BU ülkenin ilginç
bir vesayet tarihi vardır. Vesayet, bir devletin kendi rüştünden vazgeçerek bir
himayeye ihtiyaç duyması, büyüklük ve bağımsızlık iddiasından vazgeçmesidir.
Türkiye’nin ilk vesayet belgesi, Tanzimat Fermanı’dır.
Bu
fermanla Osmanlı sultanı, ilk defa kendi güç ve kudretini Batı ile paylaşıyor
ve ülkeyi içine düştüğü durumdan dolayı vesayetin dayatmasına bırakmaya rıza
gösteriyordu. Bize büyük bir yenilik, ilerleme ve çağdaşlık gibi sunulan ve
nesillerin belleklerine bu kimliği ile kazınan Tanzimat ve Islahat Fermanları,
aslında vesayet sahiplerinin kalemize girip hükümlerini icra etmelerinden başka
bir şey değildi.
Vesayet
bir cemiyete bir kez yerleşince, artık onu söküp atmak çok zordur. Sizi askerî
ve iktisadî açıdan çökerten düşman, bütün kurumlarınıza sızarak sizin şeklen
iktidar olmanızı uygun görür ama muktedir olmanıza asla müsaade etmez. Yöneten
sizsiniz, muktedir olanlar onlardır. Davulu siz taşırsınız, tokmağı vuran
onlardır. Hamiyet sahibi padişah ve devlet adamları bu çarka itiraz
ettiklerinde vesayet unsurlarınca budanarak susturulmuşlardır.
Abdülaziz’in
öldürülmesi, vatansever devlet adamlarının can, mal ve itibar kayıplarına
uğramaları olağan hâdiseler olmayıp vesayetin karanlık mahzenlerinde tasarlanıp
uygulanan alçaklıklardır. Tanzimat’ın ardından sahte bir âlâ-yı vâlâ ile gelen Meşrutiyet
yönetimleri, vesayetin Tanzimat eliyle yerleştikten sonra devleti parçalamak
için harekete geçtiği yönetimlerdir.
Merkezî
bir güç tarafından yönetilen Osmanlı, Meşrutiyet ile beraber unsurlarına
ayrılan bir parlamenter sisteme geçirilmiş ve bu parlamentoda vesayetin
araçları olan azınlık milletvekilleri, devletin temellerine ayrılık ve
bölücülük dinamitleri yerleştirmekle meşgul olmuşlardır.
Bu
dönemde vesayet, önünde yıkılmaz bir kale gibi duran İkinci Abdulhamid’i düşürdükten
sonra Abdulhamid’i düşürmek için kullandığı unsurlar üzerinden harekete geçerek
Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye’yi tarihe gömmüştür.
Bir
vesayet koçbaşısı olan İttihat ve Terakki, devletin bütün âli kapılarını
kırarak memleketi tam anlamıyla vesayete teslim etmiştir. Millî Mücadele ve
onunla beraber hayatımıza giren Cumhuriyet, vesayetle anlaşmak suretiyle
kendisini meşru saydırabilmiştir. Vesayet Cumhuriyet’i kuranlara saltanat ve
Hilâfet’i kaldırtmış, dini vicdanlara hapsettirmiş, tarih ve medeniyeti ile
bağlarını kestirmiştir. Vesayetin oluşturup pekiştirdiği bu statükoda gedik
açmaya çalışanlara ise ağır bedeller ödetilmiştir.
1960
Darbesi’yle Menderes, 1980 Darbesi’yle Milliyetçi Cephe, 28 Şubat’ta Erbakan
hükûmeti asker ve yargı vesayetlerinin iş birliği ile cezalandırılmışlardır.
1993’te vesayete karşı mücadele veren Özal’ın ölümü de aynı bağlamda
değerlendirilebilir. Bu vatan evlâtlarının suçu nedir? Devleti statükonun
elinden kurtararak kendi milleti için çalışıp didinen bir yapı hâline getirmek…
Osmanlı’yı
bileşenlerine ayırıp tarihe gömen vesayet, Anadolu karasında Türkiye
Cumhuriyeti olarak tanıdığı devlet yapısını da çürütüp tasfiye etmek için
sürekli kontrolünde tutmuş ve onu daima kendisine muhtaç hâlde yaşatmıştır.
28
Şubat darbesini izleyen süreçte iktidara gelen AK Parti’yi vatan ve millet
hayrına olacak her teşebbüsünde hırpalayıp sarsan vesayet, istediği sonucu
alamadığını görünce 2014’ten itibaren Erdoğan’ı da selefleri gibi cezalandırmak
için düğmeye basmıştır.
İçeride
FETÖ ve PKK unsurları, dışarıda da ekonomik kıskaç, örtülü silah ambargosu ve kaotik
medya faaliyetleri ile sistematik bir saldırıya geçmiştir. Gezi Olayları, 17-25
Aralık kumpası, MİT tırları, 6-8 Ekim Kobani Olayları ve nihayet 15 Temmuz
ihanet girişimi, vesayetin sonuç odaklı sistematik saldırılarıdır.
