Türkiye ve Türkçeye adanmış bir ömür: D. Mehmet Doğan

Büyük bir yazardır, evet! Büyük bir Türkçecidir, evet! Büyük bir organizatördür, evet! Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıdır, evet! Tevazu, edep, hayâ, vefa adamıdır, evet! Yiğit adamdır, mücadele adamıdır, sessiz bir devrimcidir, evet! Balkanlardan Türk cumhuriyetlerine, nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardır, dostudur, destekçisidir, evet! O, ülkemizin kültüründen, sanatından, edebiyatından sorumludur, evet! Evet, o bu ülkenin kültür bakanıdır!

BAZI insanlar vardır, ülkeleri için doğar ve ülkesi için yaşarlar. D. Mehmet Doğan onlardandır. Yetmiş yıllık ömrünü Türkiye’ye adamıştır. Ve Türkçeye… Şahidiz! Tüm ülke şahit buna!

Şöyle böyle bir yarım asır önceydi. 1960’ların sonları olmalı. Çok sevdiğimiz ilkokul öğretmenimiz Seyfettin Ayçiçek, Cumhuriyet’i anlatıyordu. Ne güzel, ne çok, ne etkili anlatıyordu Hilâfet’ten Cumhuriyet’e geçişi ve Atatürk’ü. Sınıfça mest hâlde, kendimizden geçmiş, mutlu mesut dinliyorduk. Okulun en acar öğrencisi (okul dediysem, 28 öğrenciden oluşan, kimisi birinci, kimisi ikinci üçüncü, bazıları dördüncü ve beşinci sınıfa giden -birleştirilmiş- tek derslikli bir avuç köy okuluyduk) parmak kaldırdı: “Cumhuriyeti Atatürk icat etti, değil mi Öğretmenim?”

Öyle ya, bu kadar muhteşem bir şeyi ancak bir Türk, en büyük Türk Atatürk icat etmiş olmalıydı.

“Hayır çocuğum, Atatürk değil, Avrupa icat etti cumhuriyeti! Onu Büyük Atatürk, Batı’dan aldı ve çok sevdiği Türk milletine armağan etti.”

Âdeta yıkılmıştı acar öğrenci. Büyük hayâl kırıklığı içerisindeydi. Olamazdı. Atatürk icat etmeliydi; bir Türk icat etmeliydi böyle güzel bir şeyi.

Hayâl kırıklığına gark olan o acar öğrenci bendim. Ve bir kelime daha öğrenecektim o gün, bir daha aklımdan -ömrümce- hiç çıkmayacak olan bir kelime: “Batı”…

***

Üzerinden on sene kadar geçmişti. Lise son sınıftaydım artık. Derslerden arta kalan zamanlarda -ne derslerden arta kalanı, sınav akşamlarında bile “Buhara Yanıyor”ları elimden bırakamayıp ertesi gün yazılıda zar zor geçer not aldığım- kitap okumaya çalışan meczupluk günlerimdi. Elime bir kitap geçti. Adı, “Batılılaşma İhaneti”…

Okumaya başladım, okudukça aklım da karışmaya başladı. Aman Allah’ım, bu neydi böyle! Yoksa, yoksa o hayran olduğumuz “Batı” başka bir şey miydi? Aman Allah’ım, biz “Batılılaşarak” kendimize, özümüze, dünümüze “ihanet” mi etmiştik yoksa? Yazar âdeta -ne âdetası, düpedüz- yakın tarihle hesaplaşıyordu.

D. Mehmet Doğan ile tanışmam o gün oldu; “Batılılaşma İhaneti” kitabıyla… “Aklımızı karıştıran adam”dı artık o benim için!

***

Sözlükleri sevemedim ben. Türkçeyi ne kadar çok seviyorsam, sözlüklere o kadar uzağımdır; nedenini bulamadım. Belki her sene başında “sözlük alma” mecburiyeti getirilmesinden, belki de hemen her birinin soğuk yüzlü, bilgiç bakışlı, kibirli edalı ve sevimsiz duruşlarındandır, bilemem. Bunların bir tek istisnası var: “Büyük Türkçe Sözlük”!

