Türkiye’nin kayıp yılları: Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanı yapılması

5 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşen son oylamada 330 oy alan Sezer, Türkiye’nin 10’uncu Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkmıştı. Böylece 28 Şubat Darbesi, siyasete yapılmış bu zirve müdahaleyle taçlanmış oldu. Bir ara dönemde gizli bir elin devreye girmesiyle altın tepsi içinde devletin zirvesine oturan Sezer, bütün ülkeyi “kamusal alan” adı altında açık cezaevine çevirme niyetindeydi.

Anayasa Mahkemesi Başkanı olarak Sezer

7 Ocak 1998 günü Anayasa Mahkemesi’nde Yekta Güngör Özden’den boşalan başkanlık mâkâmına Necdet Sezer seçilmiş, böylece bu şahsın ismi ilk defa Türkiye’nin gündeminde yer almaya başlamıştı.

17 Ocak 1998 günü Refah-Yol’u deviren odaklar bir darbe daha vurarak topyekûn yok etme amacıyla Refah Partisi’nin kapatılmasına, yöneticilerine 5 yıl siyaset yasağı getirilmesine karar vermişlerdi. 6 buçuk milyon seçmenin partisi kapatılmış, millî irade yok edilmişti. Kapatma dâvâsı sırasında Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Necdet Sezer, dâvâ öncesi yaptıkları ön incelemede, “kapatma dâvâsıyla suçlanan siyasilere verilecek cezanın, dâvâdan sonra verilmesine karşı oy yazısı yazmış, siyasilere cezanın hemen verilmesi gerektiğini savunmuştu” (Heyet, 1998:16).

Cumhurbaşkanı arayışları ve adaylar

Bülent Ecevit, 1999 Seçimleri’nin ardından Başbakan olarak 11 Ocak 1999 ile 18 Kasım 2002 tarihleri arasında görevde bulunacak kabînesini kurmuştu. İşte o günlerde, 28 Şubat Darbesi’nin Türk siyâsî hayatında bıraktığı en kalıcı izlerden biri olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer, Cumhurbaşkanlığına getirilmişti.

Türkiye, 1999 yılının Nisan ayından itibaren Cumhurbaşkanlığı ile ilgili yeni sürece adım atmıştı. Her dönemde olduğu gibi bu kez de çok sayıda kişinin adı Cumhurbaşkanlığı için geçiyordu. Bunlardan adaylığını ilk açıklayan, 28 Şubat darbecisi Genelkurmay eski İkinci Başkanı Çevik Bir olmuştu. Daha sonra bir başka general olan Necip Torumtay’ın ismi de devreye girdi.

Adaylardan biri de Genelkurmay Eski Başkanı Doğan Güreş’ti. Güreş, son olarak kendisine Cımhurbaşkanlığı hedefini koymuştu. Ancak siyaseten bir şey elde etmek zordu. Yapılan seçim sonrası Doğan Güreş’in bütün siyâsî ağırlığının 22 oydan ibaret olduğu ortaya çıktı.

Mangırcı’ya göre, “ANAP lideri Mesut Yılmaz da Cumhurbaşkanlığı için fırsat kolluyordu” (Mangırcı, 1999:266).

MHP Milletvekili Sadi Somuncuoğlu ise, partiye rağmen aday olduğu gerekçesiyle partili milletvekili arkadaşları tarafından tartaklanmıştı. Bilâhare eski Başbakanlardan Yıldırım Akbulut da sahne alarak cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamıştı.

Ardından mevcût Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in tekrar Cumhurbaşkanı yapılması gündeme geldi. Demirel, 5+5 formülüyle yeniden Köşk’e çıkmak istiyor, en büyük desteği de Fazilet Partisi’nden almış görünüyordu.

En son olarak sahneye, bir önceki yıl by-pass ameliyatı geçirmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı Necdet Sezer çıktı. Sezer’i görünüşte DSP Afyon Milletvekili Gaffar Yakın öne sürmüştü.

Garip bir şekilde bir anda Fazilet Partisi de dâhil olmak bütün partiler bu isim üzerinde ittifak etmişlerdi. Hâlbuki Fazilet Partisi Milletvekili Nevzat Yalçıntaş, resmen adaylığını açıklamıştı. Dahası Sezer, Refah Partisi’ni kapatan Anayasa Mahkemesi Başkanı idi. Demokratik sicili pek sevimli görünmüyordu.

