Türkiye’nin yaptırımlarla imtihanı

Kırk yıllık Yanni, olur mu Kâni? Yılan kuyruk acısını, baba evlât acısını unutur mu? Ne ABD zalimliğinden, ne Batı vahşetinden vazgeçer. Yüzümüze gülenlerin cemaziyelevvellerini unutursak, mazlumların umutlarının kırılmasına sebebiyet veririz.

“EHL-i sâlib”, 11’inci yüzyılın sonlarında Avrupa dünyasının “Kudüs’ü kurtarma” sloganı ile Türkleri Anadolu’dan atmak ve bütün Orta Doğu’yu ele geçirmek için başlattığı siyâsî amaçlı askerî harekâta katılanlara verilen addır.

Tarihler değişir, ancak imkân ve şerait farklı olsa bile hak ile bâtılın mücadelesinin hakikati değişmez; bu mücadele yevmü’l-kıyâmete kadar devam edecektir.

Tarafların bulundukları coğrafyalar/kıtalar farklılık arz etse bile, işin özü bâki kalır. Biz bu yazımızda yakın tarihimizden ve elan “dost/müttefik” denilenlerin ikide bir bize uyguladıkları ve fırsat bulurlar ise uygulayacakları “yaptırım” denilen Haçlı oyunlarından bahsedeceğiz...

Cihan Devletimizin İlâhî tecelli netîcesi ehl-i sâlibe yenilmesiyle (!) yüz elli sene önce başlayan bu arızî hâl üzerine müstevliler aralarında bir pakt yaptılar. Bilâd-ı Osmanîyi cetvel devletlere böldüler, ismine de “Sykes-Picot Anlaşması” dediler. O günden sonra devlet olarak maveraya bakışımız, medeniyet tasavvurumuzdaki İlâhî kaynaklı projelerimiz durduruldu. Cihanı kucaklayan Nizam-ı Âlem ülkümüz, aşkını ve iksirini kaybedip şair Ömer Hayyam’ın dediği, “Cellâdına âşık olmuşsa bir millet/ İster ezan, ister çan dinlet” beytini haklı çıkartır bir hâl aldı. Günümüzde bunu başka isimlerle ifade edenler var. Ne yazık ki, uzun süre bunun izmihlâl hâlini yaşadık. Emperyalistlerin özellikle bu yaptırım silâhına sık sık başvurmalarının muhatabı hep Müslüman ülkeler olmakla beraber, Türkiye ise hep hedefte olan ülkedir. Yaptırım denen zillete başvurmalarının tarihî arka plânını bilmeden istikbâle emin bakamayız.

Bugün yaşadıklarımızın ceremesi, yüz sene önce bizim gönül dünyamızı tahrip edip İslâm coğrafyasındaki rolümüzün, tarihteki kadim mîrasımızın akâmetini hazırlayanların kurdukları ittifaklara, cellâdına âşık misâl, onların teşvikleriyle girmeye çalıştık ki bu da nitekim, girdiğimiz ittifaklarla alâkalıdır. Kimilerine göre âlâ-ı vâlâ olduğumuz gibi anlatılan NATO, CENTO, Birleşmiş Milletler ve bağlı cemiyetler, yine başka başka efsûnî kelimelerin sütre gerisindeki şeytanî teşkilâtlara biz de bazen gönüllü, kimi zamansa şartlar muvacehesinde girmeye çalıştık.

Hamd edilmesi gereken müspet hâl ise şu: O müstevlilerin neler düşündüklerini bilenlerin olduğunun varlığı… İşbu ehl-i dil münevver-i kâmilin ifadeleriyle söyleyelim ki, Türkiye’nin lâik elitleri, seküler entelijansiyası, derin devleti (şen’î olanlarını kastediyorum), onun sözcüleri ve gözcüleri, istedikleri kadar Türkiye’nin lâik ve Batılı bir ülke olduğunu söyleyip dursunlar, hattâ ısrarcı olsunlar, Batılılar, milletimiz gibi bin yıl rakibi olan bir aktörün rejim değişikliğiyle kimliğini ve serdeki imanını yitirmeyeceğini, iddialarını asla terk etmeyeceğini çok iyi biliyorlar!

Lâik devrimlerle Türkiye’nin İslâmî köklerinin yok edilmediğini, aksine, Türkiye’nin yok olmaya direndiğini, kendini toparlayıp yeniden tarih yapabilecek ölçekte iyi kötü adımlar atmaya başladığını, umut kıvılcımı çaktığını, bunun da mazlum dünyada iyi algılandığını çok iyi görüyorlar!

