Türkiye’nin Çözüm Ajandası (6): Üretimi ve işlenişiyle enerji ve tabiî kaynak meselemiz

Bugün Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meselesinden tutun da Mavi Akım ve TANAP gibi projeleri sağlıklı bir süreçle işleten Türkiye, geçmişte Nabucco gibi projelerle de problemli dahi olsa engin tecrübelere sahiptir. Ve artık Türkiye, sahada da, masada da kaybetmemek üzere Mîsak-ı Millî’sini tazelemiştir.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimizin altıncı dosyasına bugün yer veriyoruz.

Enerji ve tabiî kaynak, ülkemizde doğru tarif eksenine girememiş iki faktör olarak kabul edilebilir. Bu anlamda elde edilmesi, çıkarılması, üretimi, işlenmesi, pazara sürülmesi, ihraç edilmesi ve de ithal edilmesi hususunda çok ciddî süreçleri kapsayan enerjinin yanı sıra tabiî kaynağın elde edilmesi ve madenlerden barajlara değin işlemeden ihraca bütün sorunları, doğrudan millî politikalar zemininde devletimizin âlî menfaatleri göz önünde tutularak değerlendirilmelidir.

Bugün Kıbrıs ve Doğu Akdeniz meselesinden tutun da Mavi Akım ve TANAP gibi projeleri sağlıklı bir süreçle işleten Türkiye, geçmişte Nabucco gibi projelerle de problemli dahi olsa engin tecrübelere sahiptir. Ve artık Türkiye, sahada da, masada da kaybetmemek üzere Mîsak-ı Millî’sini tazelemiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, çok derin plân ve program dâhilinde kimsenin akıl erdiremediği ve görünce yedi düvelin çıldırdığı bir enerji politikası yürütüyor. Bu sebeple, enerji ve tabiî kaynak meselesine daha çok “tabiî kaynak ve yenilenebilir enerji üretimi” üzerinden baktığımız çalışmamıza ilişkin tespit ve tavsiyelerimize geçelim dilerseniz…

***

Tespitler

Su üzerine yapılan hatâlar

Su, yeryüzündeki en asil tabiî kaynaktır. Ancak ülkemizde herhangi bir basit maddeden daha basit algılanmaktadır.

Geçmiş bir dönemde tarım ve gıda ile ilgilenen bakanlığımızdan devralınan “su” başlığı, orman ile ilgilenen bakanlığımıza aktarılmış ve gizliyken göz önüne çıkarılmıştı. Ancak onun göz önüne çıkarılması, bu kez de yanlış orman politikalarına yem edildi.

Su, baraj yapılıp biriktirilerek enerjiye dönüştürülecek ve içme/temizlenme aracı olarak satılacak bir kaynak olmasının yanında, doğrudan en aslî tabiî kaynak olması sebebiyle yeryüzünün en ciddî varlık kozudur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, akıl bağlamında bu kozu işletirken fazlasıyla sinsi anlaşmalarla bağlanmıştır ve alternatif politika noktasında kısır kalmıştır.

Su baskınları ve su taşkınları, suyun öngörülemez durgunluğu ve öngörülemez şiddetine karşı inşâ edilen dere kenarı imarından kaynaklanmaktadır.

Yeraltı suyunun bilinçsiz çıkarılması ve bilinçsiz tüketimi, toprağı zayıflattığı gibi mineral anlamda gıda yetersizliğine ve bu yetersiz gıdayı tüketen canlının (insan, hayvan) enerji yetersizliğine nedendir.

Petrol algısı

Ülkemizdeki petrol kaynağının zenginliği inancı daima var olmuştur. Bütün anlamda AK Parti iktidarı döneminde de maalesef bu inanç yerini korumaktadır. Bu yanlış zan, başlı başına bir sorundur. “Petrol zenginiyiz ama çıkarttırmıyorlar” söylemi, başlı başına bağımsızlığımıza hakarettir. Zira bugünkü Libya ve Doğu Akdeniz hamlesi, ne denli bağımsız olduğumuzun ilk göstergelerindendir.