Onunla Yeni Şafak’ın biz abonelerine armağan ettiği günlerde tanıştık, ahbap olduk. Tanışıklığımızın üzerinden şöyle böyle, hiç yoksa bir çeyrek asır geçmiştir. Hangi kütüphanede karşılaşsak onunla bana göz kırpar, el sıkışır, hâl hatır ederiz. En son bir ay kadar önce Aksaray’da, yedi asırlık Zinciriye Medresesi Kütüphanesi’nde, girişteki sağ duvarda, ortalarda, alttan üçüncü gözde, soldan ikinci sırada baktım ki bir kitap bana göz kırpıyor, “Hoş geldin” diyor. “Hoş bulduk” denilmez mi yirmi beş yıllık dosta? Kucaklaştık. Hâl hatır, hoş beş… Gören şaşırdı tabiî.

Değerliydi, farklıydı, özeldi o sözlük bizim için. Çünkü onu bize D. Mehmet Doğan Ağabey armağan etmişti. Bize, yani Türk milletine…

Geçenlerde sordum: “Mehmet Ağabey, ‘Büyük Türkçe Sözlük’teki kelime sayısı kaç oldu?”

“Yüz on sekiz bin beş yüz Fahri!” diye cevapladı kendileri.


Gıyabî tanışıklığımız şifahiydi önceleri. Gün geldi vicahiyeye, yani ruberuya-yüz yüzeye dönüştü. RTÜK üyesi olduğu günlerdi. 1996 sonuydu. Kültür Müdürlüğünü yürüttüğüm belediye olarak onu merhum Akif’in 60. ölüm yıldönümünde Adapazarı’na konferansa getirmiştik. Konferans sonrası, artık olmayan o meşhur ASM’nin üst katında tavşankanı çayların lezzetine beş basan harika muhabbetle başladı dostluğumuz. O gün bugün ben onun “Azizim” dediği “kardeşi” oldum, o benim “Mehmet’lerin en hası” diye hitap ettiğim “Ağabeyim”.

Yirmi yılda onlarca yüz yüze, yüzlerce söz söze konuşma, görüşme, hatıralarla bezeli bir dostluk bizimkisi. Urfa’dan Yozgat’a, Mardin’den Edirne’ye, Çankırı’dan İstanbul’a, Malatya’dan Aksaray’a, ben “neredeysem” Mehmet Ağabey de “orada”dır kuşkusuz, bilirim. Şeksiz şüphesiz, mazeretsiz ivazsız gelir, katılır, zenginleştirir programlarımızı. Ne zaman arasam, bir yere davet etsem, “Nereye, kime?” diye sormaz, tek baktığı takvimidir “Uygun muyum o tarihte?” diye.

O gönüldendir, gönüllüdür, gönülcedir. O bir gönül adamıdır. Gönül, vefa, muhabbet…

***

Bana TYB Sakarya Şubesi’ni kurdurtmak istedi senelerce. Kendimce, kendimle, kendimden mazeretlerle erteledim bu isteği. En son 2009’da değerli yazarçizer arkadaşlarımla birlikte kurdum. Mutluluğunu unutamam.

On ikinci şubesini kurmuştuk biz TYB’nin otuzuncu yılında. Bugün Türkiye sathında on beş şubesi, on sekiz temsilciliği, iki bin beş yüz üyesi olan dev bir kuruluştan, Türkiye Yazarlar Birliği’nden -kısaca biz ona “TYB” diyoruz- söz ediyorum. Orta hâlli bir siyasî parti kadar güçlü, örgütlü, diri ve millî bir kurumdan söz ediyorum. Bu “dev yazar teşkilatı”nın başı da, kurucusu da, omurgası da, neferi de, hedef çizeni de, başkomutanı da odur. TYB’nin dünü de odur, bugünü de. Yarını da odur. “TYB eşittir D. Mehmet Doğan”dır. Övgü de, eleştiri de bunadır, bundandır, buncadır.

