“EHL-i sâlib”, 11’inci yüzyılın sonlarında Avrupa dünyasının “Kudüs’ü
kurtarma” sloganı ile Türkleri Anadolu’dan atmak ve bütün Orta Doğu’yu ele
geçirmek için başlattığı siyâsî amaçlı askerî harekâta katılanlara verilen addır.
Tarihler değişir, ancak imkân ve şerait farklı olsa bile hak ile
bâtılın mücadelesinin hakikati değişmez; bu mücadele yevmü’l-kıyâmete kadar devam
edecektir.
Tarafların
bulundukları coğrafyalar/kıtalar farklılık arz etse bile, işin özü bâki kalır. Biz
bu yazımızda yakın tarihimizden ve elan “dost/müttefik” denilenlerin ikide bir
bize uyguladıkları ve fırsat bulurlar ise uygulayacakları “yaptırım” denilen
Haçlı oyunlarından bahsedeceğiz...
Cihan
Devletimizin İlâhî tecelli netîcesi ehl-i sâlibe yenilmesiyle (!) yüz elli sene
önce başlayan bu arızî hâl üzerine müstevliler aralarında bir pakt yaptılar.
Bilâd-ı Osmanîyi cetvel devletlere böldüler, ismine de “Sykes-Picot Anlaşması” dediler.
O günden sonra devlet olarak maveraya bakışımız, medeniyet tasavvurumuzdaki
İlâhî kaynaklı projelerimiz durduruldu. Cihanı kucaklayan Nizam-ı Âlem ülkümüz,
aşkını ve iksirini kaybedip şair Ömer Hayyam’ın dediği, “Cellâdına âşık olmuşsa
bir millet/ İster ezan, ister çan dinlet” beytini haklı çıkartır bir hâl aldı. Günümüzde
bunu başka isimlerle ifade edenler var. Ne yazık ki, uzun süre bunun izmihlâl
hâlini yaşadık. Emperyalistlerin özellikle bu yaptırım silâhına sık sık
başvurmalarının muhatabı hep Müslüman ülkeler olmakla beraber, Türkiye ise hep
hedefte olan ülkedir. Yaptırım denen zillete başvurmalarının tarihî arka
plânını bilmeden istikbâle emin bakamayız.
Bugün yaşadıklarımızın ceremesi, yüz sene önce bizim gönül
dünyamızı tahrip edip İslâm coğrafyasındaki rolümüzün, tarihteki kadim mîrasımızın
akâmetini hazırlayanların kurdukları ittifaklara, cellâdına âşık misâl, onların
teşvikleriyle girmeye çalıştık ki bu da nitekim, girdiğimiz ittifaklarla alâkalıdır.
Kimilerine göre âlâ-ı vâlâ olduğumuz gibi anlatılan NATO, CENTO, Birleşmiş
Milletler ve bağlı cemiyetler, yine başka başka efsûnî kelimelerin sütre
gerisindeki şeytanî teşkilâtlara biz de bazen gönüllü, kimi zamansa şartlar
muvacehesinde girmeye çalıştık.
Hamd edilmesi gereken müspet hâl ise şu: O müstevlilerin neler
düşündüklerini bilenlerin olduğunun varlığı… İşbu ehl-i dil münevver-i kâmilin
ifadeleriyle söyleyelim ki, Türkiye’nin lâik elitleri, seküler entelijansiyası,
derin devleti (şen’î olanlarını kastediyorum), onun sözcüleri ve gözcüleri, istedikleri
kadar Türkiye’nin lâik ve Batılı bir ülke olduğunu söyleyip dursunlar, hattâ
ısrarcı olsunlar, Batılılar, milletimiz gibi bin yıl rakibi olan bir aktörün
rejim değişikliğiyle kimliğini ve serdeki imanını yitirmeyeceğini, iddialarını
asla terk etmeyeceğini çok iyi biliyorlar!
Lâik devrimlerle Türkiye’nin İslâmî köklerinin yok edilmediğini,
aksine, Türkiye’nin yok olmaya direndiğini, kendini toparlayıp yeniden tarih
yapabilecek ölçekte iyi kötü adımlar atmaya başladığını, umut kıvılcımı
çaktığını, bunun da mazlum dünyada iyi algılandığını çok iyi görüyorlar!
Bizim cellâdına âşık tasmalı çekirgelerimiz bunu görmüyor ya da
işlerine gelmediği için görmek istemiyor olabilirler. Ama Batılılar Anya’yı da,
Konya’yı da biliyorlar. Batılılar Türkiye’yi NATO’ya, başka bir yere kaymasın,
kendi ruh köklerini hatırlamasın, Batı uygarlığının en büyük rakibi olan tarihî
rolünü yeniden oynamasın diye aldılar. Zira yıllardır PKK, FETÖ ve benzeri
bölücü ve hain çetelerin kimi NATO ülkelerinin bağrında beslendiğini sağır
sultan bile duydu.
