Türkiye prangalarından kurtuluyor

Bahtiyarız ki, Yüce Türk Devleti, 2021 Nevruz’u arefesinde kış uykusundan uyandığını gösteren iki hayatî karara imza attı. Bu kararlardan biri vesayet terörünün partisi olan HDP’yi kapatma girişimi, diğeri de Aziz İstanbul’un adını kirleten nesebi bozuk bir metin olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesidir.

BU ülkenin ilginç bir vesayet tarihi vardır. Vesayet, bir devletin kendi rüştünden vazgeçerek bir himayeye ihtiyaç duyması, büyüklük ve bağımsızlık iddiasından vazgeçmesidir. Türkiye’nin ilk vesayet belgesi, Tanzimat Fermanı’dır.

Bu fermanla Osmanlı sultanı, ilk defa kendi güç ve kudretini Batı ile paylaşıyor ve ülkeyi içine düştüğü durumdan dolayı vesayetin dayatmasına bırakmaya rıza gösteriyordu. Bize büyük bir yenilik, ilerleme ve çağdaşlık gibi sunulan ve nesillerin belleklerine bu kimliği ile kazınan Tanzimat ve Islahat Fermanları, aslında vesayet sahiplerinin kalemize girip hükümlerini icra etmelerinden başka bir şey değildi.

Vesayet bir cemiyete bir kez yerleşince, artık onu söküp atmak çok zordur. Sizi askerî ve iktisadî açıdan çökerten düşman, bütün kurumlarınıza sızarak sizin şeklen iktidar olmanızı uygun görür ama muktedir olmanıza asla müsaade etmez. Yöneten sizsiniz, muktedir olanlar onlardır. Davulu siz taşırsınız, tokmağı vuran onlardır. Hamiyet sahibi padişah ve devlet adamları bu çarka itiraz ettiklerinde vesayet unsurlarınca budanarak susturulmuşlardır.

Abdülaziz’in öldürülmesi, vatansever devlet adamlarının can, mal ve itibar kayıplarına uğramaları olağan hâdiseler olmayıp vesayetin karanlık mahzenlerinde tasarlanıp uygulanan alçaklıklardır. Tanzimat’ın ardından sahte bir âlâ-yı vâlâ ile gelen Meşrutiyet yönetimleri, vesayetin Tanzimat eliyle yerleştikten sonra devleti parçalamak için harekete geçtiği yönetimlerdir.

Merkezî bir güç tarafından yönetilen Osmanlı, Meşrutiyet ile beraber unsurlarına ayrılan bir parlamenter sisteme geçirilmiş ve bu parlamentoda vesayetin araçları olan azınlık milletvekilleri, devletin temellerine ayrılık ve bölücülük dinamitleri yerleştirmekle meşgul olmuşlardır.

Bu dönemde vesayet, önünde yıkılmaz bir kale gibi duran İkinci Abdulhamid’i düşürdükten sonra Abdulhamid’i düşürmek için kullandığı unsurlar üzerinden harekete geçerek Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye’yi tarihe gömmüştür.

Bir vesayet koçbaşısı olan İttihat ve Terakki, devletin bütün âli kapılarını kırarak memleketi tam anlamıyla vesayete teslim etmiştir. Millî Mücadele ve onunla beraber hayatımıza giren Cumhuriyet, vesayetle anlaşmak suretiyle kendisini meşru saydırabilmiştir. Vesayet Cumhuriyet’i kuranlara saltanat ve Hilâfet’i kaldırtmış, dini vicdanlara hapsettirmiş, tarih ve medeniyeti ile bağlarını kestirmiştir. Vesayetin oluşturup pekiştirdiği bu statükoda gedik açmaya çalışanlara ise ağır bedeller ödetilmiştir.

1960 Darbesi’yle Menderes, 1980 Darbesi’yle Milliyetçi Cephe, 28 Şubat’ta Erbakan hükûmeti asker ve yargı vesayetlerinin iş birliği ile cezalandırılmışlardır. 1993’te vesayete karşı mücadele veren Özal’ın ölümü de aynı bağlamda değerlendirilebilir. Bu vatan evlâtlarının suçu nedir? Devleti statükonun elinden kurtararak kendi milleti için çalışıp didinen bir yapı hâline getirmek…

Osmanlı’yı bileşenlerine ayırıp tarihe gömen vesayet, Anadolu karasında Türkiye Cumhuriyeti olarak tanıdığı devlet yapısını da çürütüp tasfiye etmek için sürekli kontrolünde tutmuş ve onu daima kendisine muhtaç hâlde yaşatmıştır.

28 Şubat darbesini izleyen süreçte iktidara gelen AK Parti’yi vatan ve millet hayrına olacak her teşebbüsünde hırpalayıp sarsan vesayet, istediği sonucu alamadığını görünce 2014’ten itibaren Erdoğan’ı da selefleri gibi cezalandırmak için düğmeye basmıştır.

