KENDİM yazdım diye değil, Allah var, bu yazının başlığını çok beğendim. Bir düşünün, bir durum var; ister Türkiye’yi terk edin, isterseniz de yanlışı terk edin, aynı sonuca varıyorsunuz. Böyle bir durum matematikte bile nadiren rastlanır. Meselâ 2 ile 2’yi ister çarpın, ister toplayın aynı sonuca varırsınız. Günlük hayatta da benzer durumlar olur. İster kebap yeyin, ister soğan-ekmek, sonuçta ikisi de karnınızı doyurur. İşte Kör Hasan Amca bu mevzuda derdi ki: “İster aç karnına ister tok karnına kazıklan, fark etmez. Kazıkladılar ya seni. Adam ol da kazıklanma!” Demek ki işlemin sonucu değişmese de işlem, etki veya değerler değişebilir. Türkiye’ye kızıp mutsuz olanlar bir an evvel Türkiye’yi terk etmek istiyorlar. Hâlbuki aynı sonuca başka işlemler yaparak da varılabilir. Bu bakış açısıyla konuya yaklaşınca işleminizin yahut yaptıklarınızın etkisi veya yerine koyduğunuz değerler değişir.
Şimdi soralım: Türkiye’yi terk etmek isteyenler neden terk etmek istiyorlar? Aşağıda sayacaklarım arasında sizi de Türkiye’yi terk etme noktasına getirmiş olanlar var mı acaba?
Rastladıklarımdan biri ekonomik sebeplerden dolayı başka bir ülkeye gitmek istiyor ve oralarda daha rahat yaşayacağına, çok para kazanacağına inanıyor. İş yerinde saygın bir muamele göreceğini, hak ettiğinin ödeneceğini düşünüyor.
Bir başkası haksızlığa, zulme uğamış ve başka bir ülkede bunları yaşamayacağına inanıyor ve oralara gitmek istiyor. Ona göre gitmek istediği hangi ülkeyse oralarda adalet sistemi çok iyi çalışıyor, haksız, adalete aykırı kararlar alınmıyor, alınıyor olsa da kendisi öyle bir şeye maruz kalmayacakmış gibi kabul ediyor.
Bazıları da kamu hizmetlerinden hiç memnun değil. İşlemlerden, prosedürlerden, gördüğü muamelelelerden illallah etmiş vaziyette. Meselâ memur/ memure sorumluluk almamak veya sorumlu görünmemek için yüzlerce defa mahkemelerin iptal ettiği cezayı haksız yere yazıyor, sen tekrar mahkemelerde sürün dur ki cezayı iptal ettiresin. Bir arkadaşım sayısız kere haksız yere trafik cezası yediğine, devletin bir çeşit vergi gibi trafik cezası kestirdiğine ve o cezaları iptal ettirmek için uğraşmaya kalktığında o günlük yevmiyesiyle kaybının o cezadan daha fazla olacağını ve bu yüzden de itiraz etmek yerine cezayı kahrede kahrede ödediğini söylemişti.
İnsan davranışlarından çok ciddi rahatsız olup Türkiye’yi terk etmek isteyen epey kimseye rastladım. Otobüste insanlar pis pis kokuyor, seni rahatsız edecek şekilde sokuluyor, insanın midesi bulanıyor. İlk durakta inmek istiyorsun fakat bu sefer de otobüse binme rezilliği var. Komşu davranışı da başka bir rezalet. Ne senin rahatını, huzurunu düşünüyor ne saygısı var… Uyarmaya gelmiyor, hemen kavga, dövüşe hazırlar.
“İş yerleri ayrı bir dert” diyenler de hiç az değil. Birbirinin ayağını kaydırmaya çalışanlar mı ararsın, senin yaptıklarının üstüne konan mı, yöneticiyle arasını iyi tutup kendi yapacağı işleri bir başkasının üstüne yıkanı mı, dedikoduları mı? Berbatlar yarışması adeta...
Önemli bir şikâyet alanı da torpil olayı. Siyasî görüşten, akrabalıktan, hemşehricilikten, aynı okuldan, aynı tarikattan, hatta aynı şirket ortaklığından olmaktan dolayı hak edenin değil, hak etmeyenin işe alınması, terfi ettirilmesi, bazı iş ve işlemlerde öncelik tanınması ihale verilmesi gibi şeyler. Bu konu çok bariz bir konu ve çok rahatsız olan var.
