Türkiye’nin Çözüm Ajandası (8): İçişleri ve toplum huzuru politikaları

Toplum huzuru için en gerekli dinamik, güvendir. Ve güven, maalesef sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu birincil his ve birincil eylemdir.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimize bu hafta da devam ediyoruz.

Toplum huzuru için en gerekli dinamik, güvendir. Ve güven, maalesef sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın ihtiyaç duyduğu birincil his ve birincil eylemdir.

Cemiyet ahlâkından organize eylemlere, bireysel çalışmalardan sivil toplum teşekküllerine, vatandaşlıktan göçe değin her başlık, içişlerimiz nezdinde değerlendirilen birer toplum huzuru kategorisidir. 

Bu anlamda toplumsal huzur ve güveni inşâ etmek, korumak ve ileriye taşımak hususundaki değerli tespit ve tavsiye çalışmamızı değerlendirmenize sunuyoruz…

***

Tespitler

Göçmen meselesi

Ülkemizde azınlık sosyolojisi büyük bir dönüşüm yaşamıştır. 1980 ile 1990’lı yıllarda ülkemize göç ederek bugün “yerli” olarak kendisini bilen bir vatandaş, herhangi bir sebeple yurdumuza iltica etmiş insanlara karşı önyargı ve hattâ öfke hissi ile yaklaşmaktadır. Dünyanın neresine giderse gitsin, adına “Alamancı” denen ve başlangıçta gurbetçi olsa da gittiği yurda yerleşerek Avrupalı yahut Amerikalı olan vatandaşlarımıza karşı beslenen algıdaki tavır, bugün de ülkemize dünyanın her yerinden göçüp gelerek sığınmış yahut yerleşmeyi tercih etmiş insanlara karşı katı bir yapıya bürünmüştür. Son yıllarda Afganistan, Kazakistan, Kırgızistan ve Irak’tan kabul ettiğimiz mültecilerin topluluk adı, âdeta toptan “Suriyeliler” olmuştur.

“Suriyeliler” başlığı, iltica ve göç konularında bir hazırlıksızlık olarak yorumlanmaktadır. Emperyalist sömürgeci karanlık aklın püskürttüğü savaş ateşinin yanı sıra dış politikada bugün hatâlı olarak kabul edilen bazı uygulamalar, içimizde bir hesaplaşmaya dönüştürülmek istenmektedir.

Ülkemizde bulunan binlerce Suriyeli vatandaşın çocukları okumak, aileleri de çalışmak imkânından mahrumdur. Çalışma imkânı bulabilenler ise sigortasız olarak gelir elde etme yoluna gitmekte ve vatandaşımız olan bir işçinin alacağı maaştan çok daha azına tamah etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Bu hâlde işverenler, yasaya aykırı davranarak yeterli Türk işçiye ulaşmadan Suriyeli işçi almakta, sonuç olarak her iki ülke vatandaşı da mağdur olmaktadır.

Türk lîsanından yoksun bulunan ve geçici koruma statüsüne sahip birçok mülteciye, yapılan çağrılarla kendilerine kimlik edinmeleri söylenmiştir. Ancak henüz pek çoğunun kimliği bulunmamaktadır. Bu hâlde ülkemizdeki imkânların nicesinden mahrum kalmaktadırlar. Kayıtlarının yapılmamış olması dolayısıyla onlara ev sahipliği yapan ülke halkında ise güvenlik konusunda tereddütler oluşmaktadır.

Mültecilerin Türkiye’deki farklı şehirlerde oluşturduğu dengesiz dağılım, toplumda çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Mülteci nüfusunun orantısız dağılımı; işsizlik, eğitim, toplumsal ilişkiler ve daha pek çok konuda halkın tepkisini çekmekte ve toplumumuzun gitgide misafirperverlik bilincinden uzaklaşmasına sebep olmaktadır.

Devam eden sığınmacı kabulü ve doğumlar nedeniyle hızla artan Suriyeli nüfusu ve göçmenlerle yapılan evlilikler, toplumda problem olarak algılanmaktadır.

Ahlâk terörü

Güvenlik, halk nezdinde “iltica edenlerin istenmemesi” kulvarında aranmaktadır. Hâlbuki bu, güvenlik sorununun faktörlerinden sadece biridir. Çocuklara tecavüz, hayvanlara katliam, basit tartışmalar üzerine çıkan cinayetler gibi unsurların her biri, ahlâk krampına yakalanılmasındandır. Krampı kesen tek yol, girdiği bölgede sinir iletişimini yani elektrik akışını sağlamak üzere paralel hattan yeni elektrik girişinin sağlanmasıdır. Bunun için kramp giren bölgeyi iğne ile dürtmek ve akışı normale çevirmek mümkündür. Bunun gibi, toplumu doğrudan rehabilite eden bir mekanizma geliştirilebilir. Geçmişte bunun adı tasavvuf idi, ancak FETÖ, bu türden tüm kurumlara karşı önyargı oluşmasına sebep olmuştur.

