ABD’deki 3 Kasım
Başkanlık Seçimlerinden sonra muhtemel başkanın Biden olacağının
anlaşılmasından sonra dünya ölçeğinde, Trump dönemine göre kurulan dengeler
yeniden gözden geçirilmeye başlandı. Dünya ülkeleri, yeni gelen başkan ve
ardındaki güçlerin öncelik ve ilkelerine göre yeni pozisyonlar alıyorlar.
Ne
var ki, ABD’de Biden değil de Trump yeniden seçilseydi bile ABD’nin izleyeceği
politikalar, Türkiye açısından pek değişmeyecek, hattâ bazı yönlerden Biden’in
izleyeceği politikalardan daha da zarar verici olacaktı.
Trump’un
dengesiz, çıkarcı, öngörülmez ve savruk yönetim anlayışı, Türkiye’ye başta
ekonomik olmak üzere pek çok yönden büyük zararlar vermiştir.
Türkiye,
Obama’nın ikinci döneminin son iki yılından sonra ABD ile ilişkilerinde “bedel
ödeyerek büyüme ve risk alarak bağımsızlaşma” adını verebileceğimiz bir
strateji ile hareket ederek bu amaçlar için ABD ile karşı karşıya gelmekten
çekinmeyen bir politika izlemiştir. Bunda ABD’nin “Arap Baharı” diye adlandırılan,
Arap coğrafyasını unsurlarına ayırıp parçalama siyâsetinin son hedefinin “Türk
Baharı”na dönüşmeye başlamasının da büyük payı vardır.
ABD
muhtemel Türk baharını güya birbiri ile kavgalı üç terör örgütü ve iki parti
üzerinden tatbik etmeye başlamıştı. Bu plâna göre PKK, Çözüm Süreci algısıyla
Güneydoğu Anadolu ve ötesine yığdığı silah ve yoğun terörist kadrosuyla bölgeyi
istikrarsızlaştırıp öz yönetimler oluşturacak, DEAŞ büyük kentler ve Gaziantep-İstanbul
hattında sansasyonel eylemler yapacak, FETÖ de 40 yıldır saklandığı delikten
çıkarak devlet yönetimini eline geçirecekti.
Bu
hareketlere de PKK’nın siyâsî kolu olan HDP ile Baykal operasyonu sonrası
Atlantik ittifakının güdümüne giren CHP, sosyolojik tabanda destek vereceklerdi.
Atlantik ittifakı ise bu bahara (!) örtülü ve yer yer açık siyâsî destek
verecek, algı yönetiminde medyasını hizmete sokacak ve ekonomik yönden de hedef
ülkeyi kıskaca alacaktı.
Plân
bu idi ve bu kadar bileşenin bir araya gelmesi, ekonomik bakımdan bizden çok
ileri düzeyde olan Almanya ve Japonya’yı bile bir yılda çökertecek güçte bir
plândı. Ama olmadı. Bu kusursuz fitne, Türklerin genetik devlet koruma
refleksine çarptı. Türk genetiği, devletini tehlikede gördüğü an hiçbir hesap
ve çıkar gözetmeden devleti koruma ve kurtarma dürtüsüyle harekete geçen bir
genetiktir. Nitekim Türk Devleti, kendine yönelen bu tehdidi bir bekâ meselesi
olarak görmüş ve ebed müddet yaşayacak devletine yönelik bu girişimleri ağır
bedeller ödeyerek akâmete uğratmıştır.
Hâl
böyle iken şimdi birilerinin çıkıp, “Türkiye’nin
yeri neresi olmalıdır?” sorusunu sorması son derece anlamsızdır. Bu suâl
sahipleri, Türkiye’yi her rüzgârın istikametinde sürüklenen bir yaprak gibi
iradesiz ve köksüz görme eğiliminde olan basiretsizlerdir.
Söyleyelim:
Türkiye’nin yeri, bulunduğu yerdir ve başka hiçbir yer değildir!
İki
kutuplu dünyadan Türkiye’ye bakmak
Ne
demek istediğimizi açalım…
Şu
anda dünya, artık iki kutuplu bir dünyadır. Küresel güçler, ABD’nin karşısına
Çin’i koyarak fiilen olmasa da büyük ölçüde ABD’nin dünya hegemonyasına son
vermişlerdir. ABD’nin hatâsı, kendisini hâlâ hegemozik güç sanarak eski
alışkanlıklarıyla davranmasıdır. Şu an askerî üstünlük göreceli olarak ABD’nin
elinde olabilir ama para, Çin’in eline geçmiştir. Bu paranın bir çeyrek asırda
nasıl devâsa bir askerî güce evrileceğini şimdiden öngörebiliriz.
