Türkiye’nin Çözüm Ajandası (2): Aile, çalışma ve sosyal hizmetlere yeniden bakış

Çocukluktan ihtiyarlığa insan, yetişip büyüdüğü ailesine, çevresine ve memleketine her şekilde hizmet ediyor ve bir süreç sonrasında bu hizmet, karşılıklı olarak kendisine dönüyor. Bunu düzenlemek, biricik devlet mekanizmasına düşüyor.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimize devam ediyoruz.

2017 yılında ilk Cumhurbaşkanlığı Kabinesi açıklandığında Aile, Sosyal Hizmetler ve Çalışma başlıklarının birleştirildiği bir bakanlık olarak Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ilân edildiğine şâhit olduk. Bakanlıkların birleştirilmesi ilk etap da eleştirilse de, bu başlığın geniş perspektifte isabetli bir tavır olduğu da düşünüldü. Zira bir aile kurmak adına bir dâmat adayının, ailesiyle birlikte bir gelin adayına Allah’ın emri ve Peygamber’in kavliyle talip olmaya gittiği ziyaret sırasında işittiği “Oğlumuzun işi nedir?” sorusu geldi akıllara.

Çocukluktan ihtiyarlığa insan, yetişip büyüdüğü ailesine, çevresine ve memleketine her şekilde hizmet ediyor ve bir süreç sonrasında bu hizmet, karşılıklı olarak kendisine dönüyor. Bunu düzenlemek, biricik devlet mekanizmasına düşüyor.

Bu minvâlde yapılan problem tespitleri ve bu tespitlere yönelik tavsiyeleri, yaptığımız çalışmada derledik…

***

Tespitler

Aile ve çalışma meselesi

Öncesinde “kadın ve aile” başlığı üzerinden yerleşen algı sebebiyle tekdüze düşünülen sistem, ülkemizde aile kurumunu fazlasıyla zedelemiştir.

İlk AK Parti iktidarı dönemlerinde kullanılan “aile ve sosyal politikalar” başlığı altında yapılan çalışmalar, toplumu yönlendiren etkilere tepki gösterememiştir.

Dinini sadece kulaktan duyma olarak öğrenmiş gençler, bu boşlukta içlerindeki duyguyu bastırmak için farklı yollara başvurmaya başlamaktadır.

“Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı” ismi, ciddî bir isabet tutturmuştur. Ancak içerik düzenlemesinde marifetsiz kalan bürokrasi, ismi tartıştırmıştır. “Aile ne alâka, çalışma ne alâka?” şeklindeki kaba soruya, “Aile kurmak üzere kız istemeye giden erkeğe, ‘Oğlumuz nerede çalışıyor, işi sigortalı mı?’ diye sormazlar mı?” şeklinde verilecek cevap dahi kâfiyken, içini dolduramama sorunundan ötürü konuya bir izah getirilememiştir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın “üç çocuk” gibi tavsiyelerine rağmen yürütülen çalışma vizyonu, toplumun bu tavsiyeye aykırı hareket etmesine sebep olmaktadır. 

Zira günün 13 ilâ 17 saati çalışan, hafta izinleri ellerinden alınan vatandaşlarımız vardır. Bu insanların evlenmelerine, evli iseler çocuk sahibi olmalarına âdeta izin verilmezken, hamile kalanlara ise mobbing dahi uygulanmaktadır. Bu işleyişe sessiz kalınmaktadır. 

Özel sektör işçilerinin özlük haklarının olmaması veya kamu personeli olsa bile bu hakkını kullanamaması, özel hayatları için kayıt dışı çalıştırılmalarından ötürü zaman bulamamaları ve kurumların birbirleri arasındaki iş günü ve çalışma saatleri uyumsuzluğu sorunu mevcûttur.