İçeride FETÖ ve PKK unsurları, dışarıda da ekonomik kıskaç, örtülü silah ambargosu ve kaotik medya faaliyetleri ile sistematik bir saldırıya geçmiştir. Gezi Olayları, 17-25 Aralık kumpası, MİT tırları, 6-8 Ekim Kobani Olayları ve nihayet 15 Temmuz ihanet girişimi, vesayetin sonuç odaklı sistematik saldırılarıdır.

15 Temmuz 2016 ihanet girişiminin başarısız olması, Türk Devleti’nin içimize Tanzimat’tan beri çöreklenmiş bulunan asker ve yargı vesayetini büyük ölçüde temizlemesiyle sonuçlandı.

Vesayet odaklarının her dönemde farklı bir görüntüye bürünen elleri vardır. Vesayetin 28 Şubat sonrası askeriye ve yargıda görünen eli FETÖ, siyâsette görünen eli HDP ve yanı sıra diğer partilere sızmış kriptolar, toplumda görünen ise eli sivil toplum örgütleri, legal-illegal ve marjinal örgütlerdir. Bölücülükte görünen eli de PKK ve türevleri…

Yeni Türkiye’nin milâdı 15 Temmuz 2016’dır. Bu tarihten itibaren orduyu ve yargıyı kontrol eden prangalardan kurtulan Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yaptığı harekâtlarla kuşatmaları yarmaya başlamıştır. Elinden çıkmakta olan Doğu Akdeniz’i, elden çıkmak üzereyken kurtardığı Libya ile yaptığı MEB anlaşmasıyla kurtarmış ve kuşatıldığı doğu cephesini de Karabağ’da yararak nefes almıştır.

Devlet, 200 yıllık güçlü prangalardan kurtuldukça ikincil prangaları da çözmek üzere harekete geçmiştir. PKK’yı içte bitirip dışta çökertme noktasına getirince onun siyâsî uzantısı olan HDP’yi kapatmak üzere harekete geçmesinin nedeni budur. Devlet, HDP’nin Türk siyâseti üzerindeki yıkıcı etkisini ortadan kaldırmak istemiştir. Zira HDP’nin Türk siyâseti üzerindeki yıkıcı etkisine bakıldığında onun PKK’nın değil, vesayetin siyâsî uzantısı olduğu açıkça görülür.

HDP, Türk siyâsetine vurulmuş bir vesayet prangasıydı ve behemehâl bu pranganın kırılması gerekiyordu.

Devlet bu hayırlı işinin yanına, sinsi bir tuzaktan başka bir işlevi olmayan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme iradesini de ekleyerek bir prangadan daha kurtulmuştur. Türk toplum yapısının en sağlam kurumu olan aileyi bilinçli ve sistematik bir şekilde hedefe koyan İstanbul Sözleşmesi, devlet eliyle toplumu çözmeyi amaçlayan büyük bir felâketten başka bir şey değildir.

Bu sözleşme, ayaklarının altında cennet taşıyan kadınlarımızı birer cinnet unsuru hâline getirmeyi iş edinmiş, toplum ve ailedeki barış ve huzuru bozmayı amaçlayan büyük fitneydi.

FETÖ’nün devlet içinde rüzgâr gibi estiği dönemlerde, daha sonra kendisiyle doğrudan ve dolaylı iltisağı bulunduğu anlaşılan Truva atı bir başbakan döneminde yürürlüğe koydurduğu bu sözleşme, kadın ve erkeğin yanına türedi cinsler ekleyen bir misyonun sözcüsüydü. Kadına şiddetin önlenmesi gibi dışı süslü, ancak kadını şiddet unsuru yaparak aileyi temelinden sarsıp yıkmayı amaçlayan bu sözleşme, bir toplum afyonundan başka bir şey değildi.

Erkeği sünepe bir figür hâline getirerek aile dışına atan bu habis sözleşme, çatısız haneler oluşturarak bireyleri elimizden kapmayı amaçlayan bir akla hizmet ediyordu. Ailesi talan edilmiş, çocukları devşirilmiş ve millî direnci kırılmış bir millet ütopyasının metni olan bu sözleşme, bizi tarih, din ve medeniyetimizden koparmayı amaçlayan büyük bir tuzaktı. Devletin, ne idüğü çok açık olan bu sözleşme prangasından kurtulması, bekasının teminatı için olmazsa olmaz şartlardan biriydi.

Bahtiyarız ki, Yüce Türk Devleti, 2021 Nevruz’u arefesinde kış uykusundan uyandığını gösteren iki hayatî karara imza attı. Bu kararlardan biri vesayet terörünün partisi olan HDP’yi kapatma girişimi, diğeri de Aziz İstanbul’un adını kirleten nesebi bozuk bir metin olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesidir.

Aziz okuyucular, 2021 Nevruz’u bize, Türk Devleti’nin sembolik anlamda çok yeni mesajlar verdiğini gösteriyor. Bu mesajların anlamı şudur: Türkiye ayağındaki bütün vesayet prangalarını sökerek kendi ekseninde büyüyüp âli bir devlet olacak ve insanlığa yeniden adâlet ve barış getirecektir.

Vesselâm...