Dünya
konjonktürüne bu açıdan bakınca, salim akıl, ABD’nin birinci önceliğinin Çin’in
Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ni engellemek için harekete geçmesini ve bütün dikkat
ve enerjisini o hatta vermesini öngörür. Ancak ABD’nin bu dönemde AB ile sıkı
bir ittifak ilişkisine girmesi, ilişkiye girdiği bu ittifakın sorun alanlarıyla
meşgul olmasını da getirir. Ancak bu meşguliyet, ikincil dereceden bir
meşguliyettir ve temel ABD siyâset önceliğini içeremez.
ABD’nin
bana göre AB ile yakınlaşmasının doğal sonucu olarak bizim aleyhimize ikincil
öncelikle yaklaşacağı iki konu vardır. Bunlardan birisi Doğu Akdeniz, diğeri de
Libya’dır. Çin ile rekabete girecek ve Rusya’yı tekrar şeytanlaştıracak bir
ABD’nin bu bağlamda en çok ihtiyaç duyduğu etken güç, NATO olacaktır. NATO ise
bugünkü yapısıyla iki ülkeden ibâret bir örgüttür; ABD ve Türkiye!
ABD’nin
bu realiteden dolayı Doğu Akdeniz’deki tavrı, “Ne şiş yansın, ne kebap” tavrı
olacaktır.
Zira
Doğu Akdeniz’deki zengin karbon yataklarının bütünüyle AB’nin eline geçmesi, ABD’nin
en son tercihi olur. Nedeni ise, enerji yeterliliğini kazanan bir AB’nin, günün
sonunda “AB Ordusu” macerasına girişerek ABD’den kopma ihtimâlidir. Bu konuda
ABD’nin kendi eliyle kendine rakip üreteceğini ileri sürenler, ABD ve AB
ittifakının Doğu Akdeniz’de yeri yerinden oynatacağını düşünecek kadar saf
olanlardır.
Evet,
Doğu Akdeniz’de, özellikle Türkiye’nin Mavi Vatan tezine karşı AB, yeni dönemde
Türkiye ile gergin bir süreç yaşayacaktır ama bu süreç, bir çatışma ve savaşa
kesinlikle gitmeyecektir. Çünkü Türkiye, Mavi Vatan’a yapılacak bir saldırıyı
“bedeli ne olursa olsun ödeteceğini” ilân etmiştir. Bu ilânın kuru bir gürültü
olmadığını bütün AB başkentleri gibi ABD de çok iyi bilmektedir.
Kendisinin
Çin ve Rusya ile büyük bir çıkar ve güç çatışmasına gireceği bir demde en çok
ihtiyaç duyduğu AB ve Türkiye’nin birbirine girmesi, ABD’nin en son isteyeceği
şeydir. Hattâ onun Doğu Akdeniz politikasında idare-i maslahat etmesinin AB’den
çok Türkiye’nin işine geleceğini değerlendiriyorum.
Dolayısıyla
AB fonlarından para alarak onlar namına yaygara koparan kimi basın ve yayın
organları ile onların iç siyâsetteki uzantılarının, sahibinin sesi olduğu malûm
algılarına fazla ehemmiyet vermemek lâzımdır. Bu süreç sonunda AB, Türkiye’nin
Mavi Vatan sınırlarından bir milimlik bir ödün bile koparamayacaktır!
Libya
meselesine gelince…
AB’nin
elinin Libya’da, Doğu Akdeniz’deki hukuksuz pozisyonundan daha vahim olduğunu
söylemek yanıltıcı olmaz. Zira AB’nin her tarafından çıkar ve yalan irinleri
saçılan Irini Operasyonu’nun rotasına bakmak bile nasıl bir açmaz ile karşı
karşıya olduklarını anlamaya yeter.
Siz
gidip Libya’nın petrol ve doğalgaz yataklarına çökmek için, Meşru Hükûmet’e
bayrak açan bir darbeciye destek verecek, sonra da Meşru Hükûmet’i destekleyen
haklı konumdaki Türkiye hakkında kargaları bile güldürecek tezvirat ve yalandan
medet umacaksınız.
AB,
Libya’da Hafter’e destek verirken asıl kimin pozisyonunu güçlendiriyor?
