Türkiye’yi bekleyen tehdit ve tehlikeler

Bu bağlamdaki son gelişmeler, bizim son derece dikkatli ve teyakkuz hâlinde bulunmamızı mecbur kılmaktadır. Son zamanlarda Türkiye’yi tehdit eden tehlikeler hızla artmaktadır. Suriye’de olup bitenler, hemen sınırımızda sözde bir PKK devletinin Amerika ve Batı ülkeleri eliyle kurulmasına zemin hazırlamaktadır. Tıpkı daha önceden İslâm coğrafyasının bağrına bir hançer gibi saplanan İsrail Devleti’ni kurdurdukları gibi…

İBNİ Haldûn’a atfedilen ama başkalarının da sözü olduğu iddia edilen bir deyim vardır: “Coğrafya kaderdir!”

Her şeyden önce şu “kader” kavramına kısaca değinmekte fayda vardır. Altını kalın çizgilerle çizerek belirtmek gerekir ki, İslâm dünyası genellikle bu kavramın algılanması ve anlaşılmasında yüzyıllardır büyük sıkıntılara dûçâr oldu. Müslümanlar genellikle bu kavramı çok pesimist (karamsar, kötümser) bir şekilde ve “Ne yapalım? Yapılacak bir şey yok! Başımıza gelenler bizim kaderimizdir” gibi çok yanlış bir anlayışla ve her türlü olumsuzluğu sineye çekerek, azmin, gayretin, çalışmanın ve mücâdele etmenin temel ilkelerini berhavâ edecek bir tutumla insanlara ve kitlelere tembelliği, miskinliği ve aleyhte olan her şeyi peşinen kabûllenmenin inanç ve kültürel kodlarını psikolojik olarak aşılayan, aynı zamanda da bu durumu İslâm’danmış gibi göstererek Allah’ın “küllî ve cüz’î irâde” ile ilgili âyet ve mesajlarını ve dahi insanlara hür irâdeleriyle yüklediği sorumluluk duygu ve vazifelerini hiçe sayan, bu mânâda Allah’â haksızlık ve bühtan eden bir yaklaşımla değerlendirmişlerdir.*

(Kader konusunda daha geniş ve sağlam bilgi edinmek isteyenler, Mustafa İslâmoğlu’nun tercüme ve şerh ederek kitaplaştırdığı Hasan el-Basrî’nin “Kader Risâlesi”ne bakabilirler.)

Hâl böyle olunca, doğal olarak İslâm dünyası yüzyıllardır içine düştüğü gerileme, parçalanma, yarıştan kopma gibi açmaz ve çıkmazların girdabından kendisini bir türlü kurtaramamıştır. Hâlen de bu girdabın anaforları kendilerini yutmakta ve kuvvetli dip akıntılarıyla karanlık denizlere ve dehlizlere doğru sürüklemektedir.

Girdaplardan, anaforlardan, dip akıntılarından kurtulmak için çırpınmak çok doğru ve yeterli bir yöntem değildir. Doğru ve yeterli yöntem, kader konusunu ve dolayısıyla küllî irâde ile cüz’î irâde meselesini iyi anlayıp kavramak ve aralarındaki farkı doğru bir şekilde mukayese ederek yeryüzünde ve dünyevî meselelerde insanın sorumluluğunun inkâr edilemez bir gerçek olduğunu teyit etmek, dolayısıyla Müslümanların bu sorumluluklarının farkında olarak üzerlerine düşen vazifeleri tüm boyut ve buutlarıyla hakkıyla yapmak ve bir an evvel bunu içselleştirerek harekete geçmenin şart olduğunu kabûl etmektir.

Evet, bu kısa giriş ve girizgâhtan sonra gelelim asıl meseleye…

Coğrafyanın kader olup olmadığı ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, Türkiye işgâl ettiği coğrafî konum sebebiyle jeopolitik ve jeostratejik açıdan gerçekten son derece önemli bir yerde bulunmakta, Batı’dan Doğu’ya, Doğu’dan Batı’ya açılımın köprübaşını tutmakta, boğazlar vasıtasıyla Kuzey’den Güney’e, Güney’den Kuzey’e geçişin suyolunu kontrol etmekte, Çin’den başlayıp Güney’e ve Batı’ya akan İpekyolu üzerinde oturmakta, Kuzey’den ve Ortadoğu’dan gelen enerji hatlarına geçit vermekte ve bu bölgelerdeki enerji havzalarına çok yakın bir mesafede bulunmakta, aynı zamanda da kadîm din ve medeniyetlerin doğuşuna şahitlik eden zengin bir tarihe sahip olması hasebiyle farklı, ayrıcalıklı ve bir o kadar da kötü niyetli devletlerin ve milletlerin iştahını kabartan bir konuma sahip olmasından nâşi çok hassas ve nâzik bir bölgede yüzlerce ve binlerce yıldır hayatiyetini sürdürmeye devam etmektedir.

Türkiye’nin bu hassas ve stratejik özelliği kem gözlerin üzerimize çevrilmesine sebep olmakta, târihte olduğu gibi bugün de bize art niyetli uluslararası senaryoların hazırlanmasına ve uygulanmasına zemin oluşturmaktadır.