Dönemin FP Milletvekili Şeref Malkoç, o günleri şöyle anlatmaktadır: “Demirel, Cumhurbaşkanlığını bir süre daha uzatmak için Erbakan’la bir anlaşma yapmış. Fazilet Partisi’nin kapatılmasını engellemek için bir kanun maddesini parlamentoya kabul ettireceğini vaat etmiş, ‘Siz de benim Cumhurbaşkanlığı süremi uzatın’ demişti.

Bu fikir Erbakan’ın hoşuna gitmiş, bunun üzerine partisinin genel kuruluna bunu kabul ettirmeye çalışmıştı. Milletvekillerinin yarısı bu teklifi kabul etmek istememişler ve yapılan oylamada Demirel’in Cumhurbaşkanlığı süresinin uzatılması uygun görülmemişti.

Bunun üzerine dönemin Başbakanı Ecevit, Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı adaylığını Hüsamettin Özkan aracılığıyla Fazilet Partisi’ne önermişti.” (Malkoç, 2019)

Bu gelişme üzerine Fazilet Partisi, kendi adayı Nevzat Yalçıntaş’ı bırakıp, kendi partisini kapatan Necdet Sezer’e destek vererek Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlamıştı.

Bu tarihten kısa bir süre önce Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu, ordunun istediği tip cumhurbaşkanının tarifini yaparak siyaset kurumuna mesaj vermişti. Bu mesajı fırsat bilen apoletli medya, “Ordu yakın takipte”, “Asker devrede” gibi manşetler atmıştı.

Sonraki yıllarda Necdet Sezer’in etrafında bunca milletvekili ve partinin nasıl kolayca buluştuğuna dair şifreler ortaya çıkmaya başlamıştı. Dönemin önemli simalarından İçişleri eski Bakanı Meral Akşener, “Oylarını Sezer’e vermek için ikna odalarına alındıklarını, hattâ bununla da yetinilmeyip eşi ve ağabeyi ile de görüşüldüğünü açıklamıştı” (Akşener, 2009).

Bu ikna çabaları sonucunu verdi. O sırada iktidarda bulunan Anasol-D iktidarının ortaklarının 8 buçuk saat süren bir toplantısının ardından Sezer, partilerin ortak adayı olarak açıklandı.


Sezer’li kayıp yıllar

Kâmran İnan, o günlerden şöyle bahsediyor: Cumhurbaşkanlığı seçiminde aday furyasının baş göstermesi karşısında ve özellikle Yılmaz’ın yolunu kesmek düşüncesiyle Ecevit, Anayasa Mahkemesi Başkanı Sezer’i öne çıkardı. Bir araya gelen 5 parti lideri, antidemokratik bir kararla Sezer’i aday ilân etti. Sonunda üçüncü turda Sezer 330, Yalçıntaş 113, Somuncuoğlu 43 oy aldı.” (İnan, 2003:272-273)

5 Mayıs 2000 tarihinde gerçekleşen son oylamada 330 oy alan Sezer, Türkiye’nin 10’uncu Cumhurbaşkanı olarak Çankaya’ya çıkmıştı. Böylece 28 Şubat Darbesi, siyasete yapılmış bu zirve müdahaleyle taçlanmış oldu.

Bir ara dönemde gizli bir elin devreye girmesiyle altın tepsi içinde devletin zirvesine oturan Sezer, bütün ülkeyi “kamusal alan” adı altında açık cezaevine çevirme niyetindeydi.

Dönemin Diyanet İşleri Başkanı Tayyar Altıkulaç, bu anlamda bir hatırasını şöyle nakleder: Altıkulaç; kendisinin Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan ayrıldığı dönemde, bir ara Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in, konuşmalarından birinde başörtüsüyle ilgili sözleri halkta tepki toplayınca, MGK üyesi Sedat Celasun ile görüşür ve konuyu Cumhurbaşkanı’na iletmesini rica eder. Kısa süre sonra Köşk’ten çağrılır. Altıkulaç’ı dinleyen Evren ikna olur ve üniversitelerdeki başörtüsü yasakları yumuşar. Cezalar silinir. Yıllar sonra aynı sıkıntılar tekrar edince yine Köşk’e çıkar Altıkulaç. Bu sefer muhatabı Necdet Sezer’dir. Ancak 10’uncu Cumhurbaşkanı, meseleye Evren gibi yaklaşmaz ve yasakçı tutumundan geri adım atmaz (Altıkulaç, 2011).