Eşit ya da yakın oran ile maaş artışı ise toplumda “hak” olarak yorumlanmamaktadır. Asgarî ücretli çalışan kişi enflasyon dolayısıyla geçim derdinde, yüksek ücret alan ise enflasyon sebebiyle azalan tasarrufunu ikâme etme derdindedir. Yüksek gelirlinin tasarrufu enflasyon dolayısıyla arttırılan faizlerle korunmakta ve yüksek geliri sebebiyle elde ettiği serveti de değerlenmektedir. 2 bin TL alan bir çalışana yüzde 10’luk bir zam 200 TL’lik katkı sunarken, 10 bin TL maaş alan bir çalışana bin TL katkı sunmaktadır. Enflasyon sepetindeki ürünlerse herkes için aynıdır. Bu nedenle gelir adaletsizliği daha da artmakta, hem de enflasyonun baskısını sadece düşük gelirli aileler yaşamaktadır.

Kamu personeli sınavları sonrası merkezî alımların kontenjan sayısının arttırılması ve bu kontenjanların da açıktan alımlardan kısılarak telâfi edilmesi, hemen hemen bütün gençler tarafından arzu edilen bir durumdur. Merkezî alımların zayıflatılması, çalışmak isteyen ama “referansı” bulunmayan ya da işe kendi niteliğiyle girmek isteyen insanları umutsuzluğa sevk etmektedir.  

Günümüz konjonktürü, kadınlara eğitim vermeden, siyâsî alanda gereğinden fazla yer açarak evlerinden uzaklaştırmış ve farklı arayışların da kucağına atmıştır.

Zinanın suç kapsamından çıkarılmasından sonra ortaya çıkan alenî zina furyasının, eşcinselliğin veya aşırı açıklığın “yaşam tarzının dokunulmazlığı” adı altında yasal korumaya alınmış olması ve bunun görsel medyada alabildiğince sömürülerek toplumun, özellikle mütedeyyin kitlenin ahlâkî hassasiyetinin rencide edilmesi, toplum güvenini sarsmıştır. RTÜK’ün yoğun başvurulara rağmen bu konuda görevini lâyıkıyla yapmadığı düşünülmekte, bunun faturası da AK Parti iktidarına kesilmektedir. 

Kadınlara yönelik pozitif ayırımcılığa yönelik söylem ve uygulamalar, kadın üstünlüğü, hattâ feminizme dönüşmüş, bu konudaki tepkiler göz ardı edilmiştir.

KADEM, fazlasıyla tartışmalı bir STK hâlini almıştır. Bu kuruluşun içtimaî ve dinî referanslara dayanmaksızın kadın politikası kurgulamayı hedeflediği yönünde yüksek bir algı vardır.

İstanbul Sözleşmesi, kadına şiddetin önlenmesinde hukuken bağlayıcı, kadına karşı işlenen suçu devlete işlenmiş kabul eden ve cinsiyeti merkeze alan ilk uluslararası sözleşmedir. Bundan böyle mevzuatın toplumsal cinsiyet eşitliğine göre düzenlenmesi gerekmektedir. Sözleşmeye eklenen “Kadının beyânı yeterli kabul edilecektir” maddesi, işin vahâmetini gözler önüne sermektedir. Sözleşme, tamamen Batı zihniyeti bir projedir ve asıl hedef, toplumsal cinsiyet eşitliği maskesi altında aileyi yıpratarak toplumu aşağı çekmektedir.

Çekirdek ailenin en önemli parametrelerinden biri olan “genç” kuşağın hâne içindeki yalnızlığını gideren ve zincirlerini kırmasına yardımcı olan sosyal medya tutkusu, arkadaş tercihlerindeki yanlışlıklar ve inancında beliren zayıflıklar, onu daha büyük bir girdabın, hattâ uyuşturucu belâsının içine sokmuştur.

