç içerisinde Doğu Akdeniz’in önemini ve beraberindeki sorunları analiz etmek gerekmektedir.

Doğu Akdeniz; Türkiye’den başlayarak Suriye, Filistin, İsrail, Lübnan, Mısır, Libya, Slovenya, İtalya, Tunus, Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan’ı kapsayan geniş bir alanla çevrili stratejik bir bölgedir. Tarih boyunca jeopolitik önemini sürdüren Doğu Akdeniz, enerji kaynaklarına duyulan ihtiyacın artması ile birlikte uluslararası aktörlerin dikkatini çeken bir bölge konumuna gelmiştir. Jeopolitik bağlamda bölgenin doğusu “üç kıta arasında bağlantı” konumunda olduğundan, ulaşım, enerji ve ticaret aktarımının merkezi niteliğindedir.

Doğu Akdeniz; deniz taşımacılığı, ticareti ve denizcilik faaliyetleri açısından önemli bir bölge olmakla birlikte, birçok medeniyete ev sahipliği yapmış jeopolitik ve jeostratejik açıdan kilit bir bölgedir. Bununla birlikte dünya enerji rezervlerinin büyük çoğunluğunu bünyesinde bulunduran Orta Doğu ve Uzak Doğu ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Süveyş Kanalı’nın bu coğrafyada yer alması da önem arz etmektedir.

Doğu Akdeniz’in sahip olduğu bu jeopolitik konumu, tarihsel sorunları da beraberinde getirmektedir. Bu sorunların başında hidrokarbon yataklarının bölgede bulunmasından kaynaklı olarak, Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasında yaşanan kriz gelmektedir. Söz konusu bu soruna bölgesel devletlerin ve uluslararası aktörlerin de müdâhil olması ile beraber, sorun uluslararası nitelik kazanmıştır. Bu bağlamda Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, petrol ve doğalgaz aramasına engel olmak için Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası hukuka aykırı olarak Münhasır Ekonomik Bölgeler ilân etmişlerdir.

Enerji kaynaklarının Avrupa ülkelerine ihraç edilmesinde Türkiye tarafını saf dışı bırakarak Yunanistan, GKRY, Mısır ve İsrail, bölgesel nitelikte enerji ittifakı kurmuşlardır. Bununla birlikte Türkiye’nin bölgede etkin olmasını engellemek amacıyla oluşturulan ticârî ittifak, zamanla siyâsî nitelikli bir ortaklığa dönüşerek İngiltere, ABD, Fransa ve İtalya’ya ait donanmalar, âmiyâne bir tâbirle bölgeyi işgal etmişlerdir. Dolayısıyla bölgede enerji rezervlerine sahip olan ülkeler ve bölge aktörleri arasında Münhasır Ekonomik Bölge anlaşmalarından kaynaklanan uluslararası bir kriz ortaya çıkmıştır.

Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde düzenlenmiş olan Münhasır Ekonomik Bölge, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hattan itibaren kıyı devlete, deniz miline kadar deniz yatağı üzerindeki sularda, deniz yataklarında ve bunların toprak altındaki alanlarında birtakım hak ve yetkiler tanıyan deniz alanına denilmektedir. Doğu Akdeniz bölgesi bağlamında ise karşılıklı olarak devletlerin kıyılarının uzunluğu 400 deniz milinden kısa olduğundan, devletlerin Münhasır Ekonomik Bölge olarak sınırlarının belirlenmesi için ancak karşılıklı anlaşmaları gerekmektedir.

Bu bağlamda Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, KKTC’yi yok sayarak Kıbrıs Cumhuriyeti adına Mısır, Lübnan ve İsrail ile anlaşma imzalamıştır. Başka bir deyişle Rum Kesimi, hidrokarbon kaynaklarından Türklerden bağımsız olarak faydalanmak istemektedir. Türkiye ise bölgede hakkı olduğundan bu duruma karşı çıkmış ve İtalyanlara ait geminin sondaj arama çalışmalarını engelleyerek kendi gemilerimizle KKTC sahalarında sondaj arama çalışmaları gerçekleştirmeye başlamıştır.

Türkiye, Yunanistan ile Rum Yönetimi tarafından ilân edilen Münhasır Ekonomik Bölge’yi tanımamakta, kıta sahanlığını ihlâl eden hidrokarbon faaliyetlerine karşı durmakta ve bu girişimi kendi kıta sahanlığına bir saldırı olarak gördüğünden savaş sebebi olarak saymaktadır.

Daha evvel ekonomik amaçlı olarak oluşturulan ittifak genişletilmiş ve Doğu Akdeniz Gaz Forumu oluşturulmuştur. Bu forumun dışında kalan ülkeler ise Türkiye, Libya, KKTC ve Lübnan olmuştur. Dolayısıyla Doğu Akdeniz’de ikinci bir ittifakın oluşumu kaçınılmaz hâle gelmiştir. Anlaşma, Doğu Akdeniz Gaz Forumu ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de yalnızlaştırılması politikalarına karşı siyâsî, hukukî ve diplomatik açılardan verilmiş bölgesel ve uluslararası aktörleri rahatsız eden güçlü bir yanıttır. Anlaşma, Doğu Akdeniz’deki sorunların tamamını çözmüyor olsa da Türkiye açısından önemli bir kazanım olarak değerlendirilmelidir.

Türkiye’nin bu mutabakat ile amacı, bölgede yeni bir kaos oluşturmaktan ziyâde, bölge ülkelerin Doğu Akdeniz’deki kaynakları eşit bir şekilde paylaşabilecekleri diplomasi sürecini başlatmaktır.

Sonuç olarak, son yıllarda deniz alanlarındaki enerji kaynaklarının keşfi, Rusya’nın Suriye Savaşı nedeniyle bölgede kalıcı bir güç hâline gelmesi, Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi ile ilerleyen süreçlerde ticâretini bu bölgedeki güzergâhlar üzerinden gerçekleştirecek olması gibi etkenlerden dolayı, Doğu Akdeniz’in güvenliği, bölgesel ve uluslararası aktörler açısından önem arz etmektedir.