Türkiye’yi kavanoz zannedenler kim?

Kendi öz değerlerine ihaneti markalaşmak zanneden, ölümünün üzerinden bir asra yakın zaman geçmiş bir ismi dövme yaptırınca kimlik kazanan, geçmişin tellallığıyla kendilerini dokunulmaz sayan, gerici oldukları hâlde ilerici olduklarını iddia eden zihniyet dahil Batı/lın kuklası olmuş pek çok ihanet şebekesi bu ülkeyi kavanoz mu sanıyor? Yetinemeyip bu kavanozu sallamaya muktedir olduklarına mı inanıyor?

MODERN çağda insanlık, bilimin din ile yarıştırılışına, ilmî ve irfanî tekamül yerine güya bilimsel teoriler ile akılların bulandırılmasına şahit oluyor. 

“Şahit olmak” şeklinde ifadelendirişim, insan aklına saygı duyuşumdandır. Aslına bakarsanız, şahit olmak için hem dinen hem medeni hukuka göre “akletme” vasfına haiz olma şartı aranır, ki doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilme yetisi dahilinde insan bir olaya, bir duruma şahitlik edebilsin!

Diyesim, şahit olabilenler, algı operasyonlarına kapılmayan, bilimsel teoriler ile yaradılışını evrime, varlığını varsayımsal kuramlara, karar mekanizmalarını kaynağı ve “neden”i sorgulanmamış oyuncak teorilere teslim etmeyenlerdir. 

Son on yıldır sosyal ağlar vasıtası ile servis edilen üretilmiş, türetilmiş bilumum teoriler sayesinde kitleler etki altına alınmaya çalışılıyor. Özellikle gençlerin, ülkemizde olup bitenle bağının koparılması sağlanıyor, kutsal olana dil uzatıldığında susulması gerektiği empoze ediliyor. 

Bu tür teorileri uzlaşma metodu olarak kabul edip yayılmasını sağlayan kimseler, hem gerçeklikle bağlarının koparıldığının farkına varamıyor, hem suçlu olarak itham edildiğinin ayırdına… Kendisinin suçlu olduğu algısına (inanarak) kapılıyor ve söz konusu teorileri insanlığa faydalı olmak, kaosa sebep olmamak için paylaşmaya, yayılmasını sağlamaya teşne oluyor. 

“Fermi Paradoksu, Büyük Filtre Teorisi, Sahte Vakum Hipotezi, Roko’nun Basiliski, Aşkınlık Hipotezi” gibi postmodern kuramlarla önce zihinlerin meşgul edilmesi hedefleniyor. Sonra bu meşguliyet dairesinin ana aktörleri korku ve şüphe ile cevapsızlık, ikna olamama gibi melekeler geliştirilerek, din ve Yaratıcı ile tamamen bağların koparılması sağlanıyor. Daha sonra gelsin ateizm, deizm, vs…

En önemli handikap ise bu tür teoriler servis edilirken öyle “humanistce”(!) öyle “duyarlı” bir amaç uğruna(!) sunuluyor ki, bu tuzağa düşmeyenler eleştiri oklarına maruz kalabiliyor. 

Hedeflenen kitle, aklın muazzam bir servet olduğu idrakinden uzaklaştırıldıkça, gerçeklikle bağ kurmanın ve olup biteni anlamanın anahtarı “neden?” sorusunu “neden sormadığını” bile fark edemez bir hâle getiriliyor. Öyle ki, kimileri beslendiği ortamda varoluşunu “modernist” bir cengaver olarak gerçekleştiriyor. 

İşte söz konusu teorilerden sadece biri: “Karınca Teorisi”

Muhtemel iletişim gruplarınızda, sosyal medya hesaplarınızda karşınıza çıkmış bu karınca hikâyesinin “Ngeniuus/dahi” adlı kullanıcı tarafından servis edildiği iddia ediliyor ve maharetli bir uyarı olarak kabul görüyor. 