Madenler ve yenilenebilir enerji sorunu

Türkiye çok sayıda madene sahip bir ülkedir, ancak herhangi bir madeni birden çok ürüne dönüştürecek tesisimiz bulunmamaktadır.

Türkiye’de taş, sadece inşaat, takı ve tespih malzemesi olarak kullanılmaktadır. Bu durum, ilmin peşinden ne denli gidilmediğini ise son derece basit bir eşikte ispatlamaktadır.

Ülkemizde dağ, yanardağ ve fay hat düzeneği üzerine yapılan çalışmalar yeterli değildir.

Medya, bütün hızıyla nükleer enerjinin kısmî kıyametlere yol açacağı zannını halkımıza aşılamaya devam etmektedir. Sorun, nükleer tesislerin hangi tedbirlerle donatıldığını öğretmenin yanında, hangi enerji kaynaklarıyla çalışılacağının ve hangi derecede temiz enerji sağlanacağının izah edilmemesidir.

Güneş ve dalga enerjisi tesislerinin sadece kıyı şeridi bölgelere, hattâ sıcak iklim sahalarına yerleştirilebileceği zannı hâkimdir. Bu zannın sürdürülmesi, ülkemizdeki bu iki enerjinin sadece kısırlığını arttıracaktır.

Rüzgâr enerjisi, sadece iklim merkezli bir konu değildir. Ancak bu enerjinin ülkemizdeki en büyük problemi, yetersiz ağaç programıdır. 11 Milyon Ağaç Projesi, bu konuda yapılan ciddî bir hamledir, ancak yeterliliği açısından tartışılmalıdır.

Tavsiyeler

Suyu daha etkin bir koz ve enerji kaynağı olarak kullanmak noktasında hidroelektrik santral düzeneğinde kısmen esnekliğe gidilerek rüzgâr ve güneş santralleri tercih edilebilir ve özellikle mâliyet bakımından yeni hidroelektrik santrallerden kaçınılabilir.

Dağlardan elde edilen su kaynakları için dağlara değil, düzlüklere suyolları açılabilir; var olan suyollarına kurulu yerleşim alanları ve tesisler müsait alanlara taşınabilir.

Dış politikada su merkezli koz etkisi ortaya konulabilir, suya karşılık ödünler istenerek tavizsiz şekilde ısrar edilebilir. Su politikamız, karşı ülkeyi bağımlı ve hattâ minnettar hâle getirebilir. (Bu hâle getirecektir.)

Yeraltı suyunu çekme işlemlerinde sondaj sınırlaması getirilmeli, bu sınıra uymayan kimse/kuruluş, doğrudan hapis ve buna ilâve olarak para cezalarıyla yaptırıma muhatap bırakılmalıdır.

Yeraltı suyunu çekme işlemi öncesinde yetkili kamu kurumunca toprak tomografisi çekilmeli, toprak ve suda mineral ve de varlık gözlemi yapılmalı, standart altında kalan durumlarda çekme işlemine onay verilmemelidir. Bu noktada rüşvet ve hile yoluna başvuranlara “Toprağa İhanet” başlığı altında yaptırım uygulanmalı, toprağı 1 ilâ 5 yıl arasında mühürlenerek şahsen engellenmeli, ekme işlemi devlet tarafından gerçekleştirilerek mahsul doğrudan halka arz edilmelidir.

Kıbrıs’ta yapılan petrol hamlesi, harika bir ataktır! Buna ilâve olarak Türkiye’nin neden Kıbrıs’ta olduğu, sadece toprak mücadelesi çerçevesinde değil, ayrıca enerji bahsiyle izah edilmeli, forumlar düzenlenmeli ve ayrıca Türkiye’deki petrol varlığının mâliyetler dengesinde yetersiz kaldığı anlatılarak, “Aslında petrol zenginiyiz ama çıkarttırmıyorlar” algısı bozulmalıdır.