Rusya’nın… Rusya’nın Libya’da tutunmasının Afrika’da güçlenmesi anlamına geleceğine
göre, bu en çok kimi rahatsız eder? ABD’yi… Biden ABD’si, Libya’da bana göre
Türkiye ile ittifak yaparak Rusya cephesinin zayıflatılmasına çalışmak
zorundadır; aksini yapması, bindiği dalı kesmek olur.
Türkiye,
Doğu Akdeniz ve Libya’da uluslararası hukuktan gelen bir hak üzerinden güç
gösterdiği için, karşısına kim çıkarsa çıksın, eyvallah etmeyecektir. Onun bu
kararlılığını en iyi bilen ülke, ABD’dir.
Türkiye’nin
ABD ile asıl çatışma alanı, Suriye cephesidir. ABD’nin Suriye cephesindeki varlığı
bugün itibarıyla sembolik hâle gelmiştir. PKK ile Irak üzerinden üretmek
istediği etki 6 yıl içinde tersine dönmüş ve Türkiye, PKK’nın Irak’taki gücünü büyük
ölçüde kırmıştır. ABD’nin artık PKK ile Irak’taki ittifakı hiçbir işe yaramaz. Bu
yüzden ABD, PKK’nın Irak’ta ezilmesine sahte memnuniyet demeçleri bile verecektir.
Ancak
Suriye’de durum tersine işleyecektir. Lâkin ABD ne yaparsa yapsın, Türkiye,
Suriye’de kukla bir devletçik ve özerk yapıya “bekâ ilkesi” gereğince müsaade
etmeyecektir. ABD’nin, bu dönemde İsrail’den de biraz uzaklaşacağını öngörerek,
Suriye’yi fazla kaşıyacağını sanmıyorum. El çeker mi? Hayır! İlk gaflet ânımızda
bir canavar üretir mi? Evet! Türkiye büyük bir dikkatle ABD’nin Suriye’deki
faaliyetlerini ve kukla örgütlerle ilişkisini takip edecektir.
Türkiye’den
iki kutuplu dünyaya bakmak
Türkiye’nin
ABD ve AB ekseninde hareket etmeyeceği açık olduğuna göre, birilerinin sandığı
gibi Bir Kuşak Bir Yol Projesi bağlamında Türkiye acaba Çin, İngiltere, İran ve
Rusya ile birlikte hareket eder mi? Hayır!
Türkiye
açısından Çin’in dünya hâkimiyeti, ABD hâkimiyetinden daha tehlikelidir. Doğu
Türkistan’ı yutmuş bir Çin, ilk fırsatta geniş bir coğrafyada kifayetsiz bir
nüfus ve oldukça zayıf devletler hâlinde yer alan Türk devletlerini yutarak bir
anda Hazar kıyısında belirebilir. Böyle bir durum, Türk ve İslâm dünyasına
ikinci Moğol darbesi gibi olacaktır. Türkiye açısından en iyi Çin, Çin Seddi
ardındaki Çin’dir.
Türkiye’nin
Rusya ile Suriye, Libya ve Kafkaslarda nasıl bir nüfûz mücadelesine girdiği
aşikâr. Bu bölgelere yakında Kırım’ın eklenmesi de muhtemel olduğuna göre,
Türkiye-Rusya ilişkileri daima konjonktürel bir boyutta ilerleyecektir. Rusya,
Türkiye açısından asla güvenilmez bir ülkedir!
İran’a
gelince… Onun pozisyonu Türkiye’yi, hem Türk devletleri, hem de İslâm dünyasını
ilgilendirmesi yönünden çok önemlidir. İran tarihinin son bin yıllık dönemi
Türk hâkimiyeti altında geçtiği için, İran’daki genetik Türk düşmanlığı, küffar
ülkelerinden bile beter vaziyettedir. Daha dün Karabağ meselesinde Ermenistan’a
verdiği cansiperâne destek, başka hiçbir şeyle izah edilemez.
İran’ın
PKK’ya yataklık etmesi ve Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de ümmeti birbirine
düşürmesi ise affedilir hatâlar değildir. Bu itibarla Türkiye’nin İran ile de
bir ittifakı olamaz.
Meselenin
bam teline tekrar dönecek olursak, reel şart ve gerçeklikler bize gösteriyor ki,
Türkiye ne Atlantik ittifakıyla, ne de Asya ittifakıyla tam bir uyuşma hâlinde
olabilir. Türkiye’nin durduğu yer, kendi yeri ve kendi ekseni olmak zorundadır!
Vesselâm...