MISIR’IN küçük firavunu
Abdülfettah Sisi, geçen hafta dolaylı olarak Türkiye’yi tehdit etti. Ulusal
Mutabakat Hükûmeti (UMH) güçleri eğer Sirte-Curfa hattını aşarsa, Mısır’ın
kendini korumak için harekete geçeceğini ilân etti.
Sirte-Curfa hattı, Libya’nın daha çok petrol havzasının olduğu orta
bölgesidir. Sirte’den İtalya’ya uzanan bir petrol boru hattı da bulunmaktadır.
Sirte ise Mısır sınırına yaklaşık 700 kilometre uzaklıkta bir yerdir. Sirte’nin
el değiştirmesini Mısır’ın küçük diktatörü, Mısır’ın kırmızı çizgisi saymış ve
oradan Mısır’ı savunacağını ilân etmiştir.
Sisi’nin bu kararı tek başına aldığını düşünmek inandırıcı değildir. Sisi’yi,
kendisini o ülkeye iktidar eden başta AB/ABD olmak üzere Rusya ve özelikle
Fransa’nın, Körfez ülkelerinin, Suudi Arabistan’ın konuşturduğu
söylenebilir. Halkına ihanet etmeyi kendisi için varlık nedeni hâline getiren
Sisi gibilerinin, İsrail’in Batı Şeria bölgesini ilhak hazırlığını, Kudüs’ü başkent
yapmasını sorun etmeyerek Libya Hükûmeti’nin Sirte’ye ulaşmasını Mısır için sorun
sayması ibretlik bir olaydır!
Hemen her istihbarat örgütü ile iş tuttuğu anlaşılan Hafter’in elinden bu
hattın alınması hâlinde, artık Libya’da tek bir idarî yapının kurulması
evresine geçilmiş olacaktır. Petrol havzasını elinde tutan Libya Hükûmeti’nin
ekonomisini takviye etmesi, ülkede idarî birliği sağlaması, iç savaştan bunalan
halkın sorunlarının çözümünü sağlayacak imkânlara ulaşması da mümkün olacaktır.
Başkent Trablus çevresinde UMH ve Hafter güçleri arasındaki çatışmalarda
Mısır’ın desteğine sahip olan Hafter’in hiçbir varlık gösteremediği, kısa
sürede sökülüp atıldığı görüldü. Sirte çevresindeki muhtemel bir çatışmada da
Hafter’in UMH’ye karşı dayanması ihtimâli giderek azalmaktadır. Mısır’ın
tehditleri -UMH’ye yönelse bile- aslında dolaylı olarak -onu destekleyen-
Türkiye’ye karşı yapılmıştır.
Mısır’ın iç sorunları ve ekonomik yapısı, Türkiye’ye karşı bir askerî çatışmayı
sürdürmesine imkân verecek durumda değildir. Mısır, Enver Sedat döneminde de
Muammer Kaddafi’yi devirmek için Libya’ya saldırmış ama bir sonuç alamamıştır.
Üstelik ABD desteği ve izni olmadan Sisi’nin Libya’yı işgale kalkışması da akla
uygun değildir.
ABD ise Libya konusunda tercihini henüz açık etmemiştir.
Sisi’yi saldırganlaştıran temel sebep ne olabilir?
Bu sorunun cevabı, maceracı Körfez ülkelerinin kışkırtması kadar, Libya
Hükûmeti’nin (UMH) de dayandığı sosyal zemin olmalıdır. Çünkü UMH, İslâmcı bir
siyâsî çizgiye ve Müslüman Kardeşler’e (MK) yakındır. Binlerce insanı
katlederek Mısır’da iktidarı ele geçiren Sisi, bir MK üyesi olan Muhammed
Mursi’yi devirmişti. Şimdi Mısır’ın Batı komşusu olan Libya’da UMH’nin iktidar
olması, Sisi için bir kâbus olmalıdır.
Görünüşe göre Türkiye’ye karşı Sirte-Curfa hattında Rusya’nın fiilî engeli
varken, Akdeniz’de Fransa ve doğuda ise Mısır, bir müdahaleyle bu engele
katılma çabasındadır. Ancak Rusya ile Türkiye’ye karşı Mısır’ın ortaklaşa bir
cephe kurma çabası, ABD-Rusya rekabeti bakımından Mısır’ın aleyhine olacaktır.