Ülkemizde Batı’yla doğru orantıda artan LGBT hakları savunuculuğu, tamamıyla İslâm’ı hedef alan ve kültürümüzü zedeleyen uygulamalardır. Eşcinselliği literatürdeki hastalık tanımından çıkarıp soyutlayarak bunun insan hakları bağlamında tartışılıyor olması, akademiden çok fazla çalışmaya konu olması ve çok sayıda STK’nın bu uygulamalara destek vermesi, cinsiyetsizleştirme girişimlerinin ne düzeyde olduğu konusunda ipucu veren detaylardır. LGBT, şimdilerde gündemde en çok konuşulan, üzerine pek çok tartışmanın yapıldığı, özgürlük, hürriyet ve bireyselleşme başlıkları altında tartışılan bir konu hâline gelmiştir.

Artık genel kabul gören bir söyleyişle “homofobi” ve “transfobi”, toplumda bir an önce yok edilmesi gereken önyargılar olarak görülmekte, cinsî kimliğini kendisi oluşturmuş insanlara birer kahraman gözüyle bakılmaktadır. Özelde gençlerin, insan hakları savunucularının, aktivistlerin ve akademisyenlerin, genelde ise tüm toplumun saygınlığını, “cinsî kimliğini inşâ etme” çabasında olan bireyler kazanmaktadır. Bu durum, mânevî bir çöküşün habercisi olmanın yanında, ailenin giderek çöktüğü varsayımını da kuvvetlendirmektedir.

Emeklilik meselesi

Kurumlar birleştirildiği hâlde bazı emekliler, mîras yoluyla eş-ebeveyn maaşının bir kısmını alabilmekte iken, bir kısmı aynı kurum olduğu gerekçesiyle alamamaktadır. Oysa Bağ-Kur, SSK ve Emekli Sandığı, SGK çatısında birleştirilmiştir. Farklı uygulamaların yapılması, adalete olan inancı zedelemektedir.

Küçük esnafın kriz dönemlerinde iflâs nedeniyle kapatma işlemlerini tamamlayamaması, onca yıl vergi ödemesine rağmen borç oluşmasına neden olmaktadır.

Tavsiyeler

Çalışmaya dair öneriler

Ekmek veren ele ihanet edilmez. AK Partili olup da özellikle kaybedilmiş belediyelerde kripto gibi yaşayan gençler, geleceklerinin başka otoritelerin eline geçmesinden endişe duymaktadırlar. Bu endişeyi gidermek, özellikle Başkan Erdoğan’ın bu personelleri kucaklaması ile mümkündür. Bu hamle, nesiller boyu bir bağlılık oluşturacaktır. 

Özellikle kayıt dışı uzun çalışma süreleri, işçileri artık onların da itiraz etmedikleri, hattâ benimsedikleri bir anlayışa sokmuştur. Bir iş gününün yarısından daha uzun çalışan, işini tam ölçekte yapamayan, yorgun, bıkkın, ama uzun süre çalışmaktan rahatsız olmayan insanlar ıslah edilmelidir. Bu kesim millî gelire, millî kültüre zarardır. Her şeyden önce bizi sahillerimizden sürgün eden kara düzenin itiraz etmeyen zavallıları hâline getirilmiş insanımızın sendikal haklar ve Azalan Verimler Kanunu gerçeğinden haberdar olması ve kolayca hakkını araması mümkün kılınmalıdır.

Kamu personeli çalışma prensibinde personel iki bölüme ayrılabilir: Bir bölümü haftanın tek sayılı günleri çalışırken, diğer bölümü ise çift sayılı günleri çalışabilir. Böylece her çalışan o ay içinde, bir haftada mevcut olan günlerin hepsinde çalışmış ve hepsinde çalışmamış olabilir. Bunun yanında tüm kamu kurumları Cumartesi ve Pazar günleri de açık olabilir. Sözünü ettiğimiz personel çalıştırma prensibiyle çalışan, dinlenmekten de mahrum kalmaz. Tapu, nüfus, hastane ve sair her kamu kurumu için bu sistem geçerli olabilir. Böylece tüm kurumlardaki iş yoğunluğu haftanın bütün günlerine homojen dağılacağı gibi, trafik yoğunluğu da haftanın günlerine daha dengeli dağılacak ve iç ticaret canlanacaktır. 