Bu bağlamdaki son gelişmeler, bizim son derece dikkatli ve teyakkuz hâlinde bulunmamızı mecbur kılmaktadır. Son zamanlarda Türkiye’yi tehdit eden tehlikeler hızla artmaktadır. Suriye’de olup bitenler, hemen sınırımızda sözde bir PKK devletinin Amerika ve Batı ülkeleri eliyle kurulmasına zemin hazırlamaktadır. Tıpkı daha önceden İslâm coğrafyasının bağrına bir hançer gibi saplanan İsrail Devleti’ni kurdurdukları gibi…

Amerika başta olmak üzere AB ülkeleri bu terör örgütünü açıkça desteklemekte ve bize parayla satmadıkları silahları onlara hibe olarak rahatlıkla vermektedirler. Silah taşıyan binlerce TIR görüntüleri bunu açıkça teyit etmekte, zâten ABD bunu açıktan yapmakta, hatta bütçesinden bunlara ödenek bile ayırmaktadır.

ABD bu yardımları göstere göstere, o kadar alenî bir şekilde yapmaktadır ki namluları Türkiye’ye çevrili olan bu silahlarla sınırımızda ortak tatbikat yapma cüretini dahi pervasızca gösterebilmektedir. Güya biz müttefikiz ve NATO üyesiyiz, güya DSG (PKK) DEAŞ’a karşı mücâdele eden çok değerli bir partner imiş. ABD’nin bu yaptığı açıktan Türkiye’yi tehdit etmekten başka bir şey değildir.

ABD, kendisine boyun eğmeyen ülkelere zâten bunları her zaman yapar, yapmak ister. Şımarık Teksas kovboyu ve hegemonik emperyal bir güç olmanın gereği budur herhâlde. Onun için ülkesini gerçekten seven herkesin ve bir koltuk uğruna ABD mandacılığına “Evet” demeyecek olan her siyâsetçinin (ister muhalefette olsun, ister iktidarda olsun) bu konulara son derece dikkat etmesi ve gelip geçici iktidarlar uğruna ABD’nin kurmuş olduğu tuzaklara düşmemesi gerekir. Aksi takdirde böyle bir şey, ülkemizin istikbâli ve istiklâli için çok pahalıya mâl olacaktır, mâzallah!

Yine aynı şekilde Rusya-Ukrayna Savaşı üzerinden Rusya’yı tuzağa düşüren ABD ve Batılı ülkeler (özellikle İngilizler), şimdi de Yunanistan üzerinden Türkiye’yi tuzağa düşürmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda Amerika’nın pohpohlamasıyla Ege ve Doğu Akdeniz’de Yunanlar tarafından yoğun tahrikler yapılmaktadır.

Türkiye her taraftan kuşatılmak istenmektedir. Başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya tarafından Yunanistan’a muazzam silah yardımı yapılmaktadır. Zâten ABD burnumuzun dibindeki Yunanistan ve adalara sürekli olarak üs kurmakta, silah ve asker yığmaktadır.

Diğer taraftan Rusya da Türkiye üzerinden Amerika’yı tuzağa düşürmeye çalışmaktadır. Türkiye’nin Yunanistan üzerinden Amerika ile yapacağı olası bir savaş, Rusya’nın çok işine gelecektir. Kaldı ki, Rusya belki de bunun hesabını yapmaktadır.

Amerika ve Rusya kendi çıkarları için belki de Sayın Cumhurbaşkanı’nın kişisel özelliklerini (atak yapısı, aktif bir dış politika izleme arzusu, liderlik dürtüsü, hamâsete varacak kadar duygusal yapısı, aşırı cesaret duygusu, eleştiriye kapalı olması ve kimseyi pek dinlemeyecek kadar yüksek benlik algısı gibi) kullanarak onu minderin ortasına çekmeye ve tuzağa düşürmeye çalışıyor olabilirler. Nitekim Suriye’de düşüldü bile.

Suriye meselesi BOP sevdasıyla maddî, mânevî ve güvenlik açsından Türkiye’ye çok pahalıya mâl oldu. İşte şeytanla aynı torbaya girersen sonuç böyle olur. Ama bu mesele Sayın Cumhurbaşkanı’nın acemilik dönemine rast geldi herhâlde. Sanırım şimdi uluslararası siyâsette epeyce tecrübe kazandı. Her lideri ve her ülkeyi yakından tâkip etti ve tanıdı. Bir daha bu tuzaklara herhâlde düşmez diye ümit etmek durumundayız. Yine de belli olmaz…

Onun için “Aman ha!” demek zorundayız. Dış politika meselelerinde son derece dikkatli olmak gerekir. Çünkü oyun çok büyük ve şeytanların tuzakları çok çetindir. Hele de bu şeytanlar büyük (ABD), orta (Rusya) ve küçük (İngiltere) şeytanlar olursa…

Acaba “büyük şeytan” yerine İngilizleri mi koysaydım?