EĞİTİM, her ülke için olduğu gibi Türkiye için de son derece önemli bir konudur. Çünkü olgun yaştakilerin geç kuşaklara bilgi ve tecrübelerini aktarması vazgeçilemez bir ihtiyaçtır. Aynı zamanda gençlere büyük bir katkıdır. Bu aktarma ile gençlerde sosyalleşmenin yanı sıra bir aidiyet bağıda oluşur. Eskiden bunun için “maarif” terimi kullanılmıştır. “Ma’rifetler, bilimler, bilgi, kültür” gibi oldukça zengin bir içeriğe sahiptir.
Bunun için gençlerin sıkboğaz edilemeden, günün şartlarına göre, sahip oldukları yeteneklere, isteklere ve ihtiyaçlarına göre bir eğitimin olması kaçınılmazdır. Bütün bu işler için ideolojik fanatizm yerine rasyonel tercihlerin olması gerekir.
Sonra maarif yerine “eğitim” terimi tercih edilmiş. “Eğip bükmekten” türeyen bir deyim. Daha çok ideolojik bir vesayeti çağrıştırıyor. Düzenli ve zorunlu eğitimle birlikte genç kuşakların eğilip bükülmeleri, gençlerin istek ve ihtiyaçlarına göre beceri kazanmalarından daha çok, resmî ideolojiyle donatılmaları gibi insan tabiatıyla uyumu kuşkulu, yaygın bir işin karşılığı olmuştur.
Türkiye’de ezici çoğunluk, eğitim düzeninden şikâyetçidir. Gençlerin günlük hayatta ihtiyaçlarını karşılayacak, yeterince bilgiye sahip olamadıkları, topluma bir aidiyet duymadıkları, okulda kaldıkları süre arttıkça toplum ile bağlarının azaldığı, giderek yabancılaştığı, hatta topluma düşman hâline geldiği bu şikâyetler arasındadır.
Bu şikâyetlerin nedenlerini görüp anlamadan eğitim alanında yapılmış olan değişiklik çabaları hiçbir sonuca ulaşmamıştır.
Eğitim, genç kuşakları vasıfsız, yaşamak için bir amacı olmayan, toplumla uyumsuz, hiçbir aidiyet duygusu taşımayan sorunlu varlıklar hâline getirmektedir.
Bunun için ne yapılabilir?
Öncelikle eğitimin siyâsî bir alan olmaktan çıkarılması gerekir. Eğitim ve okul, gençleri bir siyâsî görüşe, bir siyâsî partiye bağlı kılmanın araçları olmaktan çıkarılmalıdır. Gençler yeteneklerine göre hayata hazırlanmalıdır. Hayatı, dünyayı, toplumu ve tarihi tanımadan onları bir siyâsî partiye bağlama çabaları, onlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Türkiye’de maalesef okullarda bu kötülük yapılmaktadır.
“Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” başlığı ile hazırlanan yeni müfredat, ilk bakışta eğitim düzenini toptan değiştiren, yüzyılın şartlarına, toplumun ve bireyin ihtiyacına göre, gençleri hayat boyu kendilerine fayda sağlayacak bilgi ve becerilerle donatacak yeni bir eğitim modeli olarak ihsas eden iddialı bir adlandırmaya sahiptir. Ancak bu modele göre hazırlandığı iddia edilen “yeni müfredat programı” okundukça karamsarlığın yanı sıra bir hayâl kırıklığı duygusuna maruz kalmamak elde değildir.
Türkiye’de bütün okul faaliyetleri, bütün ders kitapları ve programları bir siyâsî görüşe, bir siyâsî parti liderine bağlılığı öngören anlayışa göre hazırlanmaktadır. 1739 sayılı ve adına “Millî Eğitim Temel Kanunu” denilen yasa (Madde 2) ile “Türk Millî Eğitiminin genel amacının Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar olarak yetiştirmek” olduğu vurgulanmıştır.
Bilindiği gibi Atatürk, 1923-1938 arasında CHP Genel Başkanıdır. “Atatürk İlkeleri” denilenler ise CHP’nin altı okudur. “Atatürk İnkılapları” demek ise Atatürk’ün sağlığında CHP’nin yaptıklarıdır. Dönemin şartlarına göre o yapılanları beğenip takdir edenler olacağı gibi, bunları son derece yersiz ev yanlış işler olarak görenler de olabilir. Bir partinin işleri, bir siyâsî parti genel başkanının görüşleri nasıl olur da millî eğitimin temel görevi olabilir? Böyle bir uygulama, okulları doğrudan o partinin ve onunu genel başkanının görüşlerine tahsis etmek anlamına gelmez mi? O partinin görüşlerini ve yaptıklarını benimsemeyen yurttaşlar için böyle bir eğitim siyaseti son derece itici olmaz mı?
