Türkiye’nin Çözüm Ajandası (1): Duyarlılık değil, politika gerektiren şehir ve çevre meselesi

İlk akla gelen başlıkları dünyanın gündemine dayatanlar, bu itilmiş iki konuyu özellikle kendi lehlerine birer hamle olarak rakiplerinin önlerine koyuyorlar. Eğer böyle olmasaydı, New York’taki Birleşmiş Milletler ara panellerine davet edilen 13 yaşındaki bir kız, Çin, ABD, Hindistan ve Kanada gibi dünyanın enerjisini tek başına harcayıp çöp yığınları ve çevre kirliliği armağan eden ülkeler yerine Türkiye, Arjantin ve Endonezya’yı hedef göstermezdi.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimize başlıyoruz.

Yeryüzünde “insan” merkezli binlerce sorun bulunurken, uluslararası eksende konuşulan ilk konular teknoloji, inovasyon, ekonomi, güvenlik ve sağlık endüstrilerine yönelik. Ancak söz konusu bu başlıkları değerlendirirken insanı merkeze almak yerine konuya ve konunun gelişimine odaklanan etmenler, şehir ve çevre başlıklarını arka plâna itiyorlar.

İlk akla gelen başlıkları dünyanın gündemine dayatanlar, bu itilmiş iki konuyu özellikle kendi lehlerine birer hamle olarak rakiplerinin önlerine koyuyorlar. Eğer böyle olmasaydı, New York’taki Birleşmiş Milletler ara panellerine davet edilen 13 yaşındaki bir kız, Çin, ABD, Hindistan ve Kanada gibi dünyanın enerjisini tek başına harcayıp çöp yığınları ve çevre kirliliği armağan eden ülkeler yerine Türkiye, Arjantin ve Endonezya’yı hedef göstermezdi.

Türkiye’de çevre ve şehir konuları, duyarlılık üzerine yürütülen iki kulvar. Eğer bu duyarlılık politikaya dönüşmüş olsaydı, ne Gezi Olayları gibi mesnetsiz ve seviyesiz isyan mazeretleriyle karşılaşırdık, ne de Çanakkale’de orman savunmaya gidip altın arayan insanlar görürdük.

Hidroelektrik santral ve enerji üretimi konusu üzerinden de kaşımaya kalkıştılar, ucûbe binalara çıkarılan ruhsatlarla bilincimizle de oynadılar. Bu süreçte Sayın Cumhurbaşkanımızın “mimaride yatay büyüme” talebi, geçmişin kaotik durumuna ve keşmekeşliğine âdeta bir “Dur!” ihtarıydı. Ancak her kesim tarafından karşılık bulan talebin yerine getirilmesi, ciddî bir takibi de beraberinde gerektiriyor.   

Yine Sayın Cumhurbaşkanımızın kıymetli eşleri Emine Erdoğan Hanımefendi tarafından yürütülen “Sıfır Atık Projesi”nin tüm kurumlarda ve seçim çalışmalarında da sürdürülmesi temennimiz.

Ajanda Yayınlar Grubu olarak derlediğimiz bu dosya serisinin ilki olarak “çevre ve şehir” çalışmamızı önce sorunlar, sonrasında da çözüm önerileri bağlamında görüşlerinize sunuyoruz.

***

 

Tespitler

Bisiklet ulaşımı

Toplu taşıma imkânları her geçen gün daha da yaygınlaştırılsa da, tuhaf bir şekilde motorlu taşıt kullanımı daha da artmaktadır. Bu anlamda akıllara öncelikle bisikletli ulaşım geliyor. Ancak ülkemizde ortalama bir bisikletin ücretinden ne kadar haberimiz var?

Ortalama bir motorlu araç olarak otomobilin, model, motor hacmi, yakıt ve şanzıman niteliklerine göre kolaylıkla fiyatına bir paha biçebiliriz. Peki, ya bisiklete? Aklınızdan çok cüz’î bisiklet fiyatları geçiyordur ancak hiç de öyle değil. Bisiklet fiyatları ülkemizde çok fahiş rakamları ulaşıyor. Bu rakamları gören ortalama bir vatandaş, “Bu parayı vereceğime basit bir araba alırım” deme noktasına geliyor.

Bazı sosyal sorumluluk projeleriyle bisiklet turları ve aktiviteleri gerçekleştirilirken, bu aktivitelere kaç vatandaşın kendi bisikletiyle katıldığını hiç düşündünüz mü? Zira bisikletler genellikle organizatörler tarafından kiralanıyorlar. Bisiklet gibi temiz bir ulaşım aracının sadece nostaljik bir hatıra malzemesi olarak algılandığı ülkelerden biriyiz.