Bizim cellâdına âşık tasmalı çekirgelerimiz bunu görmüyor ya da işlerine gelmediği için görmek istemiyor olabilirler. Ama Batılılar Anya’yı da, Konya’yı da biliyorlar. Batılılar Türkiye’yi NATO’ya, başka bir yere kaymasın, kendi ruh köklerini hatırlamasın, Batı uygarlığının en büyük rakibi olan tarihî rolünü yeniden oynamasın diye aldılar. Zira yıllardır PKK, FETÖ ve benzeri bölücü ve hain çetelerin kimi NATO ülkelerinin bağrında beslendiğini sağır sultan bile duydu.

Son yüz sene içinde ABD’den gelen tehdit mektupları, Kıbrıs Millî Meselesi için yapılan baskılar, uygulanan silâh ambargoları, haşhaş ekimi gibi konuların listesini yapmak istemiyorum. Gerek AB’den ve gerekse köle tüccarı, Kızılderili katili, emperyalizmin müseccel timsali ABD’nin bize neden yaptırım uygulamak istediğini yazmaya çalışalım.

Milletçe kırk yıldır içimizden devşirilen ve emperyalist devletlerin maşası olarak kullanılan PKK, FETÖ, DEAŞ ve benzeri terör mihraklarının hâmisi, başta ABD ve AB gibi Batı mihraklarıdır. ABD’nin başrol oyuncusu olduğu demde şimdilik S-400 Hava Savunma Sistemi bahane edilerek ülkemize “yaptırım” uygulanmak isteniyor. Bu hususla ilgili Devlet Başkanımızın görüşü şöyle:

Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe ve hedeflerine yaklaştıkça, bunlarla bağlantılı olarak istiklâline ve istikbâline, egemenlik haklarına sıkı sıkıya sahip çıktıkça, maruz kaldığı saldırıların çapı da arttı.” Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Ülkemizle meşru rekabet zemininde mücadele edemeyenler, tek taraflı yaptırım tehditleriyle bizi yolumuzdan çevirmeye çalışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda gündemimizde Avrupa Birliği’nin yaptırım tehditleri vardı, bir süredir gündemde olan Amerika Birleşik Devletleri yaptırımları açıklandı. Çok net ifade ediyorum; bakınız 2017’den bu yana CAATSA konusunda hiçbir ülkeye, Türkiye’den başka, bu yaptırım uygulanmamıştır. İlk defa bir NATO üyesi olarak ülkemize uygulanmaktadır. Bu nasıl bir ittifaktır, bu nasıl bir müttefikliktir? Bu karar, ülkemizin egemenlik haklarına yönelik alenî bir saldırıdır!” dedi.

Erdoğan, “Amerika çok uzun zamandır kendi elindeki hava savunma sistemlerinin ülkemize satışına izin vermiyor; kaldı ki, F-35 uçaklarının bine yakın parçasını Türkiye üretiyor ve Amerika’ya veriyor. Senato’da çıkan engellerin yanı sıra bu sistemleri almak için istediğimiz şartların hiçbirini de karşılamayan Amerika, biz ihtiyacımızı başka bir yerden karşıladık diye yaptırım silâhını çekmiştir. Önümüze konulan, Türkiye’nin S-400 alması ve bu sistemin hiçbir teknik izah getirilemeyen F-35’ler için paranın büyük bir kısmını verdiğimiz hâlde tehdit teşkil ettiği iddiası, sadece bir bahaneden ibârettir. Asıl amaç, ülkemizin savunma sanayiinde son dönemde başlattığı atılımların önünü keserek yeniden bizi mutlak olarak kendilerine bağımlı hâle getirmektir” dedi.

Yaptırımla bizden istediklerini alabilirler mi?

Aklı başında, gönül ehli münevverimizin ve insanımızın ortak kanaati ise biraz hamâsi, biraz kablelvuku şekilde şöyle özetlenebilir:

Amerika’daki İsrail, Ermenistan, Yunanistan ve bilumum Türkiye düşmanları ile Evanjelistlerin bir süredir Türkiye’ye “bir ders verme” arzuları bulunmaktaydı. Suriye’de kurulmaya çalışılan peyk devletçikler, Doğu Akdeniz’deki enerji koridoru,  Libya’da ve dolayısıyla Şimal-i Afrika’daki hareketliliğimizin enerjisi ve son Karabağ Zaferi, onların zâviyesine göre bu kesimin elini iyice güçlendirdi.

Yaptırımlar ekonomik anlamda sembolik bir mânâ ifade ediyor. Ancak, yakın gelecek stratejileri açısından önemli bir dönüm noktasında olduğumuz kesin. Türkiye’nin “tam bağımsızlığına” giden yolda üretmiş olduğu son teknoloji silâhlar, silâh tüccarı emperyalist ülkelerin işine gelmiyor. Bu durum bizim için büyük öneme sahip. Kendilerince bu yolu tıkamaya çalışıyorlar. Ancak nafile!