Bir de entelektüel açıdan rahatsız olup Türkiye’yi terk etmek isteyenlerle karşılaşırsınız. Meselâ kendisi zarar görmemiştir ancak hayvanlara yapılan muamelelerden rahatsız olur. Doğaya, çevreye yapılanlara dayanamadığı için çözümü onların yaşanmadığını kabul ettiği ve burada yaşananları görmeyeceği kadar uzak memleketlere gitmek ister.
Bir başka entelektüel mesele de “özgürlük” konusudur. Özgür olmadığını düşünür. Fikirlerini rahatlıkla açıklayamadığını, özgürce sanat yapamadığını, özgürce giyinip dolaşamadığını, tatil yapamadığını, özgürce yiyip içemediğini düşünüp kendisini özgür hissettiği devletlerin sınırları içinde yaşamayı arzu edenler de epey var.
Çocukları için iyi bir geleceğin Türkiye’de olamayacağını varsayan birçok vatandaşımız da var. Onlara göre okumak, eğitim sistemi, okullar, üniversiteler, onların çocuklarına pek bir şey katmayacak, okulu bitirseler de torpilleri olmadığı için adam gibi bir iş sahibi olamayacaklar. Güzel bir yuva kuramayacaklar. Toplumsal hayat sorunlu. Devletin, siyasetin durumu ortada. Her geçen gün her şey kötüye gidiyor gibi kanaatler…
Bazı insanlar da güvenlik sebebiyle başka ülkelere gitmeyi arzu ediyorlar gibi geldi bana. Sokaklarda rahat yürünemiyor, akşamları sokağa çıkamıyorsun, hele kadınların karşılaştıkları güvenlik sorunları gibi kanaatler var. Maganda kurşunları, kaldırımda gidene çarpan arabalar, durup dururken üstüne yıkılan binalar, çocukların bir anda düşüp can verdikleri kanalizasyon veya inşaat çukurları vs…
Eminim yukarıda zikrettiğimizden çok daha farklı, çok daha başka sebepler de olabilir. Gerçi bunları alt alta yazınca benim bile içimde, “Bu ülkede yaşanmaz kardeşim!” duygusu meydana geldi.
Peki, terk edilmesi gereken yanlışlar ne? Sorunun çözüleceğine inanmamak ve çözüme yanaşmamak… Sorunu ve sorun çıkaranları doğru anlamaya ve tüm taraflarca kendimizin doğru anlaşılmasına çalışmamak… Çözüm için planlı, organizeli ve kendi kendimizi motive ederek çabalamamak…
Yukarıdakilerden birini veya birkaçını yaşamamış kimse var mıdır? Elbette vardır. Başta ben bunların neredeyse hepsini yaşadım. Allah’tan bazı gerçekleri bildiğim için o hissiyat bir iki saniyede kayboldu. Tüm bu yaşadıklarıma rağmen birkaç saniyede “Bu ülkede yaşanmaz” duygusunu yok eden bildiğim yanlışlar, yanlışlıklar, davranış türleri, bilgi eksikleri veya olumsuz yaklaşımlar neler? Yine eminim ki, yukarıda saydıklarımdan dolayı bana nasıl hak verdiyseniz aşağıda yazdıklarıma da hak vereceksiniz. Bakalım öyle mi olacak, birlikte görelim. Haydi buyrun…
Herhangi biri bu tür olaylarla karşılaşınca ne tür tepkiler veriyor genelde? Peki, siz nasıl tepkiler verirsiniz veya verirdiniz?
1. Kızıyor, sinirleniyor, bağırıp çağırıyor veya tekme tokat giriyor. Tepkilerden biri bu şekilde.
2. “Buralarda işler yolunda gitseydi şaşırır, hatta düşer, bayılırdım” diyor. “Bu ülke adam olmaz!” mottosoyla evine gidiyor.
3. Bir tanıdık, siyasetçi gibi birini bulmaya çalışıyor ki haklı bile olsa haklı veya haksız aramaksızın o sorunu aşmaya çalışıyor. “İşim görülsün, yeter” anlayışında.
4. Resmî prosedürüleri işletiyor, CİMER’e, gerekirse mahkemeye kadar gidiyor.
5. Ya bir STK kuruyor veya mevcut birisi aracılığıyla sorununu aşmaya çalışıyor.
6. Siyasî partilerden birine gidiyor. Eğer ideolojisine uygunsa üye oluyor ve orada oluşturduğu ilişkilerle o sıkıntısını aşmaya çalışıyor.