Her sorunun Cumhurbaşkanlığı’na fatura edilmesi sorunu ve millî bürokrasi ihtiyacı

Memlekette cereyan eden tüm kötü hâdiseler, maalesef Külliye’ye fatura edilmeye başlamıştır.

Devlet kademelerinde aynı “soyadını” taşıyan kişilerin çokluğu, millet nezdinde hoş karşılanmamaktadır.

STK’ların her ilde şube açmaları ve çoğu alanda birbirleriyle hizmetlerinin çakışması, bunun yanında birer menfaat kapısı hâline gelmesi ve kuruluş amaçlarından uzaklaşması, âdeta faydasız, hattâ zarar verici hâle gelmiştir.

15 Temmuz 2016 gecesi sokağa çıkanların azımsanamayacak bir kısmı, bir daha darbe olursa sokağa çıkmayacağını belirtmektedir.

15 Temmuz 2016 gecesi sokağa çıkanların bir kısmı, kamu kurum ve kuruluşlarındaki bazı insanlar eliyle ve sudan sebeplerle mağdur edilip küstürülmüşlerdir.

Emniyet Teşkilâtı’nda tasarrufun yeniden ulusalcıların eline geçtiği değerlendirmesi yaygınlaşmaktadır.

Bürokratik işgal, Devlet bürokrasimizde hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmemiş devlet aklı ve millet geleneğimizde daima mevcûdiyetini sürdürmüştür. Çöküşün nedeni, kaybedilen savaşlar değil, Devlet bürokrasisinde mandacı unsurların kazandığı zaferlerdir.

Bugünkü sıkıntılarımızın temelinde, millî bürokrasinin yani milletin bürokrasisinin devlet içinde hâkim olmaması, mandacı unsurların hâlen farklı görüntülerle etkin olması değerlendirilmektedir.

İktidarı destekleyenler dahi sıkıntısını çektikleri en basit konularda bürokrasiden olumlu cevap alamamaktayken, AK Parti ve Cumhurbaşkanımıza husûmet hissi duyanlar, bu tür işlerini kolaylıkla giderebilmekte, buna rağmen ettikleri düşmanlıktan geri durmamaktadırlar.

Bugüne dek gazeteci, yazar, vekil veya hukukçu demeden, kim yapıcı dahi bir eleştiri getirmişse konu Cumhurbaşkanımıza gelmeden susturulmuş, “trol” ismi verilen bir mekanizma ile hain ilân edilmiştir. Rehabilitasyon yöntemi izlemek yerine ceza verilen, tutuklanan veya ihraç edilenlerin yakınlarından bir “devlet düşmanı yığını” kurulmuştur.

Tavsiyeler

Göçmenler için kısa zamanda bir “geri dönüş eylem plânı” yapılarak yayınlanabilir.

Halkın işlerine yardım edecek insanlar istihdam edilip bunun için iletişim ofisleri kurulabilir. Belediyelerden bakanlıklara, hattâ Külliye’ye değin tüm sorunlar bu ofislerde dinlenebilir ve CİMER, âdeta mahalleye indirilebilir.

İsraf ile etkin bir mücadele şarttır. Mâkâm odaları, araçlar, törenler ve hediyelerde tasarrufa gidilebilir.

MİT ve Genelkurmay Başkanlığı’nda, durumları net atamalar yapılmalıdır.

Sunî derneklerin milleti istismar etmesine müsaade edilmemeli, desteklenmektense şiddetle kaçınılmalıdır.

Bürokrat, memur ve seçilenlerden “yolsuzluk ve israf taahhütnamesi” alınabilir.

Hükûmetin, kamu kuruluşlarının, kurum birimlerinin kısa, orta ve uzun vadeli hedeflerine hangi ölçüde ulaşıldığı sürekli kontrol edilmeli, meselâ koruyucu sağlık hizmetleri sonrasında hasta olan vatandaş sayısının azalıp azalmadığı hastane ziyaretleri, hasta memnuniyeti, ilâç tüketimi ve hastalığa bağlı giderler yönünden izlenerek ölçülmelidir. Yahut karakola yapılmış bir şikâyet sebebiyle vakaya karışmış müşteki ve şikâyet edilmiş kişi takip edilmeli, aralarındaki uzlaşma tamama bağlanmalıdır.