***

İtiraf edelim, “bizim mahalle”de Ankara pek sevilmez. Bunun pek çok “haklı” sebebi olabilir. “İstanbul merkezliyizdir biz”, nedense? İstanbul’la düşünür, İstanbul’la sever, İstanbul’la kızarız; doğru, yanlış! Şuuraltımız İstanbulcudur bizim, doğru! Ben de “A-kara, makara, en kara, Ankara’yı” yazmış adamım. Ama…

Ama bir adam çıktı, “Ömrüm Ankara”yı yazdı. O adam bize Ankara’yı sevdirdi. Ben o kitaptan sonra Ankarasever oldum artık; her Ankara’ya gidişimde Taceddin Dergâhı’na selâm veriyor, Hacı Bayram’da muhabbeti telezzüz eyliyor, eski Ankara sokaklarında huzuru teneffüs ediyorum. Artık Ankara daha bizim, daha bizden, daha bizce! Aslında biz de Ankaralıymışız da haberimiz yokmuş. O kitabın yazarı da “D. Mehmet Doğan”. Bizi Ankaralı yapan adam!


Biraz Sezai Karakoç, biraz Necip Fazıl, daha çok Akif’tir o. Ama en çok Nurettin Topçu’dur. Nureddinîdir, Nureddin’dendir, Nureddincedir. Bu da ona çok yakışmaktadır.

***

Akif bizim en “bilinmez meşhurumuz”dur aslında. Bazen hiç konuşulmadan, bazen çok konuşularak unutulmuş, unutturulmuştur. Bu “millî nisyan”a karşı kırk yıldır direnen bir yiğit adamdır D. Mehmet Doğan. Eğer o ve kurumu TYB olmasa, ısrarla direnmese, gündeme getirmese, hatta hatta savaşmasa, bugünlerdeki ne Akif günleri, haftaları, enstitüleri olur, ne İstiklâl Marşı’mızın yazıldığı Taceddin Dergâhı kalırdı ortada. Akif’te gelinen nokta, tek kelimeyle onun zaferidir. Zaferi, gururu doğrusu! Bu şeref senindir Mehmet Ağabey!

“Büyük Türkçe Sözlük”teki “vefa” ibaresine en güzel örnek bu olsa gerektir. Adaşına vefa üstelik… Minnettarız “iki Mehmet”e de. Ayrıca Akif şairdir ya, şiiri hikâyedir aynı zamanda, denemedir de. Asıl sosyal yaralara parmak basan, çözüm arayan, çözümler öneren bir düşünce adamıdır Akif. Bu fakire göre de günümüzün Akif’i D. Mehmet Doğan’ımızdır. Çağdaş Mehmet Akif’imiz o bizim.

***

Yüzü, gözü, sözü Anadolu olan adamdır o. Yüzü, gözü, sözü Türkçe olan adam… Saf, sade, sadecedir o. Duru, sakin, tumturaksız… Olduğu gibi adam, olduğu gibi Anadolu!

***

Özetle kimdir D. Mehmet Doğan?

Büyük bir yazardır, evet! Büyük bir Türkçecidir, evet! Büyük bir organizatördür, evet! Büyük bir birliğin kurucusu, şeref başkanı, akil adamıdır, evet! Tevazu, edep, hayâ, vefa adamıdır, evet! Yiğit adamdır, mücadele adamıdır, sessiz bir devrimcidir, evet! Balkanlardan Türk cumhuriyetlerine, nerede Türkçe yazan biri varsa haberdardır, dostudur, destekçisidir, evet! O, ülkemizin kültüründen, sanatından, edebiyatından sorumludur, evet! Evet, o bu ülkenin kültür bakanıdır!