
DIŞİŞLERİ Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, 12 Ağustos 2022 günü Belgrat’ta, “Suriye muhalif gruplarını ve
Esat’ı barıştıracağız” şeklinde bir çıkış yaptı. Durup dururken yapılan bu
çıkışın nedeni merak edildi.
Çavuşoğlu, başta Azez olmak üzere, bazı yerlerde ortaya çıkan Suriyeli
muhalif tepkilerini de yatıştıracak içerikte yeni açıklamalar da yaptı.
15 Ağustos 2022 günü ise önce MHP lideri Devlet Bahçeli, sonra da AK
Partili Hayati Yazıcı’nın “Suriye ile normalleşeceğiz” anlamına gelen açıklamaları
ile olayın Çavuşoğlu’nun anî ve yersiz bir konuşmasından ibaret olmadığı
görüldü. Muhtemelen bu konuda verilmiş kararların ardından bu açıklamalarla
kamuoyu hazırlanmaya çalışılmaktadır.
Önce şu husus tespit edilmelidir ki, Türkiye istediği için Suriye’de
muhalifler ortaya çıkmış değildir. Ya da Türkiye istediği için Suriye
muhalifleri 20 Mart 2011’den beri, 11 yıldır, kukla Esat rejimi ile savaşmış
değildir. 1963’ten beri Suriye’de Baas diktatörlüğünün işlediği zulümler
nedeniyle çeşitli tarihlerde defalarca ortaya çıkmış olan isyan hareketleri,
nihayet 11 yıldan beri kesintisiz bir devrim hareketine dönüşmüştür.
Bu kesintisiz devrim hareketinin devam etmesinde Türkiye’nin yardımı ve
katkısı inkâr edilemez. Ancak Suriye devrimi/başkaldırısı, Türkiye veya başka
bir ülkenin kurgusu ile başlamış değildir. Tümüyle Baas Partisi diktatörlüğünün
yaptığı katliamların sonunda ortaya çıkmış bir patlamadır. Nitekim bir halk
öfkesiyle bu patlama olduğu içindir ki ilk dört yıllık süre içinde Baas/Esat
diktası büyük ölçüde Şam’ın bir bölümüne hapsedilmiş, başka şehir ve
kasabalarla ise rejimin bağlantısı kesilme seviyesine gelmiştir.
Ancak İran’ın (Kasım Süleymani’nin) çabaları ve 2015 sonunda Rusya’nın
ezici hava gücüyle gelip Suriye’de yerleşmesi, savaşın seyrini değiştirmiştir.
Başta Halep olmak üzere pek çok yerde havadan Rus, karadan Fars/İran
saldırıları sonunda direniş zaafa uğratılmıştır. Suriye’den Türkiye’ye sığınan
mültecilerin sayısında da bu dönemde büyük bir artış olmuştur.
Türkiye’de muhalefet çevreleri başından beri açıkça Baas diktatörlüğünü savunmuştur.
En büyük dayanakları ise Suriye’nin toprak bütünlüğü için Baas idaresi ile
anlaşmak icap ettiğini, bu sayede PKK ve benzeri terör örgütlerinin Suriye’de
alan hâkimiyetlerinin engellenebileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu tezin temel dayanağı
iki bakımdan yanlıştır:
Birinci olarak, eskiden beri Hatay ilinde ve Fırat suları üzerinde hak
iddia eden Baas idaresi, Türkiye’ye karşı mücadele eden bütün Sol terör
gruplarını desteklemiştir. 1979-1999 arasında 20 yıl PKK, Suriye’de üstlenerek
Türkiye’ye karşı terör faaliyetlerini, Suriye hükûmetlerinin yardımı ile
sürdürmüştür. Baas idaresinin Türkiye’ye karşı işlediği bu kötülüklerden tövbe
ederek pişman olduğuna inanmak için akla uygun bir neden yoktur. Sayıları
dört milyon kadar olan Suriyeli muhacirlerin/sığınmacıların, Baas hükûmeti ile
anlaşılarak geri gönderilmelerinin mümkün olabileceği iddiası çok taraftar
bulan bir görüştür.
İkinci ve belki daha önemli neden ise, Suriye’deki Rusya ve özellikle İran
vesayetidir. 2015’ten itibaren iç savaş nedeniyle dağılma durumuna gelen Suriye
ordusunu İran, dışarıdan Suriye’ye taşıdığı gönüllü Şii teröristlerle takviye
etmiştir. Günümüzde Suriye ordusu üniforması ile muhaliflere karşı savaşanlar
büyük ölçüde işte bu Şii terör gruplarıdır. Muhaliflere karşı bile kendini
koruma iktidarından yoksun kalan Suriye hükûmeti, istese bile Türkiye ile barış
yapabilir mi?
