Türkiye’ye kaçak giren Afgan gençler için Napoliten formül

Duvarı aşanları orduya alırız, profesyonelce savaşırlar. Aşamayandan zaten iyi asker olmaz. Hayatı sarp dağlarda savaşmakla geçmiş Afganlı gençler, bir de maaş alırsa, bir süre sonra emekli de olursa, onları üstümüze salanların plânı tersine dönmez mi? Üstelik bizi ne kadar çok sevdikleri de bilinirken… Neden olmasın?

“ÇIKTI Otranto’ya pür-velvele Ahmed Pâşâ

Tûğlar varsa gerektir Kızılelmâ’ya kadar…”

Yahya Kemâl, bu gazelinde Gedik Ahmed Paşa ve Otranto Seferi’nden bahseder.

Paşa, Fâtih devrinin en önemli isimleri arasındadır.

Sadece döneminin değil, bütün târihimiz içinde özel bir yeri bulunmaktadır.

Rumeli Beylerbeyi olmuş, ardından Anadolu Beylerbeyliğine getirilmiştir.

Koyulhisar’ı fethetmiş, Konya Ereğlisi ve Aksaray’ı almıştır.

Eğriboz’un fethiyle sonuçlanan seferin ardından vezirliğe yükselmiştir.

Alanya, Silifke, Mokan ve Gorios Kalelerini almış, Karamanoğlu Pir Ahmet ile Kasım Bey’i yenmiş, Akkoyunlular ile yapılan Otlukbeli Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasında önemli bir rol oynamıştır.

Ardından veziriazam olmuş, Ermenek ve Manyan Hisarlarını almıştır.

Cenevizliler tarafından Kırım’da hapsedilen Giray Han’ı kurtarmış ve yaptığı anlaşma ile Osmanlı himâyesini sağlamıştır.

İşkodra Seferi’ne çıkmaktan kaçınınca, veziriazamlıktan azledilerek Rumelihisarı’na hapsedilmiş, ancak iki yıl sonra Kaptanıderyalığa getirilmiştir.

Kefalonya, Zanta ve Ayamavra adalarını fetheden Gedik Ahmed Paşa, 1480’de İtalya sâhillerine çıkarak Napoli Krallığı’na ait Otranto’yu fethetmiştir.

İtalya çizmesinin topuğundaki kale…

Ertesi yıl Otranto’dan hareketle yeni fetihlerin hazırlığı içindeyken, Fâtih’in ölümü üzerine geri çağrılmıştır.

Büyük târihçi Prof. Halil İnalcık, Fâtih’in Roma’yı fethetme niyeti olduğunu söyler.


Gedik Ahmed Paşa’nın Otranto’da bıraktığı 500 asker vardır. “Bu askerler ne olmuş?” sorusu akla geliyor hemen.

Esir mi olmuşlar, savaşıp şehit mi düşmüşler, daha sonra geri mi dönmüşler, yoksa oraya yerleşip çoluk çocuğa mı karışmış, Napoliten şarkılar mı söylemişler?

İnalcık Hoca onu da açıklıyor.

O askerleri hizmetine alan Napoli kralı, İtalya’daki bütün savaşlarda üstün bir duruma gelmiştir.

Halil İnalcık Hoca’nın Napolyon’a benzettiği ve târihin büyük komutanlarından olduğunu belirttiği Gedik Ahmed Paşa’dan geriye ne kalmıştır?

Afyonkarahisar’da bir külliye…

Ladik’te bir mescit ve bir köprü…

Kütahya’da bir mektep ve Büyük Bedesten...

Edirne’de bir mezar…

İstanbul’daki eserlerin çoğu kaybolmuş ve sadece Gedikpaşa semtine adını veren hamamı günümüze ulaşmıştır.

Bir de Vakıflar yönetimine geçmiş bir vakıf ve bugüne kadar ulaşan soy kütüğü…

İnalcık Hoca gibi Yahya Kemâl’in de büyük önem atfettiği paşa için bir gazel yazma ihtiyacı hissetmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur kanaatimce.

Çökmekte olan koca bir cihan devletinin son demlerinde dünyaya gelen Yahya Kemâl, “bozgunda fetih rüyâsı gören” bir şâirdir.

(Beşir Ayvazoğlu’na selâm olsun!)

Şâir, sanki çöküş döneminde değil, Fâtih, Yavuz, Kanunî devirlerinde yaşamış. Şiirlerine bakınca o havayı görürüz.

Şimdi fakir de bu naçiz satırları yazarken, sözü o ihtişamlı dönemlerden bugüne getirmenin zorluğu içindedir, bilesiniz.