Türkiye’deki muhalefet ile darbeci Sisi’nin Libya korkusu
ABD desteğinden yoksun kalacak Sisi’nin, Libya’da operasyon yapmak bir yana,
Mısır’da iktidarda kalma şansı bile neredeyse yoktur. Bu durumu herkesten daha
çok Sisi’nin kavramış olduğu açıktır. O hâlde Sisi, kendisini iktidardan edecek
bir hamleye Libya’da nasıl girişebilir? Dolayısı ile Sisi’nin çıkışını bir
şantaj meselesi olarak görmek daha gerçekçidir.
Buna karşılık Sisi’nin Hafter’e daha çok askerî destek sağlaması ve Doğu
Libya’daki bazı kabileleri UMH’ye karşı silahlandırıp kışkırtarak zaten
yürümekte olan vekâlet savaşını daha da kızıştırmayı tercih etmesi muhtemeldir.
Trablus ve çevresindeki çatışma tecrübesi zaten bu anlayış üzerine kurulmuştu
ve Mısır’ın da içinde olduğu cephenin her çeşit desteği sunduğu Hafter güçleri
yenilmişti.
Hafter güçleri her ne kadar “Libya Ulusal Ordusu” adını taşıyor ve
Hafter’in kendisi de her ne kadar “mareşal” unvanına sahip görünüyor ise de
ordu olma özelliği,daha çok dışarıdan aldığı desteğe bağlı olan bu derme çatma
güçlerin, Trablus, Tarhune ve Vatiyye çevresindeki savaşlardan aldıkları
yenilginin yol açtığı çöküntü havasını kolay atlatmaları zordur.
Türkiye ve Libya UMH heyetleri karşılıklı olarak birbirlerini ziyaret edip
çeşitli anlaşmalar imzalamaktadırlar. Her ziyaret ve anlaşma haberini, Türkiye’deki
muhalefet çevrelerinin bir tepkisi takip etmektedir. Türkiye muhalefeti,
başından beri Türkiye’nin Libya sorununa taraf olmasına karşı çıkmıştır.
Muhalefet genel olarak, “Yurtta sulh,
cihanda sulh” diye özetlenen İngilizci siyaseti seslendirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti
Hükûmeti’nin tutumu, bu geleneksel İngilizci siyaseti terk etmesinden başka bir
şey değildir. Böylece Türkiye, İngilizci sınırları aşan bir dış siyaseti
Libya’da fiilen uygulamaktadır.
Türkiye’nin tarafı olduğu UMH’nin başarısız olması ihtimâline karşı sessiz
kalıp işin sonucunu bekleyen muhalefet çevreleri, başarılı olma ihtimâli
arttıkça itirazını da yükseltmektedir. Çünkü Türkiye’nin içinde olduğu taraf Libya’da
kazanırsa, bunun etkileri Türkiye’de özellikle de seçimlerde görülecektir.
Böyle bir ihtimâl ise Türkiye’deki muhalefet çevreleri için bir kâbustur! Böylece
Türkiye muhalefeti, Mısır’ın küçük firavunu Sisi ile aynı kâbusu görmeye devam
etmektedir!
Trablus’tan Tarhune’ye uzanan savaş sonuçlarına göre Türkiye’nin Libya’da
başarı şansı artmıştır. Daha özgürlükçü ve İslâmî bir idarenin Libya’da tesis
edilmesine Türkiye’nin desteği, tarihî misyonunun bir uzantısı da sayılabilir.
Hatırlanmalıdır ki, Osmanlıların Kuzey Afrika’da, Libya’da varlıklarının temel
nedeni de Haçlılara karşı mücadeleden başka bir şey değildir.
O dönemde Libya ve benzeri yerlerde petrol ve doğal gaz gibi kaynaklar da
yoktur. Osmanlıların Kuzey Afrika’dan ayrılması, buradaki toplulukların
Osmanlıya karşı bir isyanı ve çatışması ile değil, yine Haçlıların geri dönmesi
ve Osmanlılara karşı üstünlük sağlaması ile olmuştur. Şimdi Türkiye, Haçlıların
desteğini arkasına alan Hafter çetelerine karşı Libya’da fiilî bir mücadelenin
içindedir.
Günümüzde her ne kadar siyâsî bir karşılığı olmasa bile Osmanlı ile İtalya
arasında, 1912’de Libya konusunda yapılan Uşi Anlaşması’nda, Libya halkının
kültürel/dinî bakımdan Osmanlılara bağlı kalması ve bu yüzden Osmanlı Halîfesinin
Libya’da bir temsilci bulundurması öngörülmüştü.
