Türkiye’nin yeri, bulunduğu yerdir!

Reel şart ve gerçeklikler bize gösteriyor ki, Türkiye ne Atlantik ittifakıyla, ne de Asya ittifakıyla tam bir uyuşma hâlinde olabilir. Türkiye’nin durduğu yer, kendi yeri ve kendi ekseni olmak zorundadır!

ABD’deki 3 Kasım Başkanlık Seçimlerinden sonra muhtemel başkanın Biden olacağının anlaşılmasından sonra dünya ölçeğinde, Trump dönemine göre kurulan dengeler yeniden gözden geçirilmeye başlandı. Dünya ülkeleri, yeni gelen başkan ve ardındaki güçlerin öncelik ve ilkelerine göre yeni pozisyonlar alıyorlar.

Ne var ki, ABD’de Biden değil de Trump yeniden seçilseydi bile ABD’nin izleyeceği politikalar, Türkiye açısından pek değişmeyecek, hattâ bazı yönlerden Biden’in izleyeceği politikalardan daha da zarar verici olacaktı.

Trump’un dengesiz, çıkarcı, öngörülmez ve savruk yönetim anlayışı, Türkiye’ye başta ekonomik olmak üzere pek çok yönden büyük zararlar vermiştir.

Türkiye, Obama’nın ikinci döneminin son iki yılından sonra ABD ile ilişkilerinde “bedel ödeyerek büyüme ve risk alarak bağımsızlaşma” adını verebileceğimiz bir strateji ile hareket ederek bu amaçlar için ABD ile karşı karşıya gelmekten çekinmeyen bir politika izlemiştir. Bunda ABD’nin “Arap Baharı” diye adlandırılan, Arap coğrafyasını unsurlarına ayırıp parçalama siyâsetinin son hedefinin “Türk Baharı”na dönüşmeye başlamasının da büyük payı vardır.

ABD muhtemel Türk baharını güya birbiri ile kavgalı üç terör örgütü ve iki parti üzerinden tatbik etmeye başlamıştı. Bu plâna göre PKK, Çözüm Süreci algısıyla Güneydoğu Anadolu ve ötesine yığdığı silah ve yoğun terörist kadrosuyla bölgeyi istikrarsızlaştırıp öz yönetimler oluşturacak, DEAŞ büyük kentler ve Gaziantep-İstanbul hattında sansasyonel eylemler yapacak, FETÖ de 40 yıldır saklandığı delikten çıkarak devlet yönetimini eline geçirecekti.

Bu hareketlere de PKK’nın siyâsî kolu olan HDP ile Baykal operasyonu sonrası Atlantik ittifakının güdümüne giren CHP, sosyolojik tabanda destek vereceklerdi. Atlantik ittifakı ise bu bahara (!) örtülü ve yer yer açık siyâsî destek verecek, algı yönetiminde medyasını hizmete sokacak ve ekonomik yönden de hedef ülkeyi kıskaca alacaktı.

Plân bu idi ve bu kadar bileşenin bir araya gelmesi, ekonomik bakımdan bizden çok ileri düzeyde olan Almanya ve Japonya’yı bile bir yılda çökertecek güçte bir plândı. Ama olmadı. Bu kusursuz fitne, Türklerin genetik devlet koruma refleksine çarptı. Türk genetiği, devletini tehlikede gördüğü an hiçbir hesap ve çıkar gözetmeden devleti koruma ve kurtarma dürtüsüyle harekete geçen bir genetiktir. Nitekim Türk Devleti, kendine yönelen bu tehdidi bir bekâ meselesi olarak görmüş ve ebed müddet yaşayacak devletine yönelik bu girişimleri ağır bedeller ödeyerek akâmete uğratmıştır.

Hâl böyle iken şimdi birilerinin çıkıp, “Türkiye’nin yeri neresi olmalıdır?” sorusunu sorması son derece anlamsızdır. Bu suâl sahipleri, Türkiye’yi her rüzgârın istikametinde sürüklenen bir yaprak gibi iradesiz ve köksüz görme eğiliminde olan basiretsizlerdir.

Söyleyelim: Türkiye’nin yeri, bulunduğu yerdir ve başka hiçbir yer değildir!