Böyle bir tahsisin rasyonel karşılığı ve açıklaması yoktur. Ancak dünyada tek partili/tek adamlı idarelerin olduğu (Almanya, Çin, İtalya, Rusya, Kuzey Kore gibi) ülkelerde benzeri uygulamalar yapılmıştır. Türkiye tek partili/tek adamlı idareden kurtulalı (ya da öyle zannedilmektedir) 80 yıl geçtiği hâlde, okulların temel görevi bir siyâsî partinin ilkelerine/oklarına göre tarif edilmeye devam edilmektedir.
“Atatürk milliyetçiliği” mi?
Atatürk milliyetçiliği olur mu? Bunun literatürde karşılığı var mıdır? 27 Mayıs Askerî Darbesi’nden sonra ortaya atılan garip bir iddiadır bu. Çünkü milletlerin milliyetçiliği olur; Arap milliyetçiliği, Alman milliyetçiliği, Türk milliyetçiliği gibi... Almanya’da Hitler milliyetçiliği, Mısır’da Nasır milliyetçiliği, Fransa’da Napolyon milliyetçiliği yoktur. Buna karşılık Türkiye’de ders kitaplarında, hatta kanunlarda “Atatürk milliyetçiliği” vardır. Atatürk bir şahıstır, millet değildir ki onun milliyetçiliği olsun. Gelin görün ki, akıl dışı bu iddia, kanun maddesi olup bir baskı ve tehdit aracı olarak millî eğitimin başında durmaktadır.
Böyle kanunlar varken millî eğitimde yapısal değişikliklere yol açacak bir Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli olabilir mi? Talim Terbiye Kurulu (TTK) “Olur” diyerek, bu amaçla yeni bir müfredat programı hazırlamıştır. Bunun haberini ve başlığını duyanlar, “Elbette TTK’nin bir bildiği vardır, demek ki olabiliyormuş” diye iyimser tahminlerde bulunabilirler. Ancak yeni müfredatın “TC İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük (TCİT)” dersi programını okumaları hâlinde iyimser olmaları kolay değildir. Çünkü 12’nci sınıflar için hazırlanan programda ders kitabı üç bölüme ayrılmıştır: “(1) Modern Türk Devleti’nin Doğuşu, (2) Türk İnkılabı ve Atatürkçülük, (3) İkinci Dünya Savaşı’ndan Küreselleşme Sürecine Türkiye”.
CHP döneminde yapılanların Meşrutiyet döneminden beri süregelen değişimlerin doğal bir uzantısı olduğu öngörülmektedir. Bunun doğruluğu tartışmalıdır. CHP’nin yaptıkları neden “Türk İnkılabı” olsun? Onlara “Türk İnkılabı” demek, peşinen bir meşruiyet yüklemek anlamına gelmez mi? Çünkü hiçbiri yapılırken Türk halkının görüşü alınmamış, bir referandum yapılmamıştır. Basının susturulduğu, seçimlerin ve muhalefet partilerinin olmadığı, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’ya muhalefet etmenin suç, hatta vatana ihanet sayılarak ona göre cezalandırıldığı bir dönemde Türk halkının o yapılan işleri beğendiğini ve benimsediğini iddia etmek, bundan dolayı da onlara “Türk İnkılabı” demek inandırıcı mıdır?
Yeni müfredatta TCİT dersinin felsefesi açıklanırken, “Köklü bir anlayış değişikliğine gidilerek, bu doğrultuda programda bireyin hem kendi yaşamıyla, hem de içinde yaşadığı toplumla ilişkisini dikkate alan bir yapı oluşturulmuş, bilgi aktarımı odaklı tarih öğretiminden beceri temelli tarih öğretimine geçilmiştir” denilmektedir. Dersin ünitelerine bakıldığında bir değişiklik yoktur. Tek parti döneminin icraatları için bilgi aktarımı yerine beceri temelli bir tarih öğretimi nasıl mümkün olabilir? O bilgilere göre gençler, yeniden tek partili/tek adamlı idarenin kurulması becerisini mi kazanacaklardır? Zaten öyle bir becerisi ve imkânı olanlar fırsat buldukça askerî darbe yapmadılar mı?
CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın öğrencilere rol model olarak sunulması, bu dersin içeriğinde köklü bir değişiklik değil, hiçbir değişiklik olmadığını göstermektedir. Neden Millî Mücadele’ye herkesten önce katılan Nureddin Paşa, Karabekir Paşa, Cemal Paşa ve Ali Fuat Paşa değil de sonradan katılmış olan Kemal Paşa rol model olarak seçilmiştir? CHP’nin iktidarda olmadığı bir zamanda, CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’yı gençlere rol model olarak takdim eden TTK, hangi siyâsî görüş ve nasıl bir anlayışa göre davranmaktadır?
Zaten Millî Mücadele’nin Kemal Paşa ile başlatılması taammüden işlenen tarihi yanıltmaktır. Çünkü ondan üç dört ay önce Anadolu’da kolordu komutanlıklarının faaliyetleri ile neden Millî Mücadele başlamamıştır da Kemal Paşa’nın beş altı aylık bir gecikmeyle gelmesi beklenmiştir? Hayatın doğal akışına ve tarih bilimine son derece aykırı olan bu görüş, bir ders programının ana iskeletini teşkil etmiştir.
Millî Mücadele’de Kemal Paşa, Batı Cephesindeki savaşları 1921-1922’de idare etmiştir. Ondan önce Doğu Cephesindeki savaşları idare eden Karabekir’in yaptıklarının yok sayılması, yeni müfredatın öğrencilere kazandırmak iddiasında olduğu “tarih bilinciyle” açıklanabilir mi? Doğu Cephesiyle Doğu Anadolu’nun Ermenistan olması engellenmiş, oradan elde edilen askerî malzeme ise Batı Cephesine aktarılmıştır.
TCİT dersi felsefesinde iddia edildiği gibi, CHP’nin/Atatürk’ün yaptıkları ile Meşrutiyet döneminden beri süregelen işler arasında bir devamlılık ve süreklilik bulmak olağanüstü bir iddiadır. Çünkü Kemal Paşa böyle bir şeyi kabul etmemiş, kendi yaptıklarını tümüyle orijinal ve Türk halkını bütünüyle Batılı bir toplum, kendi deyimi ile “muasır bir millet” hâline getirme amacıyla açıklamıştır.
Ders kitapları ve programları için yüzyıldan beri “öğrencilerin tarih bilincinin geliştirilmesi ve tarih okuryazarı hâline getirilmeleri için ortaöğretim düzeyinde tarih derslerinin ilgi çekici, merak uyandırıcı, sorgulayıcı, güncel yaşamla ilişkili ve anlaşılır bir biçimde öğretilmesinin hedeflendiği” iddia edilmektedir. Tek parti döneminin şablonlarından ve yalnızca bir kişinin “kurtarıcılığına” odaklanan bir müfredatta sorgulama hedefinin gözetildiği inandırıcı değildir.
Kuzey Kore gibi ülkeler dışında dünyanın hangi ülkesinde böyle içerikte ve yalnızca bir kişinin görüşlerinin propagandasını esas alan bir ders örneği vardır.
Yeni müfredatın TCİT dersi programında 17 madde hâlinde sıralanan amaçlar bile tek başına ders konularının yüz yıl öncesinin kabullerine göre hazırlandığını açıklamak için yeterli olabilir. Meselâ, “Atatürk’ün ve Türk milletinin insanlığa katkılarına dair kanıtlar göstermeleri” gibi bir amaç cümlesinin yer alması bile programın bilimsellikten zerrece nasiplenmediğini, tümüyle bir kişi ve bir parti propagandasını esas aldığını göstermektedir. Kemal Paşa hangi görüşü ve uygulaması ile insanlığa katkıda bulunmuş olabilir? “Muasır medeniyet” dediği Batı’da her ne varsa eksiksiz olarak alınmasında TTK, insanlık için nasıl bir katkı görebilmiştir?
TCİT ders müfredatı olarak ilân edilen programda hiçbir yenilik maalesef yoktur. Eskinin tekrarıdır. CHP ile Kemal Paşa’yı paylaşamama kavgası gibidir. “Kemal Paşa’yı biz daha iyi anlatırız” iddiasından ibarettir. Böyle bir iddianın başlığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” olmayı asla hak etmemiştir. Tek partili/tek adamlı geçen yüzyılda kalması gereken şablonları önümüzdeki yüzyıl boyunca da tekrarlama isteğinden ibarettir. Yazık ki bu istek, CHP idaresindeki bir TTK’dan değil de AK Parti idaresindeki TTK’dan gelmektedir.
Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli bir hayâl kırıklığıdır. İçeriği eski, bilime aykırı, rasyonaliteden uzak bu program ile ancak önümüzdeki yüzyılda kaybedilmiş olacaktır.