Tarihî şehir alanları ve gökdelenler konusu

Tarihî şehir meydanlarına ilişkin projeler geliştirilirken, tarih katliamıyla birlikte beton çöplükleri de oluşuyor. Safranbolu’dan Altındağ’a, tarihî şehir alanları projelerindeki projeler birbirlerine çok benziyor. Mimarlık tarihi ve iklim koşullarına göre hazırlanması gereken projelerin ihale yöntemleriyle gerçekleştirilmesi, kaş yaparken göz çıkarmaya benziyor.

Dikine mimari, artık toplumsal bir zenginleşme yolu olarak rant kapısına dönüşmüş, değer ve gelecek bilinci sıfıra indirgenmiştir. Şehirlerimiz dikey plânlamalarla depreme dayanıksız, üst üste yaşamlarla kötü görüntüler oluşturan, yanlış yapılaşma nedeniyle trafik keşmekeşinden çıkamayan ve insanın üstüne gelir şekilde rûh hâlini bozan bir yapı kazanmıştır.

Yerel yönetim alanları

Asfalt kullanımı dehşet veren boyutlara ulaşmıştır. Her yıl yenilenen asfalt yollarla olağan toprak üzerindeki asfalt yüksekliği her yıl katlanarak artmaktadır. Çevresel etkenlerle bozulan asfaltların tamiri de yine hâliyle asfaltla yapılmakta ve bu da her seferinde hem toprağa, hem de bütçeye zarar vererek doğrudan maliyet kalemi olarak eklenmektedir.

Belediyelerin peyzaj ve refüj süslemeleri, sürekli tüketime dönüştürülmüş bir rant aracı hâlini almıştır. Belediyelerin kaldırım taşlarını yenilemesi hâdisesi, toplum nezdinde bir hile, bir ihale kaçamağı olarak konuşulmaktadır.

Sokak araları otomobillerle, çocuk parkları ise plâstikle doludur.

Merkez yönetim alanları

Baraj yapımı ve maden arama işlemleri sırasında kullanılan yöntemler çevreyi olumsuz etkilemektedir. Bu da sadece duyarlılık üzerinde algı oluşturan ülkemiz düşmanlarını bir boşluğu değerlendirme adına heyecanlandırmaktadır. Salda gölü ve Dipsiz göl, bu anlamda iki önemli örnektir.

Poşetlerin ücretlendirilmesi konusu yanlış bir hamledir. Âdeta çevreyi kirletme imkânı parayla sunulan bir imtihana dönüşmüştür. Kaldı ki, poşet kullanımı düşmemiş, poşet satın alımı düşmüştür. Ekmek ve zerzevat poşetlerinin kaçırıldığı hâdiseler çıkmaya başlamıştır. Kumaş çanta, kese kâğıdı veya bez file uygulaması yerine daha yüksek ücretle satılan büyük çantalar da plâstiktir ve çevre bilincine hiçbir pozitif katkısı yoktur.

İmar konusunda sadece ekilebilir arazi yanlışı yapılmamıştır. Daha büyük facia, dere yataklarına ve suyollarına verilen imar müsaadesiyle yaşanmaktadır. Son yıllarda yaşanan sel baskınlarının hiçbiri daha fazla yağmur yağdığı için değil, yanlış imar ve baraj projelerinden kaynaklanmaktadır.

İmar ve şehirleşmede kendi öz kültür ve medeniyet anlayışımıza göre yapılanma ve projeksiyon geliştirilmemesi, şehirlerin tarihî, iklimsel ve sosyal dokularını kaybetmelerine sebebiyet vermektedir.

Estetik normlardan uzak, her şehri birbirine benzeten yapılaşma, taklidî bir şehircilik anlayışı ile bölgesel değişim arz eden kültürel dokunun ve tüm birikimlerimizin yitirilmesi riskini çoğaltmaktır.

Dikey yapılaşmaya müsaade edilmesi, mabetlere duyulan hürmetin azalmasına, tarihî eserlerin görünürlüğünün kaybolmasına, orman yitimine, şehirlerin nefes ve siluet kaybına neden olmakta, beton yığınları arasında rûhî çöküntülerin artmasına, kalplerin taşlaşmasına sebebiyet vermektedir. Bu da birbirimize tahammülsüzlüğümüzü körüklemekte, hoyrat ve hırçın tavırların yaygınlaşmasına neden olmaktadır.

İmar işlemlerinde rantçı değil toplumcu anlayışın hâkim olmaması sebebiyle kişisel menfaatler, dengesiz gelişmeler ve tutarsız yerleşkelere alan açılmıştır.

Yol, su, elektrik, internet ve kanalizasyon gibi çalışmalar için defaatle onarım kirliliği ve maddî ziyana sebebiyet veren durumlar, toplumda bu tür işlemlere hoşgörüyle yaklaşımı azaltmaktadır.

AVM ve oto sanayi yerleşkelerinin şehir içlerinde konumlanmasına müsaade edilmesi günlük trafik akışını zorlamakta, bu tür alanlara doğan talep nedeni ile zorunlu olarak trafikte olanların ulaşımı zorlaşmaktadır.

