HER ülkenin sınırları, o ülke için hassas noktadır. Ülkeler kendilerini bu açıdan güvende hissetmek istemeleri en doğal haklarıdır. Türkiye’nin de Suriye sınırı bu açıdan bizim için önemlidir. 911 kilometre ile Türkiye-Suriye sınırı Türkiye’nin haklılığının en geçerli nedenlerinden biridir. Zira Suriye’den Türkiye’ye sızan terör örgütlerinin varlığı inkâr edilemez bir gerçektir.
2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı sonrasında durumdan etkilenen en önemli ülkelerden birisi hiç şüphesiz Türkiye olmuştur. 15 Temmuz kanlı darbe girişiminin işgal güçleri burada konuşlanmışlardı. Ayrıca Suriye’deki bu ve benzeri karışıklık Ortadoğu’daki dinamikleri değiştirdiği gibi bölgedeki birçok ülkenin dış politikasını yeniden şekillendirmesine de neden olmuştur. Türkiye’nin Suriye üzerinde her türlü politikasının olmasından doğal bir şey olamaz. Bu nedenle gelişmeler çerçevesinde Türkiye’nin politikaları içinde askerî yönünün olması da normaldir. Güvenlik kaygıları, mülteci meselesi, bölgesel güç dengeleri ve terörizmle mücadele gibi çok sayıda durum bizi haklı çıkarıyor.
Suriye’nin istikrarlı bir ülke olması ve Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini koruması için çok düzeyli politika izlemesi zorunlu bir durumdur. ABD seçimleri sonrasında Trump’ın seçilip göreve başlaması aralığında Suriye’de değişiklik oldu. Bu durum birilerinin hoşuna gitmedi. Birincisi Suriyelilerin güvenli bir limana demir atmalarıdır. İkincisi ise Türkiye’nin yine başarılı bir politika izlemesidir.
Suriye’de iç savaşın başladığı 2011-2014 yıllarında Türkiye elinden gelen her türlü politikayı izleme iradesi göstermiştir. Ancak Esed rejimi bunu algılamayacak kadar kin ve nefretle dolu bir politika izledi. Özellikle insanî yardımlar konusunda Türkiye elinden gelen bütün çabayı göstermiştir. Suriye’deki sivillere yönelik insanî yardımlara odaklanan Türkiye, bölgedeki mülteciler için kamp alanları kurmuş ve aynı zamanda Suriye’deki muhalefetle de iş birliği geliştirme yolunu tercih etmiştir. Esed rejiminin insanî yardımları istememesi ve Türkiye’nin iyi niyetini anlayamaması Türkiye’nin bu tür insanî politikalarının sınırlı kalmasına yol açmıştır.
2015-2018 yılları arasında Suriye iç savaşı daha da karmaşık bir hâl almıştır. PKK, YPG ve diğer terör örgütleri sığınak ve mağaraları kullanarak Türkiye üzerinde sinsi emellerini gerçekleştirmek için var güçleriyle çalıştılar. Bu nedenle Türkiye boş duramazdı. Böylece 2016’da Fırat Kalkanı, 2018’de Zeytin Dalı ve 2019’da da Barış Pınarı gibi başarılı askerî operasyonları yapmak durumunda kaldı. Buradaki amaç, mülteci ve iç savaş nedeniyle Suriye sınırları içerisinde güvenli bölgeler oluşturmaktı. Bu ve benzeri nedenlerle askerî müdahaleler, Türkiye’nin Suriye’deki politikalarını daha aktif ve etkin bir hâl almasını sağlamıştır.
Bu aşamada Rusya, Türkiye ve İran, Astana Süreci’ni başlatmıştır. Astana Süreci, Suriye’deki ateşkesi sağlama ve gerilimi azaltma hedefiyle hayata geçirilmiştir. Türkiye, bu süreçte Suriye’deki muhalif grupların korunması için de çok önemli bir rol almıştır. Ancak son gelişmeler de göstermiştir ki bu süreçte başarıya ulaşamamanın en büyük nedeni İran’dır. Bunlara ek olarak Türkiye, Soçi Mutabakatı’na taraf olmuş ve İdlib bölgesinde ateşkesi temin etmek istemiştir.
2019’dan sonra bölgesel güç dengelerinin değişmesi, ABD’nin Ortadoğu’daki askerî varlığını azaltma tercihi, bölgesel iş birlikleri ve Rusya’nın Suriye’deki etkisinin artmasıyla Türkiye aktif rol almak durumunda kalmıştır. Sadece askerî müdahale değil, aynı zamanda diplomatik ve ekonomik stratejileriyle de aktif bir politika izlemek tercihten ziyade zorunluluk olmuştur. Bununla birlikte, Suriye’nin geleceği konusunda Batılı ülkeler de boş durmamıştır.
Sonuçta sınır güvenliği, mülteci krizi, terörle mücadele ve bölgesel aktörlerle diplomatik ilişkiler, Türkiye’nin Suriye politikasını belirleyen etkenler arasında yer almıştır. Suriye’nin kuzeyinde güvenlik koridoru, mültecilerin geri dönüşünü sağlayacak tercihler, DEAŞ, PKK ve YPG gibi yapıların etkisiz hâle getirilmesi, Astana ve Soçi gibi süreçler Türkiye’nin aktif ve başrol oynamasında etkin rol oynamıştır.
Batılılar özellikle Türkiye’nin askerî operasyonlarını eleştirmişlerdir. Ancak kendileri ne mülteci konusunda ne de güvenli bölge konusunda Türkiye’ye yardım etmişlerdir. Zira tek dertleri, Suriye kaynaklarını almak ve Türkiye’de darbe yapmaktı. Şaşılacak bir durum değil bu, hep böylelerdi, bundan sonra da böyle olacak.
Türkiye’nin mülteci krizi nedeniyle sosyal ve ekonomik açıdan etkilenmiş olması Batılıların umurunda bile değil. Rusya ve İran ile birlikte Astana sürecinde hareket eden Türkiye, NATO müttefiki ABD ile sürekli gerilim yaşamak durumunda kalmıştır. ABD her defasında binlerce tır dolusu silahı terör örgütlerine göz göre göre teslim etmiştir. Bu ve benzeri olaylardan sonra Türkiye çoklu strateji izlemek durumunda kalmıştır.
Türkiye en başından itibaren Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı gibi operasyonlarla terör koridorunu engellemeyi amaçlamıştır. Yerli SİHA kapasitesi, sahadaki etkisini artırmasında kritik rol oynamayı başarmış, modern muharebe ekipmanları ve profesyonel askerî personel kullanarak operasyonel başarı oranını yüksek tutmuş ve Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT), sınır ötesi operasyonlarda sahadan bilgi toplama ve hedef belirleme açısından önemli katkı sağlamıştır. Suriye rejiminin değişmesinden sonra Batılı devletler Türkiye olmaksızın bir toplantı yapsa da, Türkiye, Suriye’deki krizden kaynaklanan sorunları aşabilmek için hem ulusal hem de uluslararası çapta yoğun bir gayret göstermeye devam etmektedir. Zira Suriye’de ana omurgayı Türkiye inşâ etmiştir.