Ne var ki, gelmek durumundayız ve bütün sıkıntılara rağmen, yine bir yükseliş içinde olduğumuzu görmekle de mükellefiz.

Salgın hastalıktır, yangınlardır, sel felâketleridir, hepsi geçer.

Derler ya, büyük resme bakmak lâzım.

Öyle yaptığımızda karamsarlığa yer olmadığını görürüz.

Üç beş tivitle sosyal medyada kahramanlık taslayan, yalan yanlış haberlerle ülkeyi zarara uğratma derdinde olanlara itibar etmeyelim.

“Büyük resme bakmak”tan söz ettik, bir de “günün sonunda” ne olacağını söylemek zorundayız.

Halkın, haklı ve doğru olanı “satın alması” konusuna da değindik mi, mevzu aşağı yukarı toparlanmış olur.

Zira vatandaş, eğriyi doğruyu idrak edecek basirete sâhiptir.

O hâlde gelelim bugüne…

“Suriyelileri geri göndermek” diye bir tartışmanın içindeyiz nice zamandır.

Kemal Bey iktidara gelecek ve tak diye emredecek, Suriyeliler başta olmak üzere bütün göçmenler, mülteciler, sığınmacılar, şak diye ülkelerine dönecekler. (Tak ve şak yer değiştirebilir.)

Ne güzel bir âlem tasavvuru!

İktidara geldi de sığınmacıları göndermesi kaldı.

Nasıl iktidar olacaksın, seçimi nasıl kazanacaksın? Henüz adaylık bile netleşmiş değil.

İttifak ortakları “Siz aday olun” derlerse, gereğini yerine getirirmiş.

Desinler de getir!

Erken seçim yapılsın diye aylardır tepiniyorlar ama ortada aday yok.

Aday adayı ise hâddinden fazla!

Öte yanda Afganistan’dan gelenlerin sayısında artış başladı.

Doğu sınırımıza duvar inşâ edilmesi gibi önleme çalışmalarının hızlandığına şâhit oluyoruz.

Afganistan’dan gelenler Suriyelilerden farklı.

Çoluk çocuk değil, yalnızca güçlü kuvvetli genç erkekler geliyor.

Üstelik evvelce Türkiye ara durak idi, Avrupa’ya geçmek asıl hedefti. Şimdi hedef nokta durumuna geldik.

Avrupa ülkelerinden daha güvenli, daha sağlam görüldüğü için olsa gerek.

1979’da Sovyet İşgali ile başlayan, ardından ABD İşgali’ne zemin olan Afganistan’da halk, kırk küsur yıldır savaş içinde.

İki büyük güç de o topraklarda tutunamadı.

Altını üstüne getirmeyi başardılar ama istedikleri şekilde sâhip olamadılar.

Oradan gelen Afgan gençler de bütün hayatlarını savaş ortamında geçirdiler.

İç karışıklığa bağlı olarak göç edenlerin milyonları bulacağı görünüyor.

Kayıt dışı olduğu için, uluslararası statü çerçevesinde “düzensiz göçmen” diye tâbir edilenlerin, “aslında plânlı programlı göç ettirildiği, esas maksadın burada bir baskı unsuru niteliğinde kullanılmaları” olduğunu iddia edenlere hak vermek daha mantıklı.

“Darbe işe yaramadı, işgal plânı suya düştü, komplolar da hepten boşa gitti… Bütün gücümüzle desteklediğimiz terör örgütleri de çürük çıktı. Sandıktan çıkarmak için muhalefet güven vermiyor. Başka türlü bir saldırı plânı ile sonucu elde etmeliyiz” diye düşünen varsa, onlar kim ola ki?

Ne garip sorular geliyor insanın aklına. 

Eğer öyleyse, bu plânı tersine çevirmek mümkün değil midir?

Dezavantaj gibi görünen gelişmenin başındaki “dez”i silip yok edersek, avantaja dönüşmez mi?

Sözün kısası şu:

Biz de bu aşamada 15’inci yüzyıldaki Napoli kralı gibi davranamaz mıyız?

Genç Afganlardan bir ordu kursak, yanlış mı olur?

Bir fikir…

Şu kenarda dursun…

Duvarı aşanları orduya alırız, profesyonelce savaşırlar. Aşamayandan zaten iyi asker olmaz.

Hayatı sarp dağlarda savaşmakla geçmiş Afganlı gençler, bir de maaş alırsa, bir süre sonra emekli de olursa, onları üstümüze salanların plânı tersine dönmez mi?

Üstelik bizi ne kadar çok sevdikleri de bilinirken…

Neden olmasın?

Sonra bir büyük Afgan şâir çıkar, şiirini yazar “Çıktı Başkale’ye, Çaldıran’a, aştı duvarı” diye…