Son yüz sene içinde ABD’den gelen tehdit mektupları, Kıbrıs
Millî Meselesi için yapılan baskılar, uygulanan silâh ambargoları, haşhaş ekimi
gibi konuların listesini yapmak istemiyorum. Gerek AB’den ve gerekse köle
tüccarı, Kızılderili katili, emperyalizmin müseccel timsali ABD’nin bize neden
yaptırım uygulamak istediğini yazmaya çalışalım.
Milletçe kırk yıldır içimizden devşirilen ve emperyalist
devletlerin maşası olarak kullanılan PKK, FETÖ, DEAŞ ve benzeri terör
mihraklarının hâmisi, başta ABD ve AB gibi Batı mihraklarıdır. ABD’nin başrol
oyuncusu olduğu demde şimdilik S-400 Hava Savunma Sistemi bahane edilerek
ülkemize “yaptırım” uygulanmak isteniyor. Bu hususla ilgili Devlet Başkanımızın
görüşü şöyle:
“Türkiye büyüdükçe, güçlendikçe ve
hedeflerine yaklaştıkça, bunlarla bağlantılı olarak istiklâline ve istikbâline,
egemenlik haklarına sıkı sıkıya sahip çıktıkça, maruz kaldığı saldırıların çapı
da arttı.” Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, “Ülkemizle meşru rekabet zemininde mücadele
edemeyenler, tek taraflı yaptırım tehditleriyle bizi yolumuzdan çevirmeye
çalışıyorlar. Geçtiğimiz haftalarda gündemimizde Avrupa Birliği’nin yaptırım
tehditleri vardı, bir süredir gündemde olan Amerika Birleşik Devletleri
yaptırımları açıklandı. Çok net ifade ediyorum; bakınız 2017’den bu yana CAATSA
konusunda hiçbir ülkeye, Türkiye’den başka, bu yaptırım uygulanmamıştır. İlk
defa bir NATO üyesi olarak ülkemize uygulanmaktadır. Bu nasıl bir ittifaktır,
bu nasıl bir müttefikliktir? Bu karar, ülkemizin egemenlik haklarına yönelik
alenî bir saldırıdır!” dedi.
Erdoğan, “Amerika çok uzun
zamandır kendi elindeki hava savunma sistemlerinin ülkemize satışına izin
vermiyor; kaldı ki, F-35 uçaklarının bine yakın parçasını Türkiye üretiyor ve
Amerika’ya veriyor. Senato’da çıkan engellerin yanı sıra bu sistemleri almak
için istediğimiz şartların hiçbirini de karşılamayan Amerika, biz ihtiyacımızı
başka bir yerden karşıladık diye yaptırım silâhını çekmiştir. Önümüze konulan,
Türkiye’nin S-400 alması ve bu sistemin hiçbir teknik izah getirilemeyen F-35’ler
için paranın büyük bir kısmını verdiğimiz hâlde tehdit teşkil ettiği iddiası,
sadece bir bahaneden ibârettir. Asıl amaç, ülkemizin savunma sanayiinde son
dönemde başlattığı atılımların önünü keserek yeniden bizi mutlak olarak
kendilerine bağımlı hâle getirmektir” dedi.
Yaptırımla bizden istediklerini alabilirler mi?
Aklı başında, gönül ehli münevverimizin ve insanımızın ortak kanaati
ise biraz hamâsi, biraz kablelvuku şekilde şöyle özetlenebilir:
Amerika’daki İsrail, Ermenistan, Yunanistan ve bilumum Türkiye
düşmanları ile Evanjelistlerin bir süredir Türkiye’ye “bir ders verme” arzuları
bulunmaktaydı. Suriye’de kurulmaya çalışılan peyk devletçikler, Doğu Akdeniz’deki
enerji koridoru, Libya’da ve dolayısıyla
Şimal-i Afrika’daki hareketliliğimizin enerjisi ve son Karabağ Zaferi, onların
zâviyesine göre bu kesimin elini iyice güçlendirdi.
Yaptırımlar ekonomik anlamda sembolik bir mânâ ifade ediyor.
Ancak, yakın gelecek stratejileri açısından önemli bir dönüm noktasında
olduğumuz kesin. Türkiye’nin “tam bağımsızlığına” giden yolda üretmiş olduğu
son teknoloji silâhlar, silâh tüccarı emperyalist ülkelerin işine gelmiyor. Bu
durum bizim için büyük öneme sahip. Kendilerince bu yolu tıkamaya çalışıyorlar.
Ancak nafile!
“Kötü komşu, insanı alet sahibi yaparmış” diye bir atasözümüz var.