 

Tavsiyeler

İçme sularının kirletilmemesi için anaokullarından başlayarak tüm kademelerde doğal çevre eğitimleri verilebilir.

İstanbul merkezli, Anadolu’da kapasitesi uygun illerle müşterek uluslararası büyük organizasyonlar yapılarak kademe kademe şehirlerin uluslararası sahaya çekilmesi mümkün kılınabilir.

Her şeyin başı eğitimdir ve sadece para kazanmayı değil, kuşların uçuş yollarından balıkların yumurtlama güzergâhlarına değin tüm çevre faktörlerini düşünen ve derdi “insanî eser vermek” olan mimarlar yetiştirilmeli, mimarlık talebeleri dünyanın yedi kıtasında kendilerine tecrübe ve ufuk kazandıracak devlet destekli seyahat ve uygulama çalışmalarına çıkarılabilir.

YÖK ile MEB iş birliği yaparak, şehir plânlamanın önü açılabilir, doğal çevrenin korunması ve uyumuna dikkat eden çalışmaların yapılması sağlanabilir.

Bahçeli ev projelerine ağırlık vererek teşvik sağlanabilir, “kaldırım vergisi” diye bilinen emlâk ve temizlik vergisi aşağı çekilerek evini ve bahçesini temizleyen ev sakinine ödül verilebilir.

Mahalle festivalleri kurgulanabilir, “en temiz sokak ödülü” gibi ödüllerle komşuluk iletişiminin artması sağlanabilir.

Bisiklet üreticilerine teşvikler yapılabilir ve elektrikli yahut manuel bisiklet kullanımı arttırılabilir.

Hibrit araç kullanımının teşviki için ÖTV ve KDV indirimi düşünülebilir, özellikle aileler bu sınıftaki araçlara yönlendirilebilir.

Çocuk parkları plâstikten arındırılmalı, tabana döşenen yapay kauçuklardan kurtarılmalı, oyuncaklar ahşap, yumuşak taş ve çelik kullanılarak kurulmalıdır.

Deniz ve göl temizliği, ancak toprağın temizliği sıhhatli sağlanırsa mümkündür; dolayısıyla her yıl makinelerle deniz ve göl temizlemek yerine, doğanın kendi kendini tamir etmesi için toprağı temizlemek yolu tercih edilebilir.

Kaldırım üzerine ağaç dikmek yerine, içinde oyun alanı veya oturma bankları bulunmayan, sadece birbirine yakın (ve özellikle meyve veren) ağaçların dikildiği parklar yaygınlaştırılabilir.

Sel ve baraj taşmaları gibi afetlerden korunmak için başlıca tedbir, suyolunun suya bırakılmasıdır.    

Her şehrin kendi tarihî birikimi, geleneksel kültürü ve iklim şartları doğrultusunda imar projeleri düzenlenebilir.

İnşâ edilen her yeni binada, öz kültürümüzden motiflerle zamana iz bırakılması konusunda estetik normlar geliştirilebilir.

Üstgeçit, altgeçit, şehirlere giriş kapıları ve tarihî birikimlerimizde yer alan estetik normlar hayata yeniden geçirilebilir.

İş merkezleri ve yerleşkeler birbirlerinden ayrılabilir. Bu anlamda AVM ve oto sanayi yerleşkeleri şehir dışına taşınabilir.

Millet parkları, şehirlerin soluk almasına vesîle olmakla birlikte ziyaretçilerine sosyal ve kültürel katma değerler sunabilmelidir. Verimli, çoğaltan, katılımcı projeler üretilerek millet parkları yerel halk için açık hava kültür parklarına, hattâ birer doğal silikon vadisine dönüştürülebilir.

Valiliklere talimat verilerek, kâğıt çıktısının azaltılması ve gerçek kişilerle yapılan “hayırsever protokolü” gibi bir sözleşmeyle, evraklar hâriç, e-imza dışında mümkün mertebe gerçek ortamda imza atılmaması sağlanabilir.

Gecekondu sorununun kökten çözümü için “yerinde kentsel dönüşüm” anlayışıyla hareket edilebilir.

Avrupa ve ABD’de çevresel zarara neden olduğu düşünülen bir otomobil markasının aynı yıl ve aynı segmentte üretilen araçları neredeyse tüm dünyada toplatılırken ülkemizde toplanmamış ve göz göre ülkemizde çevre terörüne yeni bir etken unsur katılmıştır. Çevreye zarar vermesi sebebiyle cezalar almış söz konusu otomobil markasının bugün ülkemizde tesis ve fabrika açacak olması güzel bir gelişmedir, ancak sıkı şekilde denetlenmelidir. Kaldı ki, söz konusu markanın CEO’sunun yaptığı skandal Türkiye demecinin üzerine gidilmelidir.

 

“Türkiye’nin Çözüm Ajandası”, her hafta farklı bir dosyayla karşınıza çıkmaya devam edecek!