“Kötü komşu, insanı alet sahibi yaparmış” diye bir atasözümüz var. Gelin, neden S-400 Hava Savunma Sistemlerini tercih ettiğimizi hatırlayalım…

Yazar Faruk Önalan’ın yazısından bir alıntı:

“Türkiye, Suriye krizinin tırmanması ile 2012 yılının sonunda NATO’dan resmen hava savunma sistemleri talep etti. İlk olarak 2013 yılı Ocak ayında ABD, Gaziantep’te konuşlandırılmak üzere Patriot gönderdi. Türk Silahlı Kuvvetleri, artan terör olayları sonrası DEAŞ ile birlikte ABD’nin destek verdiği PKK/YPG unsurlarına da operasyon yapmaya başladı. Bu gelişmeler sonrası Amerika, ‘tehdit algısının değişmesi’ bahanesini öne sürerek Gaziantep’te konuşlu Patriot füzelerini geri çekti.

ABD’nin ardından Almanya da Şubat 2013’te Kahramanmaraş’a konuşlandırdığı Patriot bataryalarını yine aynı bahane ile (Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehditlerin yapısı değişti) geri çekti. Almanya’nın bıraktığı boşluğu doldurmak için İtalya’dan istenen Fransız-İtalyan ortak yapımı iki adet SAMP-T füzesi (biri opsiyonel, biri yedek) Kahramanmaraş’a konuşlandırıldı.

Barış Pınarı Harekâtı başladıktan sonra İtalya da bataryalarını sökmeye başladı. Hollanda’nın da Adana’ya konuşlandırdığı Patriot sistemlerini sökmesiyle, sadece İspanya’nın Patriot hava sistemi kaldı. Millî güvenlik açısından stratejik öneme haiz hava savunma sistemleri eksikliğini derinden hisseden ve oyalama taktiklerinden bıkan Türkiye, 15 Temmuz hain darbe girişiminin gerçekleşmesiyle tercih değil, zorunluluk açısından Rus S-400 hava sistemlerinin (teknoloji transferi ile) alınmasında karar kıldı.

İlk ihale sürecinde 8.8 milyar dolarlık teklif veren Rusya ile bu defa 2 buçuk milyar dolara anlaşma sağlandı. 2019’da yapılan teslimat sonrası Eylül 2020’de Sinop’ta gerçekleştirilen test denemelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan doğruladı: ‘Bu testler -doğrudur- yapıldı, yapılıyor ve Amerika’nın bu yaklaşımı kesinlikle bizi bağlamaz. Çünkü biz elimizdeki bu tür imkânların testini yapmayacağız da neyi yapacağız? Herhâlde bunu kalkıp Amerika’ya soracak değiliz!’

Türkiye millî güvenlik meselesi ile ilgili zorunlu olarak yaptığı hamleler karşısında geri adım atmayınca, CAATSA’yı devreye sokmak için Trump’a baskılar yapıldı. 2019 yılında gerçekleştirilen G-20 zirvesinde bir gazetecinin Türkiye’nin S-400 savunma sistemini alması hâlinde ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulayıp uygulamayacağını sorması üzerine Trump, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan, Obama yönetiminden Patriot almak istedi fakat izin verilmedi. Obama döneminde Türkiye’ye âdil davranılmadı. Karışık bir konu (S-400), farklı çözümler arıyoruz. (Türkiye’ye karşı) Âdil olmak zorundasınız” cevabını verdi.”

Olup bitenlerin ayan beyan ortada olması, başka tevile yer bırakmıyor!

Sonuç

Başta arz etmiş idim, tarihler değişir ama imkân ve şerait farklı olsa bile hak ile bâtılın mücadelesinin hakikati değişmez. Kırk yıllık Yanni, olur mu Kâni? Yılan kuyruk acısını, baba evlât acısını unutur mu? Ne ABD zalimliğinden, ne Batı vahşetinden vazgeçer.

Yüzümüze gülenlerin cemaziyelevvellerini unutursak, mazlumların umutlarının kırılmasına sebebiyet veririz.

Son kelâmı Kur’ân-ı Kerîm’e bırakıp kemâl-i edeple susarak hâddimizi bilelim:

“Ey iman edenler! Kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri durmaz; her zaman sıkıntıya düşmenizi isterler. Baksanıza, size olan şiddetli öfkeleri ağızlarından taşıyor. Kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlık ise daha korkunçtur. Eğer aklınızı kullanıp gereğince davranırsanız, size âyetlerimizi kesin bir şekilde açıklamış bulunuyoruz.” (Âl-i İmran, 118)

***

Not: Sarıkamış Şühedâmızın rûhâniyetinin Allah-u Teâlâ rızâsı için Cennet-i Â’lâ ile taltif olmasına duâ ediyor, aynı zamanda dâr-ı bekâya vâsıl olan Osman Baş kardeşime Rabbimden rahmetler diliyorum…