Çünkü bu savaş nedeniyle Suriye’de bir milyondan fazla insan katledildi ve
nüfusunun yarısı tehcir edildi. Tehcir edilen nüfus büyük ölçüde muhaliflere
destek olan kesimdendi. Şimdi aynı Suriye hükûmeti, kendisine muhalif olan
yaklaşık on milyonluk bir insan kitlesinin geriye dönmesine neden razı olsun?
Üstelik tehcir edilen nüfusun bir bölümünün yerine ise İran’ın Afganistan,
Pakistan ve Afrika gibi yerlerden taşıdığı Şii nüfus iskân edilmiştir. İran
kendisinin iskân ettiği o Şii nüfusun yerine eski sahipleri olan Suriyeli
muhacirlerin geri dönmesini neden istesin?
Suriye’deki iç savaşın veya devrimin sonunda Türkiye iki ciddî büyük
sorunla kuşatılmıştır: ABD yardımı ile Suriye’nin kuzey bölgesi büyük ölçüde
PKK/YPG tarafından işgal edilmiştir. Bu işgalde ABD’nin açık yardımı ve
koruması olmuştur. Ancak ABD’den önce İran’ın müdahalesiyle Baas hükûmeti
Haseki, Ayne’l-Arab ve Afrin’i kendiliğinden PKK’ya teslim etmiştir. Bu
teslimat ile hem Türkiye’den intikam almak, hem de Türkiye’yi muhalifler eliyle
Suriye’ye müdahale edemez duruma getirmek istenmiştir. ABD ise PKK’ya sınırsız
askerî destek ile Haseki, Ayne’l-Arab ve Afrin arasındaki araziyi de PKK’nın
işgaline almaya uğraşmıştır.
***
Devlet Bahçeli, “2023’e kadar her alanda ve her komşumuzla normalleşme
atmosferinin hâkim olması samimi arzumuz ve umudumuzdur” diye konuştu. Bu konulara
çok uzak olduğu bilinen AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da aynı
gün benzer bir açıklama yaptı.
Öncelikle teslim edilmelidir ki, Türkiye-Suriye ilişkilerinin bozulması,
Türkiye’nin plânlaması ile ortaya çıkmamıştır. Katliamcı Baas diktatörlüğünün
yaptığı zulümler sonunda meydana gelmiştir. Türkiye ise onurlu bir dış siyaset
ile bu katliama ortak olmamış, Suriyeli mazlum ve mağdurlara kapısını açmıştır.
Suriye ile ilişkilerin bozulmasına ve bu kadar Suriyeli muhacirin Türkiye’ye sığınmasına
sebep olan ve Türkiye-Suriye ilişkilerini normal seyrinden çıkaran Baas idaresi
iş başındayken ve o Baas idaresi üzerine özellikle İran/Fars vesayeti
artmışken, Türkiye-Suriye ilişkileri nasıl normalleşecektir?
Çünkü Türkiye doğrudan Baas idaresini ortadan kaldırarak bu sorunu çözme
fırsat ve imkânını kaçırmıştır. Halk desteğini kaybetse bile Fars ve Rus
desteği ile yoluna devam eden Baas idaresinin dışarıdan aldığı bu desteği
Türkiye’nin engelleme şansı da şimdilik yoktur. O hâlde sorunun temel kaynağı
olan Baas idaresi varlığını sürdürecek ve Türkiye işte o katliamcı idareyle
normalleşecektir. Böyle bir dış siyaset manevrası şimdiye kadar takip edilen
onurlu siyasetin terk edilmesi demektir. Çavuşoğlu ve diğer karar vericiler
neden bu onurlu dış siyaseti terk ettiklerini içeride ve dışarıda kime inandırabilirler?
Baas idaresinin ayakta kalmak için böyle hayâlî bir normalleşmeye razı
olacağı varsayılsa bile sorunun diğer tarafı olan muhalifler bu işe nasıl ikna
edilecektir? Muhalifler ikna olmaz ise (ki olmayacaklardır) Baas hükûmeti ile
Türkiye’nin tek taraflı anlaşması, tek taraflı bir normalleşme olacaktır. Ne
Baas idaresi, ne de onun sahibi/vasisi durumuna gelen İran Hükûmeti,
Türkiye’nin işleri kolaylaşsın diye PKK/YPG’nin Suriye sahasından tasfiye
edilmesine “Evet” der; bu inandırıcı değildir. Baas ve İran, istese bile
PKK/YPG’yi Suriye’den tasfiye edemez. Çünkü PKK üzerinde ABD koruması devam
etmektedir.