Sezer, iş adamı İshak Alaton’un gözünde de sorunlu bir kişilik olarak dikkat çeker: “Hiçbir zaman ne tanışıklığımız oldu, ne bir araya geldik. Zaten yedi yıl boyunca hep fildişi bir kulede yaşadı. Arada bir dışarıya çıktı. Sezer deyince aklıma başka bir şey gelmiyor. Türkiye’nin kayıp yıllarıdır o yıllar.” (Alaton, 2012:180)

Sezer-Ecevit Krizi

Sezer, kendisine altın tepsi içinde iktidarın sunulmasından sadece 9 ay sonra, ülke tarihine geçecek bir kaosa imza attı. 19 Şubat 2001 tarihli MGK toplantısında Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, bürokratların önünde hükûmeti, yolsuzluklarla mücadeleyi engellemekle itham etmiştir.

Devreye giren Hüsamettin Özkan, Sezer’e, “Seni halk seçmedi, koalisyon ortakları buraya getirdi. Başbakan’la bu üslûpla konuşamazsın, nankör!” deyip Anayasa kitapçığını Cumhurbaşkanı Sezer’e doğru atmıştı.

Ecevit, 10 dakika süren MGK toplantısından sonra kameraların karşısına geçip öfkeden titreyerek, “Bugün son derece üzücü bir olay oldu. MGK toplantısının açılışında gündeme geçilmeden önce kamu görevlilerinin önünde Cumhurbaşkanı söz alarak, son derece terbiye dışı şekilde ağır ithamlarda bulundu”demişti. Başbakan Ecevit, müteakiben bir açıklama yaparak, “Cumhurbaşkanı’nın MGK’yı bir arenaya çevirdiğini” açıklamıştı (belgenet.com).

19 Şubat 2001 günü, yaşanan skandal, esasen zorda olan ekonomiyi tamamen dinamitlemişti. Borsa yüzde 15 düştü, Merkez Bankası’ndan 7 milyar dolar kaçtı, repo faizleri yüzde 3000’i aştı. Memlekette panik ve heyecan vardı ve bir bu eksikti!

20 Şubat günlü medya, dünkü skandalı renklerle donatmıştı. Ecevit, mâliyetini düşünmeden, konuşmaya devam ediyordu. Hazîne ihalesi yüzde 60 faiz yerine yüzde 146 faizle oldu. Açıklamayla birlikte piyasalar altüst oldu, borsa çöktü, faizler yüzde 760’a fırladı.

7,6 milyar dolar yabancı yatırım ülkeyi terk etti. Enflasyon yüzde 150’yi buldu. 1 milyona yakın çalışan işsiz kaldı. Dış borç bir anda 42 katrilyon arttı. Artık Türkiye, meçhul bir akıbete doğru sürükleniyordu. 21 Şubat 2001 günü, 13 saatlik kriz zirvesinin ardından ekonomik çöküş başladı. Gecelik faizler yüzde 7500’e yükseldi!

Meşhur MGK Krizi, tarihe “Kara Çarşamba” olarak geçti. Cumhuriyet tarihinin bu önemli krizi binlerce kişinin işsiz kalmasına, binlerce iş yerinin kapanmasına sebep oldu.

Esasen Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit arasında bir sinir harbinin olduğu zaten biliniyordu. Ne kadar tuhaf ki, Ecevit, Sezer’i kendi elleriyle bu mâkâma altın tepsi içinde oturtmuştu.

Cumhurbaşkanı Sezer, bu tarihî krizin ardından, 3 Kasım 2002 Seçimleri ile AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra da Hükûmetlere müdahalelerini sürdürmüş, çeşitli krizlerin tetikleyicisi olmuştu.