Kamu kurumlardaki atıl personellerin daha verimli kullanılmasına yönelik bir düzenleme yapılması, daha az maliyetli bir çalışma sistemi ile uygulanabilir. 

Kolaylaştırıcı mevzuatlar düzenlenmeli ve çalışanlar bu hususlarda özgürleştirilmelilerdir. Üstler/patronlar, astlarını ve işçilerini bu düzene uydurmaya zorlanmalıdır. Çalışanlar, kanunlarda belirtilen çalışma saatleri dışına çıkmadan çalışmak ve her çalışana tanınan izin sürelerini kullanmak için üstlerini/patronlarını ikna etmek zorunda bırakılmamalıdırlar. Özellikle özel sektörde personelini uzun süreli çalıştıran işletmeler de bu haksız uygulamalardan men edilmelidirler. 

Maaş artışlarının yüksek gelirli olanlardan başlayarak tabana doğru “artan oranlı” olması elzemdir. Artan oranlı dahi olsa yine yüksek gelirli çalışan, gelir çarpanı büyük olduğu için daha fazla zam alacaktır; ancak en azından düşük gelirli ile yüksek gelirli arasında büyüyen uçurumun büyüme hızı böylece düşebilir.

Aileye dair öneriler 

Anneler vatana ve millete hayırlı evlâtlar yetiştirmenin tadına varmalıdırlar. Bunun için iyi bir eğitim almaları şarttır. Bunun tarihteki en önemli örneği, “Bacıyan”dır. Söz konusu eğitim içeriğinde temel matematik, Türkçe, ahlâk bilgisi, görgü kuralları, vatan sevgisi ve vatandaşlık bilgisi, pedagoji, cinsellik-ergenlik, gıda ve oyun bilgisi yer alabilir.

Artık “siyasetçi kadın” veya “çalışan kadın” profilinden “anne” profiline geçerek çocuklarımıza odaklanmalıyız. Bir nesil daha kaybolmamalı. Kadın üzerine yoğunlaşıp, onları sosyal alandan ziyâde çocuk yetiştirmeye yönlendirmeliyiz.

Komşuluk sistemi güncellenmeli, bahçeli ev mimarisi geliştirilmeli, kadın temalı STK’lar ev faaliyetlerine yoğunlaşmalı, kadın sadece evden çıkartılmadığı gibi sadece eve de hapsedilmemelidir. Bunun orta yolu vardır ve bu yol, annelik ve komşuluk ilişkilerinden geçmektedir.

Evlenme ve boşanma hususunda İslâm esasları merkeze alınmalıdır. Kudüs ve Osmanlı örnekleri gösterir ki, gayr-i Müslimler dahi bu hususta en çok İslâm hukukuna sığınmışlardır.

Aileyle birlikte yapılan etkinlikler ucuzlamalı ve uygulama olarak teşvik edilmelidir. Tüm aile fertlerinin birlikte seyahat etmeleri veya kültürel faaliyetler yapmaları durumunda indirim, özel alan gibi teşvikler getirilmelidir.

Süresiz nafaka konusundaki mağdur kesimin (boşanan erkek ve/veya yeni ailesi) beklentileri karşılanmalı, istismarcılar tespit edilerek yaptırıma tâbi tutulmalıdır. Evlilik süresi başta olmak üzere belirli kriterlere bağlı olarak süreli bir nafaka sistemi getirilmelidir.

Küçük yaştaki evlilikler nedeniyle haklarında dâvâ açılan ve yıllar sonra hapis cezası ile karşılaşan ailelerin dramları sonuçlandırılmalı, evliliğin devam eden aileler yönünden ceza dâvâları ortadan kaldırılmalıdır.