Gelin, neden S-400 Hava Savunma Sistemlerini tercih ettiğimizi hatırlayalım…
Yazar Faruk Önalan’ın yazısından bir alıntı:
“Türkiye,
Suriye krizinin tırmanması ile 2012 yılının sonunda NATO’dan resmen hava
savunma sistemleri talep etti. İlk olarak 2013 yılı Ocak ayında ABD,
Gaziantep’te konuşlandırılmak üzere Patriot gönderdi. Türk Silahlı Kuvvetleri,
artan terör olayları sonrası DEAŞ ile birlikte ABD’nin destek verdiği PKK/YPG
unsurlarına da operasyon yapmaya başladı. Bu gelişmeler sonrası Amerika,
‘tehdit algısının değişmesi’ bahanesini öne sürerek Gaziantep’te konuşlu
Patriot füzelerini geri çekti.
ABD’nin
ardından Almanya da Şubat 2013’te Kahramanmaraş’a konuşlandırdığı Patriot
bataryalarını yine aynı bahane ile (Suriye’den Türkiye’ye yönelik tehditlerin
yapısı değişti) geri çekti. Almanya’nın bıraktığı boşluğu doldurmak için
İtalya’dan istenen Fransız-İtalyan ortak yapımı iki adet SAMP-T füzesi (biri
opsiyonel, biri yedek) Kahramanmaraş’a konuşlandırıldı.
Barış
Pınarı Harekâtı başladıktan sonra İtalya da bataryalarını sökmeye başladı.
Hollanda’nın da Adana’ya konuşlandırdığı Patriot sistemlerini sökmesiyle,
sadece İspanya’nın Patriot hava sistemi kaldı. Millî güvenlik açısından
stratejik öneme haiz hava savunma sistemleri eksikliğini derinden hisseden ve
oyalama taktiklerinden bıkan Türkiye, 15 Temmuz hain darbe girişiminin
gerçekleşmesiyle tercih değil, zorunluluk açısından Rus S-400 hava
sistemlerinin (teknoloji transferi ile) alınmasında karar kıldı.
İlk
ihale sürecinde 8.8 milyar dolarlık teklif veren Rusya ile bu defa 2 buçuk
milyar dolara anlaşma sağlandı. 2019’da yapılan teslimat sonrası Eylül 2020’de
Sinop’ta gerçekleştirilen test denemelerini Cumhurbaşkanı Erdoğan doğruladı: ‘Bu
testler -doğrudur- yapıldı, yapılıyor ve
Amerika’nın bu yaklaşımı kesinlikle bizi bağlamaz.
Çünkü biz elimizdeki bu tür imkânların testini yapmayacağız da neyi yapacağız?
Herhâlde bunu kalkıp Amerika’ya soracak değiliz!’
Türkiye
millî güvenlik meselesi ile ilgili zorunlu olarak yaptığı hamleler karşısında
geri adım atmayınca, CAATSA’yı devreye sokmak için Trump’a baskılar yapıldı.
2019 yılında gerçekleştirilen G-20 zirvesinde bir gazetecinin Türkiye’nin S-400
savunma sistemini alması hâlinde ABD’nin Türkiye’ye yaptırım uygulayıp
uygulamayacağını sorması üzerine Trump, ‘Cumhurbaşkanı Erdoğan, Obama
yönetiminden Patriot almak istedi fakat izin verilmedi. Obama döneminde
Türkiye’ye âdil davranılmadı. Karışık bir konu (S-400), farklı çözümler
arıyoruz. (Türkiye’ye karşı) Âdil olmak zorundasınız” cevabını verdi.”
Olup bitenlerin ayan beyan ortada olması, başka tevile yer
bırakmıyor!
Sonuç
Başta arz etmiş idim, tarihler
değişir
ama imkân ve şerait farklı olsa bile hak ile bâtılın mücadelesinin hakikati
değişmez. Kırk yıllık Yanni, olur mu Kâni? Yılan
kuyruk acısını, baba evlât acısını unutur mu? Ne ABD zalimliğinden, ne
Batı vahşetinden vazgeçer.
Yüzümüze
gülenlerin cemaziyelevvellerini unutursak, mazlumların umutlarının kırılmasına
sebebiyet veririz.
Son
kelâmı Kur’ân-ı Kerîm’e bırakıp kemâl-i edeple susarak hâddimizi bilelim:
“Ey iman edenler!
Kendi din kardeşlerinizden başkasını dost ve sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size
ellerinden gelen kötülüğü yapmaktan geri durmaz; her zaman sıkıntıya düşmenizi
isterler. Baksanıza, size olan şiddetli öfkeleri ağızlarından taşıyor.
Kalplerinde gizledikleri kin ve düşmanlık ise daha korkunçtur. Eğer aklınızı kullanıp
gereğince davranırsanız, size âyetlerimizi kesin bir şekilde açıklamış
bulunuyoruz.”
(Âl-i İmran, 118)
***
Not:
Sarıkamış Şühedâmızın
rûhâniyetinin Allah-u Teâlâ rızâsı için Cennet-i Â’lâ ile taltif olmasına duâ
ediyor, aynı zamanda dâr-ı bekâya vâsıl olan Osman Baş kardeşime Rabbimden
rahmetler diliyorum…