Türkiye’nin Çözüm Ajandası (7): Kültür ve turizm yan yana mı, alt alta mı, ayrı ayrı mı?

Dinî ve millî hassasiyetlerimizden, örf ve âdetlerimizden günbegün uzaklaştığımız günümüzde, fizikî işgal gerektirmeyecek bir kuşatma, hızla sınırlarımız içinde ilerlemektedir. “Modernite” adlı virüs ile öz kültürünü terk etmiş bir Türkiye’nin dünyaya söyleyecek ve tavsiye edecek bir sözü kalamayacaktır. Zira ithâl edilen kültürel değişim ve dönüşüm, zaten aslını hatırlatacaktır.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimizin yedinci dosyasıyla karşınızdayız...

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Birinci Cumhurbaşkanlığı Kabînesi’nin yükü ağır ve mesuliyeti yüksek bakanlıklarından biridir.

Dinî ve millî hassasiyetlerimizden, örf ve âdetlerimizden günbegün uzaklaştığımız günümüzde, fizikî işgal gerektirmeyecek bir kuşatma, hızla sınırlarımız içinde ilerlemektedir. “Modernite” adlı virüs ile öz kültürünü terk etmiş bir Türkiye’nin dünyaya söyleyecek ve tavsiye edecek bir sözü kalamayacaktır. Zira ithâl edilen kültürel değişim ve dönüşüm, zaten aslını hatırlatacaktır. Ki bu, özünden kopmuş bir toplumun başka bir kültür tarafından köleleştirilmesinin resmidir.

Kültür ve sanat alanının ihmâli, Sayın Cumhurbaşkanımızın bizâtihî kendi ifadeleriyle de bizlere ulaşmıştır.

Bu bâbda yaptığımız çalışmanın “kültür ve turizm” temalı dosyasında, Sayın Cumhurbaşkanımızın da samîmi beyânı nispetinde kendimizi mesul hissederek, vatanımız ve milletimiz adına bir kültür ve turizm tespitleri dizini ve tavsiye içeriği meydana getirdik.

***

Tespitler

Üniversitelerin arttırıldığı, diploma seferberliğinin hız aldığı son çeyrek asırda, branş okumalarının dışında kültürün sacayağını oluşturan “din, tarih ve edebiyat” alanlarında okuma yapılmadığı gözlemlenmektedir. Topluma kimlik kazandıran bu üç alandan mahrum bir neslin geleceğe aktaracağı tek şey, terk ettiği kimliği olacaktır.

Didaktik eğitim modelinin meslekî birikimden öte bir vizyon sağlamaması nedeni ile öz değerlere ilişkin millî ve dinî kültürel normlara dayalı sanat, edebiyat ve mûsikî gibi alanlara devlet desteği ve kontrolü yetersiz kaldığından, sanatsal üretimler özel kişilerin tekelinde hapsolmuş durumdadır. 

Erdemlerin koruyucusu, estetik normların topluma aktarımı, fertleri sıkı sıkıya bağlayacak ortak paydaların korunmasından mesul olan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çalışmaları, turizm ağırlıklı bir seyir içindedir. Kültür ve turizm, birbiriyle entegre durumdadır. Kültürün mânevî, turizminse maddî dinamikler üzerinden yol alması haklı bir metot olabilir, ancak işleyişte kültürel dinamikler, turizmin gölgesi altında kalmaktadır.

Hızı yüksek bir fırtına hâlinde kimlik ve kültür asimilasyonu vukû bulmaktadır. Kültüründen ve dininden kopan insan, telefonunda, bilgisayarında ve televizyonunda herkesin “eşit” olduğu ve istediğini seçebilip yapabileceği iradeye sahip olması gerektiğine dair bilinçsiz ve fakat etkileşim altında kalmış bir zihin ile mesnetsiz tercih özgürlüğünü geliştirmektedir. Bu durum, bağnaz, sapkın ve tarafgir tercihlerle kimlik yitimini ve kültürel dönüşümü hızlandırmaktadır.

Sanat dallarına verilen ehemmiyetin yetersiz oluşuyla birlikte konuya dair farkındalığın azlığı, ciddî bir riski beraberinde getirmektedir. Çünkü iktidar tarafından telâffuz edilen “Medeniyet Tasavvuru” ifadesini hükümsüz kılmaktadır. Bu da güveni sarsan türden âfâkî bir vaadi işaret eder.