Maden işleme tesislerine teşvikler getirilebilir ve böylece hammaddeden ürüne çevirme hususu bir program hâlini alabilir. Hammadde ülkede tutularak yarı ve tam mamulün ihracatı adına kamu iktisadî teşebbüsleri kurulabilir.

Günümüzde akik taşının bile negatif enerjiyi emdiği düşüncesiyle satışı patlama yaşıyorken, ülkemizde de kaynağı oldukça fazla olan söz konusu tür taşların özleriyle bilimsel araştırmalar yapılmalı, özlerden elde edilen enerji ile kendi enerjisini üreten cihazlar ve hattâ kendi enerjisini üreten model evler inşâ edilmelidir. Bunun yanında negatif enerjiyi emen ve bunu pozitife çeviren klima tipi duvarlar yaparak insanlığı plâstikten kurtarıp nefes alan konut ve tesisler kurulabilir.

Kur’ân’da madem “yeryüzünün sağlamlığı için yerleştirilen kazıklar” olarak anılıyor, öyleyse dağların oyulması ve hattâ hidroelektrik santraller kurulması en aza indirilerek, ulaşım ve sair ihtiyaçlar dahi başka alternatif yöntemlerle gerçekleştirilebilir. Bu noktada hava ulaşımı, ülkemizde fazlasıyla yeterlidir. Gelecek yüzyılın buna hazırlanmasıyla birlikte oyulan dağların mâliyet dengesinde zararımıza yol açılmasından da böylelikle kurtulabiliriz.

Dağlardaki toprak ve taş kaynağının konut ihtiyacı düşüncesiyle taşınması engellenebilir. Dikine mimariden kaçınılması gerektiği vazedilen bu yüzyılda deniz ve dağ kumunun nakliyesinin iklimsel ve jeolojik zarara sebep olduğu vurgulanabilir. Ayrıca dağın her zaman bir su kaynağı olduğu gerçeği unutulmadan, maden arama işletmeleri öncelikle dağlara değil, toprağa yönlendirilebilir.

Türkiye’deki yanardağ hareketlenmelerine ilişkin gecikmeksizin tomografik çalışmalar başlatılmalı ve geleceğe dönük olarak, herhangi bir patlama sonrası yaşanacak alternatif ihtimâller sıralanarak tedbirleri alınmalıdır. Ayrıca yanardağ patlamasına ilişkin enerjinin depolanabilir olup olmadığı da araştırılmalıdır.

Fay hatlarına ilişkin sadece jeolojik ve metalurjik araştırmalar değil, kozmik ve astrolojik araştırmalar da arttırılmalı, deprem enerjisinin depolanabilir enerji olup olmadığı incelenmelidir.

Nükleer enerji, “Falanca ülkeler kullanıyor da biz mi kullanınca kötü oluyor?” polemiğinden ayrılarak anlatılmalıdır. Bu anlamda halkın karşılaşacağı düşük fatura maliyetlerine değinmek bile çok daha sade ve yüksek düzeyde etkili olacaktır.

Yeryüzü, milyarlarca yıllık tarihi boyunca binlerce kez dönüşüm yaşamıştır ve günümüzde yaşanan toprak ve iklim değişiklikleri de bu minvâldedir. Tabiî konjonktüre ayak uydurmak ve tabiata aykırı alternatifler geliştirmemek, Hazreti Yûsuf gibi davranmaktır. Açıktır ki, sadece kıyı şeridimiz değil, tüm ülkemiz güneş almaktadır ve güneş enerjisi, depolanabilir bir enerjidir. Güneş panelleri tüm yurtta çoğaltılmalı, kıyı şeridinde ise dalga panelleri teşviki yapılmalıdır.

Rüzgâr, aşılayıcı bir rahmettir. Rüzgârın varlığı için öncelikli unsur ağaçtır. Ağaç dikimi, sadece toprak sağlamlığı için değil, rüzgârdan da daha çok faydalanmak için şarttır ve arttırılmalıdır. Muhtaç olduğumuz oksijen de rüzgârla gelecek, toprağımız ve tarım ürünlerimiz böylece aşılanacaktır.