Teori şöyle: “Gidin bir çölden 100 tane kırmızı ateş karıncası yakalayın. Daha sonra bir başka topraktan 100 tane siyah karınca alın ve bunların hepsini bir kavanozun içine koyun. İlk başta hiçbir şey olmayacaktır. Daha sonra kavanozu elinize alın, oldukça şiddetli bir şekilde sallayın ve tekrar yerine koyun. Kavanozun içinde bir anda karıncaların birbirlerini öldürmek için savaştığı bir kaos ortamı göreceksiniz. Kırmızı karıncalar, bunu yapan düşmanların siyah karıncalar olduğunu düşünürken, siyah karıncalar, bu kaosun nedeni olarak kırmızı karıncaları görmektedir. Oysa çok iyi bildiğiniz üzere kaosun asıl nedeni sizin ellerinizdir. O nedenle günümüzde gerek sosyal medya aracılığıyla gerekse de başka ortamlarda normalde hiç tanımadığınız insanlarla tartışacak ya da kavga edecek bir duruma geldiğinizde kendinize hep şu soruyu sorun lütfen: ‘Kavanozu sallayan kim?’” 

Alıntıdan anlaşılan o ki, sunulana razı ol, tartışmaya girme, kendini savunma, farklı fikir üretme, akletme, fikretme, us/lu ol! 

O kavanozu kim tayin etti? Kavanoz nerede? Karıncalar neden o kavanoza kondu? Hangi aklı evvel o karıncaları kavanoza koydu da kavanozun çalkalanması gerekliliğini öngördü? O karıncaları kavanoza koyarken kime sordu? Kavanozu çalkalama eylemini kendisi öngörüyor da, başkası sallayınca neden suçlu algısı oluşuyor?

Ve daha pek çok sorunun cevapsız kaldığı bu alıntı, günbegün yaygınlaşıyor. 

Hümanist(!) ve duyarlı vatandaş pozu ile bu alıntıyı paylaşmayı maharetten sayanlar bu özgürce nefes aldığı, aklına her geleni dile getirebildiği, iklimi muazzam, imkânları her geçen gün gelişen bu cennet vatanı bir kavanoza benzetildiğini fark edemiyorlar mı?

Fark ediyorlar da anlamamazlıktan gelmeyi görevden mi sayıyorlar?

Aslında, akılları üzerine konulmuş ipoteği kaldırma cesaretini gösterebilseler, ateşe uzatılan maşa olmaktan vatanperverliğe terfi edebilecekler ve görebilecekler, fakat körlükleri karşılığında nemalandıkları yahut paye alacaklarını sandıklarından böyle zahmetli bir girişimde bulunmuyorlar. 

Ah ki, bir zaman Aczimendicilerin, Fadime Şahin’lerin, yakın tarihte FETÖ’nün, bazen LGBT’cilerin, zaman zaman çalkalanmayı tetikte beleyen baro, tabip birliklerinden kimi kışkırtıcıların, bebek katili terör örgütlerinin, eli kanlı parti tabelalı vekillerin, “Türkiye”yi kavanoz addedip içine bilumum bölücü, yıkıcı, parçalayıcı unsurun tıkıştırıldığını, daha dün 104 emekli korsan denizcinin de bu kavanoza sığdırıldığını görmüyorlar mı?

Görüyorlar da işlerine mi gelmiyor? 

Kendi öz değerlerine ihaneti markalaşmak zanneden, ölümünün üzerinden bir asra yakın zaman geçmiş bir ismi dövme yaptırınca kimlik kazanan, geçmişin tellallığıyla kendilerini dokunulmaz sayan, gerici oldukları hâlde ilerici olduklarını iddia eden zihniyet dahil Batı/lın kuklası olmuş pek çok ihanet şebekesi bu ülkeyi kavanoz mu sanıyor? Yetinemeyip bu kavanozu sallamaya muktedir olduklarına mı inanıyor?

Mümkün mü? 2016 yılında, sıcak bir yaz akşamında, 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece yaşananlardan güç yetiremeyeceklerini öğrenemediler mi? 

Hani, 8 binin üzerinde askerî personel, savaş uçakları da dahil 35 uçak, 3 gemi, 37 helikopter, 74’ü tank 246 zırhlı araç ve 4 bine yakın hafif silahla saldırmışlardı da 251 cana kıymışlardı… 

Hani, Devlet binalarına bombalar atmışlardı… 

Muratları, özgürce yaşadıkları bu cennet vatanı Batı/la satmaktı. 

Ne oldu? Hepi topu 3 saat içinde yarım asra yakındır planlanan kalkışmaları FETÖ’nün hezimeti, hezeyanı, heyelanı olup kendi yıkıntıları altında kalmadılar mı?