1911’de İtalya’nın Libya’da başlayan kanlı işgaline karşı Osmanlı ordusunun
Libya halkından derlediği milis güçleriyle son âna kadar İtalyanlara karşı
savaşması, Libya tarihinde her zaman hayırla anılan örnek olaylardan
sayılmıştır.
2011’de zalim bir diktatöre, Muammer Kaddafi’ye karşı başlayan Libya
Devrimi, âdeta Libya halkının elinden çalınmıştır. Libya, bir iç savaşa
sürüklenmiştir. Diktatörlük döneminden daha büyük bir yıkım ve iç savaş
yaşamıştır.
Ancak her gecenin bir sabahı olması gibi, UMH’nin başarılı olması ve bütün
Libya’da tek bir idare kurması hâlinde, bu, asıl Libya devriminin tamamlanması
olacaktır. Libya halkı, kendini yönetenleri seçeceği özgür bir döneme
ulaşacaktır. Libya ne bir kişinin, ne bir ailenin, ne de yabancıların talanına
zemin hazırlayan Hafter gibi kiralık kişilerin özel mülküdür. Libya, doğrudan
halkın özgür iradesiyle yönetilen bir ülke olacaktır!
Libya’nın yeraltı ve yerüstü kaynakları zalimler eliyle yağmalanamayacaktır!
Ortak hareket çok önemli!
Türkiye’nin UMH yanındaki bu dost ve kararlı tutumunu, Fransa Cumhurbaşkanı
Macron, “NATO’nun beyin ölümü” diye açıklamıştır. Çünkü eskiden “NATO kararı/menfaati”
diye aldıkları kararları Türkiye’ye dikte ettirirler, Türkiye ise çâresiz ve
edilgen bir şekilde bu kararların takipçisi olurdu. Şimdi ise NATO kararı diye,
sömürgeci Fransa, Hafter güçlerine denizden yardım ulaştırmaya çalışmış,
Türkiye ise buna suçüstü yaparak bu hamleyi engellemiştir.
Fransız Deniz Kuvvetleri, çâresiz bir şekilde Libya kıyılarından geri
dönmek zorunda kalmış, Macron da Türkiye’yi “NATO’nun
beyin ölümünü gerçekleştiriyor” şeklinde itham ederek şikâyet etmiştir.
Türkiye’yi tehdit ederek istedikleri her kararı kabul ettirme döneminin
geride kaldığını görmenin hayâl kırıklığı üzerine daha saldırgan bir dille
Türkiye’yi suçlama yarışı içindedirler.
Cumhuriyet dönemi boyunca “Yurtta sulh, cihanda sulh” diye takip edilen
İngilizci dış siyasetin Türkiye’ye bir getirisi olmamıştır. Başta NATO üyeliği
olmak üzere Türkiye’nin içinde olduğu Batılı kurumlar, doğrudan Türkiye’yi
edilgen hâlde tutmanın bir aracı olarak kullanılmışlardır. Bu kurumların
başında ise elbette NATO gelmektedir. Türkiye, Kıbrıs örneği başta olmak üzere,
ne zaman bu kurumların rağmına kararlar alıp uygulamış ise, kendi faydasına
davranmıştır.
Türkiye’nin Libya siyasetini de bu çerçevede ele almak daha mantıklı olacaktır.
Türkiye’nin ortak tarihî geçmişi olan kardeş topluluklara karşı sorumlulukları
vardır. Elbette bu sorumluluklar karşılıklıdır.
Dikkat edilecek bir husus da şu: Türkiye’nin geleceği de, faydası da
sorumlulukları etrafında toplanmıştır. Aslında bu sorumlulukları boş vermek,
Türkiye’nin geleceğine ve faydasına karşı sorumsuz davranmakla eş
anlamlıdır.
Mısır’ın firavunu ve Türkiye’nin muhalefeti kâbus görüyor diye Türkiye, sorumluluklarından
vazgeçmemelidir!
Görünen odur ki, özellikle Akdeniz’in yeniden paylaşılması gibi konular
başta olmak üzere, Türkiye ve Libya’nın geleceği, birlikte hareket etme becerisine
bağlıdır. Türkiye ve Libya Hükûmetlerinin ortak kararları ve uygulamaları, her
şeyden önce kendi gelecekleri içindir.