Ülkemizde görsel sanatlar, mûsikî ve yayın dünyası kişisel girişimlerle yol kat etmektedir.

Ciddî anlamda kitap okuma bilinci için seferber olunması gerekirken teknolojinin elinde esir hâldeyiz.

Her evin başköşesinde ağırlanan ve sürekli duygusal ve düşünsel ileti gönderen televizyon, kültürel değişim ve dönüşümü körüklemektedir. Yayınlanan diziler, kadın kuşağı, yarışma programları, haberler, reklâmlar ve diğer görseller, topluma ruhsal yönden faydalı ve olumlu örnek olmayıp yanlışa teşvik etmektedir. Yararlı program sayısı hayli düşüktür.

Televizyon aracılığıyla Türk kültür normları yerine Batı kültürünün zenginleştirmeyen ve vakit öldüren normları, müzik, film ve yarışma gibi programlarla zihin boşaltma, duygu tekrarı, duyarsızlık ve kanıksama gibi refleks kesici reaksiyonsuzluk hastalığı geliştirilmektedir.

Televizyon, dizilere bağımlılık ve kişisel fanatizmi körükleyerek kişisel dirâyeti zayıflatan bir hâle getirilmiş durumdadır. Kaçan dizi veya seyredilemeyen program, psikolojik baskı oluşturmaktadır. Bu bağımlılık, insânî düşünce ve duygu dünyasında yozlaşma ve bozulmalara sebebiyet vermektedir.

Televizyon programcıları reyting kaygısı ile yaptıkları üretimlerle maddî kazanç temin ederlerken, en ücra köşede bir Türk kızı/delikanlısı, özenen, taklit eden, ailesine ve öz kültürüne yabancılaşan konuma gelmektedir.

Dizi ve filmlerde çoğunlukla toplumun üst tabakasını teşkil eden zengin kesimin hayatları tema olarak işlenmektedir. Bunları seyreden izleyici kitlesi de bu üst düzey yaşam biçimini görerek onlara özenmektedir.

Reklâmların kışkırtıcı ve özendirici niteliği, ürün ve hizmete erişim arzusunu kamçılamakta ve gençlerimizi illegal kazanımlara meylettirmektedir. Düşük gelirli ailelerin geçimsizliği körüklenmektedir.

Televizyon başlı başına bir kültür taşıyıcısıdır. Bu kültür, toplumun gerçek kültürü değil, televizyonun kendi kültürüdür. Bu kültürü yalnızca taşımakla kalmamakta, aynı zamanda uygulanması için baskı da yapmaktadır.

Magazin programlarında ünlülerin rahat yaşam tarzlarının ve çılgın tercihlerinin sıklıkla veriliyor olması, yanlış örnek ve yanlış tercih oranını dengesizleştirmektedir.

Özel televizyonların hızla kat ettiği değişim, dönüşüm, oyalama ve bağımlılık yaratma gayretlerine karşılık TRT’nin de benzer bazı yayınlar yapıyor olması, duyarlı kişiler tarafından yadırganmaktadır.  

Yayınlarda kullanılan dilin “öz Türkçeye uygunsuzluğu”, dil erozyonuna sebep olmaktadır.

Bir kısım dizilerde kent kültürü tamamen farklı temsil edilerek, medyatik kentli tipleri ve söylemi üretilmekte, kabullerin değişmesi ve imkânlara ters düşmek gibi özentilere mahâl verilmektedir.

Yine diziler aracılığı ile çarpık ilişkiler, ahlâkî değerlere karşı duyarlılığı zayıflatmaktadır.

Günümüzde televizyon ve internet, ferdin sosyalleşme sürecinin başında, bu sürecin önemli bir aktörü olarak devreye girmekte ve bu andan itibaren sürekli etkili şekilde rol almaktadır.

Üçüncü sayfa tipi haberlerde intiharlar, töre cinayetler, uyuşturucu bağımlılığı ve kavga gibi yerel ve yüksek tehdit oluşturmayan türdeki rehabiliteye muhtaç vakaların tüm ülke ve hattâ dünyaya servis edilmesi, uluslararası saygı ve itibar ziyanına sebebiyet vermektedir.