Kadınları şiddete karşı korumak adına yapılan düzenlemelerin erkekleri mağdur eden ve haksız uygulamalara dönüşen yanları engellenmeli, kadınları şiddetten korumak ve hayatlarına devamlarını sağlamak için çözüm üretilebilir ve bu noktada erkeği kısıtlamak, çözüm olmaktan çıkarılabilir.

Zina yeniden suç kapsamına alınabilir. Zina ve eşcinselliği özendirici söz ve eylemler cezalandırılabilir, RTÜK’ün bu mânâda etkinliği arttırılabilir.

Kadının polisiye tedbirlerle korunamadığını, uzaklaştırma kararı alan eşleri yahut sevgilileri tarafından katledildiğine dair sayısız haberden anlamaktayız. Kadını koruyacak olan, Allah’ın emirleri doğrultusunda, Kur’ân ahlâkıyla hareket eden ve onu bir emanet olarak gören nesillerin yetişmesiyle mümkündür.

Ailelerin temel yapısı güçlendirilmeli, bilinçlendirme faaliyetleri her şehre ve en uzak noktalara kadar götürülmelidir. Örneğin İstanbul’da yaşayan her bireyin rahatlıkla ulaşabildiği seminer, program, kurs ve birçok faaliyetin Türkiye genelinde yaygınlaşması ve nitelikli insanlar tarafından toplumun bilinçli bir şekilde öğrenimine devam etmesi sağlanabilir.

Eğitimde gelişme ve ilerleme için öğrencilerin aile içi desteğe ihtiyacı vardır. Bu nedenle annelere eğitim desteği sağlanabilir ve bu amaca yönelik seminerler ve sempozyumlar düzenlenebilir.

Emeklilik ve ücret konusuna dair öneriler

Ücretliler arasındaki maaş dağılımı, âdil ve beşerî vicdanı rahatlatacak kıvamda olmalıdır. Gündemde tutulan ve fitneye sebep olan 3600 Ek Gösterge problemi ortadan kaldırılabilir.

Emeklilerimizin gelir dilimi yükseltilmeli, emeklilik ikramiyeleri/tazminatları revize edilmeli, emekli maaşları daha yaşanılabilir hâle getirilmelidir. Tek bir emekli maaşıyla geçinmenin zorluğu göz ardı edilmemelidir. Bağ-Kur emeklilerine de emekli ikramiyesi/tazminatı ödenmelidir. Adalet sağlanması için Bağ-Kur işlemleri geriye dönük yapılabilmelidir.

Küçük esnafın kriz dönemlerinde iflâs nedeniyle kapatma işlemlerini tamamlayamaması, onca yıl vergi ödemesine rağmen borç oluşmasına neden olan ve özellikle 1990-2010 arasında bu durumda olan esnafa vergi affı getirilmesi düşünülebilir.

Verim, uzun süre çalışarak artmaz. Aksine uzun çalışmak, Azalan Verimler Kanunu ile de sabittir ki, birim saatte alınan verimi azaltır. Bu esasa dayalı bir çalışma sistemi yazılımı kurgulanabilir.

Aile yapımızın millî ve dinî temellerinin korunması, kültürel özelliklerimizin devamı, küresel yeniliklere uyum için ailelere özel Sertifikalı Aile Eğitim ve Bilinçlendirme Programları hazırlanmalı ve sürekli güncellenerek yaşam boyu eğitim sağlanmalıdır.

İstanbul Sözleşmesi gereğince yapılan bazı düzenlemeler geri çekilebilir.

Aileyi kadına yük olan ve eziyet veren bir kurum olarak görme/gösterme çabalarına tepki gösterilmeli, özellikle mutlu aileyi anlatan dizi filmler teşvik edilmeli, aileyi anlatan yapıtlar ödüllendirilmelidir.