Meselâ AK Parti Hükûmeti Kıbrıs’ta bir barış dengesi kurmaya çalışırken, Rauf Denktaş, Lahey’e giderken havaalanında, “‘Hayır’ demeye gidiyorum” diyecek ve dönemin Başbakanı Abdullah Gül’ü çileden çıkaracaktı. Cumhurbaşkanı Sezer ve generaller, Denktaş’a, “Sen bildiğin gibi hareket et. Biz arkandayız” demişlerdi (Sever, 2015: 50).

2007 yılında Sezer’in süresi dolup da Türkiye tekrar Cumhurbaşkanlığı seçimleri sath-ı mailine girince, yine garip olaylar olmaya başlar.

Cumhuriyet mitingleri, Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “Lâikliğe sözde değil, özde bağlı bir cumhurbaşkanı istiyoruz” demesi, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in “Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı!” açıklaması, YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in, daha önce eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun ortaya attığı ve o güne kadar hiç uygulanmayan “Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılabilmesi için TBMM’de 367 vekilin bulunması gerekir” görüşünü güncele taşıması, olacakların habercisiydi (Sever, 2015:23-24).

Şamil Tayyar, o günlerde tezgâhlanan oyunu şöyle açıklar: “Asker, Ağar ve Mumcu’ya (dedi ki), ‘AKP hakkında kapatma dâvâsı açılacak, Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarına siyaset yasağı konacak. 28 Şubat’ta olduğu gibi Meclis içinden yeni bir hükûmet kurulacak. AKP’li biri Cumhurbaşkanı olmayacak’…” (Tayyar, 2010).

Bu atmosferde yapılan ilk oylamaya CHP, ANAP ve DYP katılmadı. Meclis’teki oylamada 361 milletvekili vardı. Gül, 357 oy aldı. CHP, salonda 367 vekil bulunmadığı gerekçesiyle iptal için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.

Aslında Abdullah Gül, kendinden önce Cumhurbaşkanı seçilen Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer’den daha fazla oy almıştı. Bunun da ötesinde, hiçbiri için 367 şartı aranmamıştı. Gül’ün ilk turda aldığı 357 oya karşılık, Özal 1989’da 263 oyla seçilmişti. Oylamada 367 değil, sadece 285 vekil bulunuyordu. Demirel 1993 yılında 244 oyla, Sezer ise 2000’de 330 oyla seçilmişti.

28 Ağustos 2007 günü Abdullah Gül, Cumhurbaşkanı seçildi. Abdullah Gül’ün TBMM’deki yemin törenine CHP, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları katılmadı yani boykot etti. Gül yemin ettikten sonra Çankaya’ya doğru yola çıktı.

YÖK Başkam Erdoğan Teziç, daha sonra ortaya çıkan ses kayıtlarında, “Haydi bakalım, sıkıysa birini Meclis’te yemin ettirip arabaya bindirin ve Çankaya’ya doğru yola çıkarın. Yolda kazâ olur, elektrikler kesilir. Neler olur neler!” demişti.

Oysa Sezer, o mâkâmda “tam üç ay 12 gün fazladan” oturmuştu. 16 Mayıs’ta süresi dolduğu için çekilip görevi vekâleten TBMM Başkanı’na devretmesi gerekirken, bunu yapmamıştı. Hâlbuki daha önce benzer durumlarda, Anayasa gereği hep Meclis Başkanları vekâlet etmişlerdi.

 

Kaynaklar

Akşener Meral, (2009)

Alaton İshak, (2012), Lüzumlu Adam (İshak Alaton’un Hatıraları), İstanbul: Alfa

Altıkulaç Tayyar, (2011), Zorlukları Aşarken I, İstanbul: Ufuk Yayınları

Belgenet.com

Heyet, (1998), Refah Partisi Kapatma Davası, İstanbul: Kaynak Yay.

İnan Kâmran, (2003), Siyaset Yılları, İstanbul, Timaş Yay.

Malkoç Şeref, (2019), 27.11.2019

Mangırcı Faruk, (1999), Çankaya Savaşları, Ankara

Sever Ahmet, (2015), Abdullah Gül ile 12 Yıl, İstanbul: Doğan Yayıncılık

Tayyar Şamil, (2010), Star,15.12.2010