Yayın dünyasında Güneydoğu Anadolu’da geçen aşiret yaşamı ve töreler yeniden türetilerek, töre cinayetleri ve intikam duyguları doğallaştırılmaktadır.

Tavsiyeler

Kültür politikalarının başına öncelikle “Türk-İslâm Medeniyeti’nin yeniden inşâsı” fikriyatına sahip kimseler getirilmelidir. Başta TRT olmak üzere, Devlet Tiyatroları gibi kurumlarda da bu anlayış hâkim olmalıdır. Geçmiş ile köprü kuracak filmler, belgeseller, oyunlar ve mûsikî programları desteklenmelidir. Bu konuda eğitim, üretim, sergi ve sunum gibi konularda devlet desteği sağlanmalıdır.

Kültür ve edebiyat yayınları, dergiler, yazılı ve görsel materyallerin çoğaltılması belirli kriterler karşılığında desteklenmelidir. Yapıyor olmak adına sunulan keyfî uygulamalardan vazgeçilmelidir.

Kültürel yozlaşmaya neden olmadan, ahlâkî yapıyı esas alan dizi ve programlar teşvik edilmelidir. Bu anlamda RTÜK, işlevini eksiksiz yerine getirmelidir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından yayınlar takip edilmeli, olumsuz yayınlara karşı acilen harekete geçilmelidir. Bakanlığın aileyi koruma anlamında medya denetimi yapması ve RTÜK’ün Meclis’e sunacağı yönlendirmelerle bazı önleyici yasalar çıkarılması gereklidir.

Tüketim alışkanlığı hususunda çok dikkatli yayınlar yapılmalıdır. Müstakil reklâmlar ve dizilere yerleştirilen gizli ve ürün yerleştirme şeklindeki tanıtımlar için belirlenen uygunluk kriterleri tekrar gözden geçirilmelidir.

Özendirici yayınlardan vazgeçilmesi ve fertlerin sosyal statüleri hakkında olumlu, nazik ve hoşgörülü profiller çizilmesi için yönlendirmeler gereklidir. Herhangi bir başarıya bir emek sayesinde ulaşıldığı bu yayınlarda anlatılmalı, entrika, yalan, hile ve fesat gibi duygular yerine insanî değerler verilmesine yönelik yapımcılarla ortak çalışmalar yapılmalıdır.

Televizyon ve internetle sosyal normların öğretilmesi işlevi yerinde verilmeli, olumsuz özentilerden kaçınılmalıdır. Bazı televizyon kanalları ve sosyal medyada kurulacak plâtformlarla “sorunlu” yayıncılıktan sorumlu yayıncılığa geçiş sağlanabilir.

Televizyon, radyo ve internet yayınlarının evrensel yayıncılık şuuru ve sorumluğu ile yapılmasına teşvikler sunmalı, kültür programları çoğaltılmalıdır.

Televizyonun olumsuz etkileri ile birlikte Türk kültür dokusuna uygunluğu da denetlenmelidir. Televizyon ve interneti bir eğlence aracı olarak kullanılmasının yanında bir eğitim ve sosyalleştirme aracı hâline getirmekle de büyük oranda düzelmeler görünebilir.

Yerli filmler hazırlanırken kültürel değerlerimizi öne çıkaran senaryolar teşvik edilmelidir.

Televizyon izleyicisinin televizyon izlerken seçici olması yönünde eğitimler sunulabilir. Medya okuryazarlığı, bu anlamda iyi bir örnektir.

TV dizilerinin sürelerinin kısa tutulması için işçi hakları kapsamında bir yasal düzenleme yapılabilir. Yayın uzunluğu, TV ve internet başındaki insanların yayın süresi dışındaki sosyal hayattan uzaklaşmalarına, hattâ aile içi sohbetlere dahi engel olmaktadır.

Öğrenmeyi tetikleyen, bilgilendirmeyi özendiren, ideal, millî ve dinî prensiplerin yaygınlaştırılması ile huzuru arttıran program ve dizilere verilen yer-zaman düzenlemesi (Prime Time) mutlaka yapılandırılmalıdır.

Devlet, yetenek tespiti yaparak ihtiyaç duyulan alan, malzeme ve zaman gibi imkânları temin ederek özgün ve aslî kültürümüzü gelecek zamanlara taşıyacak eserlerin üretilmesini sağlayabilir.