İki kutuplu dünyadan Türkiye’ye bakmak

Ne demek istediğimizi açalım…

Şu anda dünya, artık iki kutuplu bir dünyadır. Küresel güçler, ABD’nin karşısına Çin’i koyarak fiilen olmasa da büyük ölçüde ABD’nin dünya hegemonyasına son vermişlerdir. ABD’nin hatâsı, kendisini hâlâ hegemozik güç sanarak eski alışkanlıklarıyla davranmasıdır. Şu an askerî üstünlük göreceli olarak ABD’nin elinde olabilir ama para, Çin’in eline geçmiştir. Bu paranın bir çeyrek asırda nasıl devâsa bir askerî güce evrileceğini şimdiden öngörebiliriz.

Dünya konjonktürüne bu açıdan bakınca, salim akıl, ABD’nin birinci önceliğinin Çin’in Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ni engellemek için harekete geçmesini ve bütün dikkat ve enerjisini o hatta vermesini öngörür. Ancak ABD’nin bu dönemde AB ile sıkı bir ittifak ilişkisine girmesi, ilişkiye girdiği bu ittifakın sorun alanlarıyla meşgul olmasını da getirir. Ancak bu meşguliyet, ikincil dereceden bir meşguliyettir ve temel ABD siyâset önceliğini içeremez.

ABD’nin bana göre AB ile yakınlaşmasının doğal sonucu olarak bizim aleyhimize ikincil öncelikle yaklaşacağı iki konu vardır. Bunlardan birisi Doğu Akdeniz, diğeri de Libya’dır. Çin ile rekabete girecek ve Rusya’yı tekrar şeytanlaştıracak bir ABD’nin bu bağlamda en çok ihtiyaç duyduğu etken güç, NATO olacaktır. NATO ise bugünkü yapısıyla iki ülkeden ibâret bir örgüttür; ABD ve Türkiye!

ABD’nin bu realiteden dolayı Doğu Akdeniz’deki tavrı, “Ne şiş yansın, ne kebap” tavrı olacaktır.

Zira Doğu Akdeniz’deki zengin karbon yataklarının bütünüyle AB’nin eline geçmesi, ABD’nin en son tercihi olur. Nedeni ise, enerji yeterliliğini kazanan bir AB’nin, günün sonunda “AB Ordusu” macerasına girişerek ABD’den kopma ihtimâlidir. Bu konuda ABD’nin kendi eliyle kendine rakip üreteceğini ileri sürenler, ABD ve AB ittifakının Doğu Akdeniz’de yeri yerinden oynatacağını düşünecek kadar saf olanlardır.

Evet, Doğu Akdeniz’de, özellikle Türkiye’nin Mavi Vatan tezine karşı AB, yeni dönemde Türkiye ile gergin bir süreç yaşayacaktır ama bu süreç, bir çatışma ve savaşa kesinlikle gitmeyecektir. Çünkü Türkiye, Mavi Vatan’a yapılacak bir saldırıyı “bedeli ne olursa olsun ödeteceğini” ilân etmiştir. Bu ilânın kuru bir gürültü olmadığını bütün AB başkentleri gibi ABD de çok iyi bilmektedir.

Kendisinin Çin ve Rusya ile büyük bir çıkar ve güç çatışmasına gireceği bir demde en çok ihtiyaç duyduğu AB ve Türkiye’nin birbirine girmesi, ABD’nin en son isteyeceği şeydir. Hattâ onun Doğu Akdeniz politikasında idare-i maslahat etmesinin AB’den çok Türkiye’nin işine geleceğini değerlendiriyorum.

Dolayısıyla AB fonlarından para alarak onlar namına yaygara koparan kimi basın ve yayın organları ile onların iç siyâsetteki uzantılarının, sahibinin sesi olduğu malûm algılarına fazla ehemmiyet vermemek lâzımdır. Bu süreç sonunda AB, Türkiye’nin Mavi Vatan sınırlarından bir milimlik bir ödün bile koparamayacaktır!

Libya meselesine gelince…

AB’nin elinin Libya’da, Doğu Akdeniz’deki hukuksuz pozisyonundan daha vahim olduğunu söylemek yanıltıcı olmaz. Zira AB’nin her tarafından çıkar ve yalan irinleri saçılan Irini Operasyonu’nun rotasına bakmak bile nasıl bir açmaz ile karşı karşıya olduklarını anlamaya yeter.

Siz gidip Libya’nın petrol ve doğalgaz yataklarına çökmek için, Meşru Hükûmet’e bayrak açan bir darbeciye destek verecek, sonra da Meşru Hükûmet’i destekleyen haklı konumdaki Türkiye hakkında kargaları bile güldürecek tezvirat ve yalandan medet umacaksınız.