7. Stratejik davranıyor, hayat vizyonu içerisinde varsa o sistemleri kurma, değiştirme yetkisine haiz olunca onları yeniden kuruyor veya arzu ettiği şekle getiriyor.
8. Çok nadir de olsa bazıları yukarıdakilerden hangisi o an sorunu aşmak için yeterliyse veya gerekliyse o şekilde tepkisini veriyor ve sorununu aşmaya çalışıyor.
Siz, yukarıdakilerden hangisini yapmayı tercih ediyorsunuz? Şahsım olarak 8’inci maddeyi çok kullanıyorum. Şöyle bir incelediğinizde aslında yukarıdaki sıranın yaygınlık sırası da olduğunu görebiliyorsunuz. En yaygın ve bir o kadar da sonuç alınamayan tepki şekli ilk iki maddedeki şekildir. Resmî prosedürleri işleterek, mahkemeye veya CİMER’e müracaat ederek de arzu ettiğiniz sonucu çok az alabiliyorsunuz. Doğrusu şahsım olarak hiç alamadım. Genel de şahsım da dahil olmak üzere en yaygın sonuç alma şekli 3’üncü sıradaki tepki şekli. 5 ve 6’ncı sıradaki yöntemler her konuda kullanılamıyor. Sadece bazı özel durumlarda kullanılabiliyor. Meselâ sizin bireysel müşkülünüz eğer bir grubun geneli içinde değerlendirilebiliyorsa o zaman işe yarıyor. Meselâ bir engelliyi bir okul müdürü okuluna kabul etmiyor. “Engellilik” karakteristiğinden yola çıkıp o tür kuruluşlarla iş birliği yaparak müşkülünüzü aşabilirsiniz.
Özgürlükler bağlamında tabii Sayın Cumhurbaşkanımız çok sorun yaşadı. Belediye Başkanı seçildiğinde dışlandı. Medya ambargo uyguladı. Onlar da yetmedi, bir şiir okuması bahanesiyle hapse atıldı. O da yetmedi, hapisten çıkıp parti kurunca ilk genel seçimlere katılması yasaklandı. İşte tüm bu sorunları aşa aşa bugünlere gelindi.
En çok kullandığım yöntem 7 ve 8’inci gruptaki yöntemler oldu. Sayın Cumhurbaşkanımızın da bu grup yöntemleri kullandığını yakînen gözlemledim. Meselâ kendisi bir trafik kazası geçiriyor ve hastaneye kaldırılıyor. Devlet hastanesine götürüldüğü için hastaneye yaralı da olsa alınmıyor. SSK sosyal güvencesine sahip olduğu için işçi statüsündeki kişilerin götürüldüğü hastaneye götürülmesi öneriliyor. Tabii bu gayriinsani durumu Başbakan olunca tüm vatandaşların her hastaneye gidebilmesi imkânını getirerek çözmüş oldu. Kendisi de herkes gibi İstanbul’da yaşarken su sıkıntısı çekiyordu. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olunca su sorununu çözdü, herkes ile beraber kendisinin de sorunu çözülmüş oldu. Yine çocuklarının İmam Hatip Okulu mezunlarının yaşadığı sorunları yaşaması, kızlarının başörtü sorunu yaşaması da aynı yöntemle çözüldü.
Özgürlükler bağlamında tabii Sayın Cumhurbaşkanımız çok sorun yaşadı. Belediye Başkanı seçildiğinde dışlandı. Medya ambargo uyguladı. Onlar da yetmedi, bir şiir okuması bahanesiyle hapse atıldı. O da yetmedi, hapisten çıkıp parti kurunca ilk genel seçimlere katılması yasaklandı. İşte tüm bu sorunları aşa aşa bugünlere gelindi.
Benim şahsımın hayat hikâyesi biraz daha değişik. Kör olduğum için dışlandım, ayrımcılığa uğradım, yasaklandım. Birçok imkândan ve hizmetten mahrum bırakıldım.