15
Temmuz 2016 ihanet girişiminin başarısız olması, Türk Devleti’nin içimize
Tanzimat’tan beri çöreklenmiş bulunan asker ve yargı vesayetini büyük ölçüde
temizlemesiyle sonuçlandı.
Vesayet
odaklarının her dönemde farklı bir görüntüye bürünen elleri vardır. Vesayetin 28
Şubat sonrası askeriye ve yargıda görünen eli FETÖ, siyâsette görünen eli HDP
ve yanı sıra diğer partilere sızmış kriptolar, toplumda görünen ise eli sivil
toplum örgütleri, legal-illegal ve marjinal örgütlerdir. Bölücülükte görünen
eli de PKK ve türevleri…
Yeni
Türkiye’nin milâdı 15 Temmuz 2016’dır. Bu tarihten itibaren orduyu ve yargıyı
kontrol eden prangalardan kurtulan Türkiye, Suriye’nin kuzeyine yaptığı harekâtlarla
kuşatmaları yarmaya başlamıştır. Elinden çıkmakta olan Doğu Akdeniz’i, elden
çıkmak üzereyken kurtardığı Libya ile yaptığı MEB anlaşmasıyla kurtarmış ve
kuşatıldığı doğu cephesini de Karabağ’da yararak nefes almıştır.
Devlet,
200 yıllık güçlü prangalardan kurtuldukça ikincil prangaları da çözmek üzere
harekete geçmiştir. PKK’yı içte bitirip dışta çökertme noktasına getirince onun
siyâsî uzantısı olan HDP’yi kapatmak üzere harekete geçmesinin nedeni budur.
Devlet, HDP’nin Türk siyâseti üzerindeki yıkıcı etkisini ortadan kaldırmak
istemiştir. Zira HDP’nin Türk siyâseti üzerindeki yıkıcı etkisine bakıldığında
onun PKK’nın değil, vesayetin siyâsî uzantısı olduğu açıkça görülür.
HDP,
Türk siyâsetine vurulmuş bir vesayet prangasıydı ve behemehâl bu pranganın
kırılması gerekiyordu.
Devlet
bu hayırlı işinin yanına, sinsi bir tuzaktan başka bir işlevi olmayan İstanbul
Sözleşmesi’nden çekilme iradesini de ekleyerek bir prangadan daha kurtulmuştur.
Türk toplum yapısının en sağlam kurumu olan aileyi bilinçli ve sistematik bir
şekilde hedefe koyan İstanbul Sözleşmesi, devlet eliyle toplumu çözmeyi
amaçlayan büyük bir felâketten başka bir şey değildir.
Bu
sözleşme, ayaklarının altında cennet taşıyan kadınlarımızı birer cinnet unsuru
hâline getirmeyi iş edinmiş, toplum ve ailedeki barış ve huzuru bozmayı
amaçlayan büyük fitneydi.
FETÖ’nün
devlet içinde rüzgâr gibi estiği dönemlerde, daha sonra kendisiyle doğrudan ve
dolaylı iltisağı bulunduğu anlaşılan Truva atı bir başbakan döneminde yürürlüğe
koydurduğu bu sözleşme, kadın ve erkeğin yanına türedi cinsler ekleyen bir
misyonun sözcüsüydü. Kadına şiddetin önlenmesi gibi dışı süslü, ancak kadını
şiddet unsuru yaparak aileyi temelinden sarsıp yıkmayı amaçlayan bu sözleşme,
bir toplum afyonundan başka bir şey değildi.
Erkeği
sünepe bir figür hâline getirerek aile dışına atan bu habis sözleşme, çatısız
haneler oluşturarak bireyleri elimizden kapmayı amaçlayan bir akla hizmet
ediyordu. Ailesi talan edilmiş, çocukları devşirilmiş ve millî direnci kırılmış
bir millet ütopyasının metni olan bu sözleşme, bizi tarih, din ve
medeniyetimizden koparmayı amaçlayan büyük bir tuzaktı. Devletin, ne idüğü çok
açık olan bu sözleşme prangasından kurtulması, bekasının teminatı için olmazsa
olmaz şartlardan biriydi.
Bahtiyarız
ki, Yüce Türk Devleti, 2021 Nevruz’u arefesinde kış uykusundan uyandığını
gösteren iki hayatî karara imza attı. Bu kararlardan biri vesayet terörünün
partisi olan HDP’yi kapatma girişimi, diğeri de Aziz İstanbul’un adını kirleten
nesebi bozuk bir metin olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesidir.
Aziz
okuyucular, 2021 Nevruz’u bize, Türk Devleti’nin sembolik anlamda çok yeni
mesajlar verdiğini gösteriyor. Bu mesajların anlamı şudur: Türkiye ayağındaki
bütün vesayet prangalarını sökerek kendi ekseninde büyüyüp âli bir devlet
olacak ve insanlığa yeniden adâlet ve barış getirecektir.
Vesselâm...