Kadının iş hayatına itilmesinin getirdiği köklü değişimler gözden geçirilmeli, geniş aileden çekirdek aileye, oradan da bir öğün bile bir araya gelemeyen dağınık aileye evrilen düzenin yeniden sağlıklı yapısına dönmesi için gerekli çalışmalar başlatılmalıdır.

Devlet, STK’lar ve ilgili tüm paydaşlar kadını yeniden yuvasına, ailesine sahip çıkan, bütünlüğü koruma gayretinde olan, emek veren, hayırlı evlât yetiştirme çabasında, vazîfelerini sevgi ve merhametle yapan, naif, duygulu yapısına uygun ve mutlu günlerine hazırlamalıdır.

EYT konusu çözülmeli, geçmişten gelen bir adaletsizlik sona erdirilebilir. Sorumlusu mevcût Hükûmetimiz olmasa da devlet, sözünde durmalıdır.

Personel sorununa dair öneriler

Kamu yönetimi ve personel sistemi gözden geçirilmeli, Memur-Sen’in toplumda gereksiz beklenti oluşturan tavrına son verilmelidir. Mehmetçiğimiz dahi sözleşmeli statüde çalışırken, Memur-Sen’in öğretmenler başta olmak üzere sözleşmeli personele kadro verilmesi için diretmesi, toplumda beklenti oluşturmaktadır. Bu da tepkilere ve oy kaybına neden olabilir. 

KPSS ve kurum içi yazılı-sözlü sınavları işlevsiz hâle getirmekten vazgeçilerek liyakatli adaylar arasından sadâkatli kişiler seçilebilir.

İŞKUR tarafından uygulanan TYP ve diğer programlarda yapılan haksızlık ve usulsüzlükler soruşturulmalı, önüne geçilmeli ve TYP’ler, ihtiyaç sahiplerini gözetmek ve gelir adaletsizliğini gidermek gibi yüksek amacından saptırılarak rüşvet karşılığı satılan, teşkilâtların istediği kişilere ulûfe gibi dağıtılan ve toplumda şikâyet uyandıran mevcût yapıdan kurtarılmalıdır. 

Yeni mezunlara “iş paylaşım yöntemi” uygulanabilir; buna göre, bir günlük işi ikiye bölüp bir işi iki mezunun yarımşar gün olarak yapması sağlanabilir.

Animasyon ve yapay zekâ yazılımlarının küçük parçalara bölünerek gençlerden oluşan ekipler tarafından yapılmasına müsaade edilebilir.

Engelli vatandaşların işe girerken ihtiyaç duyacakları fakat işverenin almaktan imtina ettiği araç gerecin İŞKUR’daki ceza fonundan alınarak engelliye veya iş yerine ödünç verilmesi, önemli bir alternatif hamle sağlayabilir.

5 kişiden fazla eleman çalıştıran işyerlerinin, maaşları bankalardan ödeme zorunluluğunun kaldırılması veya bu şekilde maaş verilenlerin kredi kartı ve KMH açmak zorunluluklarının kaldırılması sağlanabilir.

Artık insanların çok rahat bir ortamda olması gâyesizliğe sebep olmuştur ve bu da hem ebeveynleri, hem de çocukları boşluğa sürüklemektedir. Bu noktada sosyal medyada aktif ekipler görevlendirilerek alternatif fikriyat kanalları oluşturulabilir.

Evli ve lisansüstü öğrenim gören kişilere öğrenim desteği sağlamaya yönelik maddî yardım yapılabilir. Bir yandan geçim telâşı, bir yandan çocuklarının eğitim yükü ve bir yandan da kendi eğitim masrafını veren bir anne veya baba desteklenebilir. Aksi hâlde bu ilim yolculuğu yarıda kalmakta ya da ebeveynler çocuklarını kendilerine tercih etmeye mecbur kalmaktadırlar. Bu desteğin, başvuran herkese -ayrım gözetilmeden- verilmesi gerekir.