Birkaç örnek arz edeyim. İlkokul sonrası kör olduktan sonra ortaokula devam etmek için yüzlerce kilometre yol gidip yatılı okumak zorunda kaldım. Liseye geçişte birçok okul müdürü beni okullarına kabul etmediler. Okuduğum liseye valilik aracılığıyla girebildim. Lise ve üniversite hayatımda benim okuyabileceğim gibi hiçbir ders kitabım olmadı. 1993 senesinin 13 Mayıs tarihli Sabah gazetesine bakma fırsatınız olursa, arka manşette YÖK’ün beni kör olduğum için çağrıldığım sınav hakkımı iptal ettiğini okursunuz. İş hayatı, sosyal hayatım, hepsi benzer içerikte. Yeğenimle gittiğimiz lüks bir restorandan “müşteriler rahatsız olur” diye çıkarıldığımız, uçaktan kör olduğum için yalnız başıma seyahat edemeyeceğim iddiasıyla indirilmeye kalkışılmam, yalnız gittiğim bankada ikinci şahidim olmadığı iddiasıyla paramı vermemeleri, körüm diye terfi ettirilmemem de unutamadığım hatıralarımdandır. Böyle binlerce küçük, büyük acı hatıra…
Peki Recep Tayyip Erdoğan veya şahsım yahut binlerce insan bunca yaşatılan sıkıntılara rağmen neden Türkiye’yi terk etmedik, mücadeleye devam ettik? Eminim Sayın Cumhurbaşkanımızın benimkinden çok daha ulvi, yüksek idealleri vardır. Kendiminkilerden bahsedecek olursam şunları söylemek isterim:
Çocukluğumda öğrendiğim “Biz Avrupa’nın 50 sene gerisindeyiz, Amerika’nın 80 sene gerisindeyiz” yaklaşımları beni de çok etkiledi. Her şeyin en iyisinin oralarda olduğunu, onların yaptığı her şeyin doğru olduğunu, bizim ise son derece geri, kalitesiz, kötü şartlarda olduğumuza ben de inanıyordum. Tâ ki, Millî Eğitim Bakanlığı, beni, “Avrupa Gençlik Yılı” vesilesiyle Avrupa Konseyi’ne gönderinceye kadar…
O zaman ortaokulu henüz bitirmiştim. Sene 1985. Her ülke gençlerinden oluşan ve mensubu oldukları toplumu temsil edecek şekilde gruplarla katılım söz konusuydu. Avrupa Konseyi’nin toplantılarına katılan onca ülkeden sadece iki ülke sakat gençliği temsilen genç göndermişlerdi. Biri İspanya’dan tekerlekli sandalye kullanan bir arkadaş, diğeri de Türkiye’den şahsım. Çok şaşırmıştım. Koca koca isimli ülkelerden hiç temsilci yoktu. Konuşmalarımızda o ülkelerin delegasyonlarına, sakatları temsil eden gençlerle tanışmak istediğimi söylediğimde “Aslında olmalıydı ancak yok” diyorlardı ve mahçup oluyorlardı. Benim baktığım pencereden bizden daha iyi hiçbir özellikleri görünmüyordu. ABD tecrübemde de insanların isteyerek veya istemeyerek çalışkanlığı, şeffaf ve net oluşları ve bir de organize olabilme ve organize edebilme kapasiteleri dikkatimi çekmişti. Onun dışında çok ciddi sorunları olduğunu gözlemlemiştim.
Sonuç olarak geldiğim seviye şu:
Şu veya bu şekilde her ülkede çok sorun var. Bu, kaçınılmaz bir şey. En önemli üç sebebi de karmaşık modern devlet sistemi, yanlış oluşmuş toplumsal kültür ve bireysel değerler meselesi. Kör Hasan Amca bu üç meseleyi şöyle tabir ediyor: “Devletin her şeyini biliyorum, demek, erkeğin karnındaki çocuğun cinsiyetini biliyorum, demek gibidir. Kültür, o adamın karnındaki çocuğun sünnetine, nişanına, düğününe hazırlanmaktır. Bireysel değeri ise, ‘Harika çocuk doğuracak’ diye madalya takmaktır.” Lafın kısası, karında çocuk varsa elbet biri babası oluverir.
Peki, terk edilmesi gereken yanlışlar ne?
*Sorunun çözüleceğine inanMAmak ve çözüme yanaşMAmak…
*Sorunu ve sorun çıkaranları doğru anlamaya ve tüm taraflarca kendimizin doğru anlaşılmasına çalışMAmak…
*Çözüm için planlı, organizeli ve kendi kendimizi motive ederek çabalaMAmak…
Kör Hasan Amca’nın sözünü aktarmadan geçemeyeceğim. Diyor ki, “Mangal tahtasını bayram haftası anlayarak mangal da olmaz, bayram da”.
Hasılıkelâm, ister Türkiye’yi terk edin, ister yanlışınızı terk edin! Sonuçta aynı yere varıyorsunuz…