Yine kamu görevlilerinin ne kadar vatandaşa hizmet ettikleri, çalan telefonların açılışı, konuşma süresi, aynı kişinin kaç kez aradığı, sürecin sonunda şikâyet veya mahkeme yoluna gidilip gidilmediğine bakılarak kamu çalışanı verimliliği ölçülebilir. Aynı etkinlik ve verimlilik, sahasına göre yöntemler geliştirerek adlî hizmetlerden eğitim hizmetlerine kadar tüm izleme işlemleri ile yaygınlaştırılabilir.

Kamudan hizmet alan vatandaşın memnuniyet testleri yapılabilir. (Şu an bu hizmet, bazı bankalar tarafından sunulmaktadır.)

Kamuda çalışanlar, hatâları sonunda görevden alınmak yerine eksiklik ve hatâlarını ne kadar düzelttiklerine göre test edilebilir, vatandaşın ne kadar memnun olduğuna göre görevden alınabilir.

Kamuda 4’üncü nesil kamu hizmetine geçilmelidir. Bu yolla, “vatandaş başvurmadan hizmeti sunmak” dönemi başlamalıdır. Böylelikle hem vatandaş yorulmaz, hem de memurlar gereksiz ve plânsız yoğunluklarla mücadele vermek zorunda kalmazlar.

Trafik cezası, yanlış park, hız sınırını aşmak, trafik kural ihlâli, ödeme gecikmesi, vergi ödeme gecikmesi gibi müeyyide gerektiren fiillerle ilgili muhtemel cezaların, fiilin yapıldığı ilk 10 dakika içinde faile bildirilmesi, caydırıcılığı daha da yükseltebilir.

STK’lar aracılığıyla yapılan yardımlar teşvik edilmeli, STK’lara internette kurulma veya şube kurma kolaylığı getirilmeli ve mekân zorunluluğu kaldırılmalı; STK’ların kendi aralarında ağ oluşturmaları ve yardımlaşabilmeleri sağlanmalıdır. Ayrıca dayanışma yapabilmeleri için alan açılmalıdır. STK’ların prosedürel işlerinin azaltılması ve kolaylaştırılabilmesi için bir portal ve mobil uygulama da hizmete alınabilir.

Her STK’nın kendi alanında uluslararası bir kuruluşa üye olarak merkezinin Türkiye’ye getirilmesinin teşviki sağlanmalıdır. Ofis kirası ve personel yanında haberleşme mâliyetlerinin karşılanması taahhüt edilebilir.

Kamu hizmetlerinin, STK’ların da gönüllülük gücünden faydalanarak düşük mâliyetlerle STK’lara gördürülmesi de iyi bir alternatif olabilir. STK’ların ülkemizi ve medeniyetimizi yurtdışında tanıtabilmeleri için müşterek çalışma yöntemleri geliştirilebilir.

Yapılan bazı yanlış uygulamalar nedeniyle Devlet’e küstürülen çok sayıda insanımız mevcuttur. Devletimizin bu insanları yeniden kazanması ve itibarlarını iade etmesi mümkün kılınabilir.

657 Sayılı Devlet Memurluğu Kanunu’nu ütopik kisvesinden kurtarıp insanın hizmetine sunmak mümkün hâle getirilebilir.

Her insanımızın değişik kanaat ve öngörüde olması mukadderdir, ancak hiçbir Devlet çalışanı, “Devlet aklının” ötesinde ve aksi yönünde olmamalıdır. Devlet katında görev yapanların iyi hâlleri toplumun vahdetini sağlarken, aksi davranışları ise hayra dair ilerlemeyi sekteye uğratır.

Göçten etkilenen bölgelerde yerli halkın yer değiştirmek istemesi nedeniyle oluşan fiyat farklarına (özellikle kira artışı) karşı önlem alınmalıdır.

Meclis, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Modeli’ne uygun şekilde güçlendirilmeli ve dar bölge ve/veya tercihli sisteme geçilmelidir. Partili Cumhurbaşkanlığı konusunda tekrar düşünülebilir.

Zenginleşen bürokrat ve siyasetçi, hesabını vermelidir. Hastane ve havaalanı gibi kamu yerlerinde aynı kişilerin işyeri sahibi olmaları engellenmelidir.

Vakıflar devlete yük olmayıp yük alırlarken, millete ait olan para, milletin rızâsı olmadan vakıflara aktarılmamalıdır.

Yaklaşık 4,9 milyon yabancıya kucak açan Türkiye’nin içinde bulunduğu zengin potansiyeli, hem içeride, hem kendi bölgesinde, hem de küresel olarak kullanabilmesi ve değerlendirebilmesi önemlidir. Özellikle eğitim için ülkemize gelen 150 bine yakın lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencisi arasında başarılı ve liyakatli olanların kurulacak bir “Göç İlim Merkezi” çatısı altında ilmî faaliyet göstermesine olanak sağlanabilir.

Toplumsal ve kurumsal anlamda bir bilinçsel rehabilitasyon sürecine girilmelidir.