AB, Libya’da Hafter’e destek verirken asıl kimin pozisyonunu güçlendiriyor? Rusya’nın… Rusya’nın Libya’da tutunmasının Afrika’da güçlenmesi anlamına geleceğine göre, bu en çok kimi rahatsız eder? ABD’yi… Biden ABD’si, Libya’da bana göre Türkiye ile ittifak yaparak Rusya cephesinin zayıflatılmasına çalışmak zorundadır; aksini yapması, bindiği dalı kesmek olur.

Türkiye, Doğu Akdeniz ve Libya’da uluslararası hukuktan gelen bir hak üzerinden güç gösterdiği için, karşısına kim çıkarsa çıksın, eyvallah etmeyecektir. Onun bu kararlılığını en iyi bilen ülke, ABD’dir.

Türkiye’nin ABD ile asıl çatışma alanı, Suriye cephesidir. ABD’nin Suriye cephesindeki varlığı bugün itibarıyla sembolik hâle gelmiştir. PKK ile Irak üzerinden üretmek istediği etki 6 yıl içinde tersine dönmüş ve Türkiye, PKK’nın Irak’taki gücünü büyük ölçüde kırmıştır. ABD’nin artık PKK ile Irak’taki ittifakı hiçbir işe yaramaz. Bu yüzden ABD, PKK’nın Irak’ta ezilmesine sahte memnuniyet demeçleri bile verecektir.

Ancak Suriye’de durum tersine işleyecektir. Lâkin ABD ne yaparsa yapsın, Türkiye, Suriye’de kukla bir devletçik ve özerk yapıya “bekâ ilkesi” gereğince müsaade etmeyecektir. ABD’nin, bu dönemde İsrail’den de biraz uzaklaşacağını öngörerek, Suriye’yi fazla kaşıyacağını sanmıyorum. El çeker mi? Hayır! İlk gaflet ânımızda bir canavar üretir mi? Evet! Türkiye büyük bir dikkatle ABD’nin Suriye’deki faaliyetlerini ve kukla örgütlerle ilişkisini takip edecektir.

Türkiye’den iki kutuplu dünyaya bakmak

Türkiye’nin ABD ve AB ekseninde hareket etmeyeceği açık olduğuna göre, birilerinin sandığı gibi Bir Kuşak Bir Yol Projesi bağlamında Türkiye acaba Çin, İngiltere, İran ve Rusya ile birlikte hareket eder mi? Hayır!

Türkiye açısından Çin’in dünya hâkimiyeti, ABD hâkimiyetinden daha tehlikelidir. Doğu Türkistan’ı yutmuş bir Çin, ilk fırsatta geniş bir coğrafyada kifayetsiz bir nüfus ve oldukça zayıf devletler hâlinde yer alan Türk devletlerini yutarak bir anda Hazar kıyısında belirebilir. Böyle bir durum, Türk ve İslâm dünyasına ikinci Moğol darbesi gibi olacaktır. Türkiye açısından en iyi Çin, Çin Seddi ardındaki Çin’dir.

Türkiye’nin Rusya ile Suriye, Libya ve Kafkaslarda nasıl bir nüfûz mücadelesine girdiği aşikâr. Bu bölgelere yakında Kırım’ın eklenmesi de muhtemel olduğuna göre, Türkiye-Rusya ilişkileri daima konjonktürel bir boyutta ilerleyecektir. Rusya, Türkiye açısından asla güvenilmez bir ülkedir!

İran’a gelince… Onun pozisyonu Türkiye’yi, hem Türk devletleri, hem de İslâm dünyasını ilgilendirmesi yönünden çok önemlidir. İran tarihinin son bin yıllık dönemi Türk hâkimiyeti altında geçtiği için, İran’daki genetik Türk düşmanlığı, küffar ülkelerinden bile beter vaziyettedir. Daha dün Karabağ meselesinde Ermenistan’a verdiği cansiperâne destek, başka hiçbir şeyle izah edilemez.

İran’ın PKK’ya yataklık etmesi ve Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de ümmeti birbirine düşürmesi ise affedilir hatâlar değildir. Bu itibarla Türkiye’nin İran ile de bir ittifakı olamaz.

Meselenin bam teline tekrar dönecek olursak, reel şart ve gerçeklikler bize gösteriyor ki, Türkiye ne Atlantik ittifakıyla, ne de Asya ittifakıyla tam bir uyuşma hâlinde olabilir. Türkiye’nin durduğu yer, kendi yeri ve kendi ekseni olmak zorundadır!

Vesselâm...