Türkiye’nin tek taraflı olarak Suriye/Baas idaresi ile başlayacağı
normalleşme çabalarının sahada bir karşılığı olmayacaktır.
Buna karşılık ister istemez bütün muhalif grupların Türkiye’ye olan güveni
yok olacaktır. Türkiye elde edemeyeceği hayâlî bir normalleşmeyle kendi
kardeşlerini, PKK’ya karşı birlikte savaştığı dostlarını kaybedecektir. Bir
daha hiçbir topluluğun Türkiye’ye güven duyması için ortada bir sebep
kalmayacaktır.
***
Türkiye, 2015-2016’da Halep ve çevresini tümüyle denetim altına alma
fırsatını kaçırmıştır. Böyle bir denetim olsaydı, Türkiye’ye bu kadar muhacir
gelmemiş olurdu. Türkiye’nin Suriye üzerindeki gücü ve ağırlığı bugünküne göre
çok daha fazla artardı. Ancak o fırsat o zaman kaçmıştır. Türkiye hiç yoktan
Süleyman Şah Türbesi’ni Mart 2015’te Türkiye’ye taşıma ayıbını yaşamıştır.
Türkiye’nin 1921 Ankara İtilafnamesi’ne göre Münbiç’in güneydoğusundaki eski
yerine Süleyman Şah Türbesi’ni taşımadan yola çıkarak, Münbiç ve Tel Rıfat’ı
denetim altına alarak Halep üzerinde baskı kurabilir. Suriye sahasında denetim
alanı ve gücü daha çok artan Türkiye’nin İran/Rusya ve Baas idaresi tarafından
daha çok ciddiye alınacağı açıktır. Buna karşılık, muhaliflerle yolları ayrılan
ve şayet normalleşme hevesi uğruna Münbiç ve Tel Rıfat’a operasyon yapmaktan
vazgeçen bir Türkiye’nin etkisi de, ağırlığı da iyice azalacaktır.
Bunun yanında Ukrayna Savaşı’ndan dolayı Rusya askerî, siyâsî ve ekonomik
bakımdan iyi durumda değildir. Buna rağmen Türkiye’ye karşı Suriye’de fiilen
engelleyici bir hareketin içine girerek Ukrayna Savaşı’nda tarafsız kalan
Türkiye’yi neden tümüyle Ukrayna’nın, Batı’nın yanında Rusya aleyhine bir
cepheye itmiş olsun? Rusya, Türkiye’nin Suriye sahasında daha fazla
güçlenmesini istemez. Ancak doğrudan Türkiye’ye karşı bir hareketin içinde
olması da kendisi bakımından makul değildir.
ABD ve diğer Batılı güçlerin muhtemel bir Türkiye-İran savaşından memnun
kalacağı söylenebilir. Buna karşılık İran, NATO üyesi olan Türkiye ile doğrudan
savaşmak yerine PKK, Haşdi Şabi ve Lübnan Hizbüllah’ı gibi kendisine bağımlı
unsurlar aracılığı ile Türkiye’nin önünü kesmeye ve zarar vermeye çalışması
akla daha uygun bir seçenektir. İran bağımlısı bu terör örgütleri Türkiye’ye
zarar verseler bile Türkiye’yi engelleyecek güçte değillerdir.
Muhalifleri yüz sütü bırakarak, katliamcı Baas idaresiyle hayâlî normalleşme
arayışına girecek Türkiye Hükûmeti, istediğini elde edemeyeceği gibi siyâsî
bakımdan da zor durumda kalacaktır. Müttefiklerini bırakmış ve güvenirliliğini
kaybetmiş bir Türkiye, daha zayıf hâle gelecektir. Böyle bir sonuç, içeride
muhalefetin iktidara karşı kullanacağı yıpratıcı hamlelere yeni fırsatlar
verecektir. Türkiye’nin Baas idaresiyle değil, muhalif gruplarla normalleşmeye
ve Suriye sahasında genişleteceği alanlarda muhacirleri iskân etmeye ihtiyacı
vardır.