Bu coğrafyayı kavanoz zanneden Haçlı zihniyeti ve yerli hainler aziz Türk milletini siyah karıncalara benzetmiş, din maskeli Amerikan çöllerinden devşirilmiş kızıl karıncaları içimize salmış ve kavanozu güya çalkalamaya kalkmışlardı. Akıbetleri şimdi malum! 

Ölümlü olduklarını unutan, maddeyi ilahlaştırmış, fani(!) dünyayı parsellemekten öte hedefleri bulunmayan Haçlıların ve yerli hainlerin unuttukları iki durum vardı: 

İlki, bu toprakların üstünde nefes alan imanlı, cesur, yürekli, canını vatanı uğruna verecek, şehit olmaya talip aziz Türk milletinin siyah karıncalar gibi çalışkan ve bereket timsali olduğuydu. 

İkincisi ise toprağın altında İlâhî kudret ile ölümsüzleşmiş nefes alan şehitlerin, evliyaların, sultanların çokluğudur ki, maddeci bir akıl bunu hesap edemediğinden Türkiye’ye kavanoz muamelesi yapacağını zannetmesiydi!

Saddam’ı hedefe koyup Irak’ı tarumar eden, Kaddafi’yi terörist ilân edip Libya’yı yakıp yıkan, Mursi’yi şehit edip Mısır’ı zulme duçar eden Batı/l; aynı yöntemle “Meselemiz Türkiye değil, Erdoğan!” çığırtkanlığı yaparak Irak, Libya ve Mısır’da ulaştığı başarıya ulaşacağını sanıyorsa, Türkiye’yi bir kavanozu sallar gibi sallayabileceğine inanıyorsa, yakın tarihi gözden geçirmeleri 15 Temmuz hezimetini hatırlamaları hadlerini bilmek adına kâfi gelecektir! 

***

Korkma!

Şimdi, bahsini ettiğimiz teoriye -ve benzerlerine- istinaden “Kavanozu sallayan kim?” sorusuna ve sorununu yeniden bakalım… 

Her kim bu tür alıntılarla karşılaşıyorsa, enine boyuna bir düşünmeli. 

Özellikle genç arkadaşların dikkatine birkaç cümle kurmak istiyorum.  Bu satırları okuyunca dikkate alacaklarına, onların güçlü zekâlarına ve akletme heyecanlarına inanıyorum.  

Kavanozlar, insanoğlunun üretileni saklamak, korumak için icat edip kullandığı bir nesnedir. Ötesi metafor! 

Hümanistçe(!) gayrete gelip kaosa sebebiyet vermemek adına bireysel tedbir geliştirmeye davet edilirken, kaos çıkarma potansiyelinden söz edildiğini göz ardı etme! Tek başına hiçbir kaosun tetikleyicisi olamazsın, merak etme! 

Korkma! Ölçülü biçimde tartışabilirsin. Böylece fikir alışverişinde bulunur, ufkunu genişletirsin!  

Korkma! İnandığın değerleri özgürce savunabilirsin! Buna irade ve fikrî idare denir. 

Korkma! İnancını anlatabilirsin! Bu, senin iyi ve güzel olana davetçi olman anlamına gelir. 

Korkma! Vatanın için, milletin için cümle kurmak şereftir! 

Korkma! Doğrunun izini sürmek, insana en çok yakışandır. Sana huzur veren doğruyu, iyiyi, güzeli söylemek erdemdir. 

Korkma! Düşün! Senin için düşünülmüş olana talip olmak yerine kendin için, kendine iyi geleni, kendin seçmelisin! Yoksa yöneten değil, yönetilen olmaktan ibaret bir ömrün çilesini çekersin!

Korkma! Soru sor, cevap ara, şüphelerin ve korkuların esiri olma!

İllâ bir soru sormak diliyorsan, “Kimler bu kıymetli coğrafyayı kavanoz zannediyor?” sorusunu sor! 

“Hiçbir şey nedensiz değildir!” hakikatinden hareketle de bu cennet vatana sahip çık! Kavanoz gibi çalkalanmış coğrafyalara bakıp ibret al. Çünkü bize Türkiye’den başka coğrafya vatan olamaz! Ve vatansızlık azap olur! (Allah muhafaza!)

Eğer sen bu sorumluluğu üstlenirsen, “Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!”

Ve senin imanlı yüreğinle, korkulardan arınmış aklınla, cesaretinle tüter bu cennet vatandaki her ocak! 

İşte böylece anlam bulur varlığın!