Türkiye’nin Çözüm Ajandası (10): Millî maarif, mutlaka!

Sözü girizgâh ile yormaya gerek yok; zira maarif meselesine bakmak, maarif meselesini görmek ve maarif meselesini okuyarak sorunlarını fark edip doğru ve hakkaniyetli çâreler arz etmek çok daha önemlidir. Ve vakit kaybına imkânımız bulunmamaktadır.

AJANDA Yayınlar Grubu olarak iki yüzü aşkın insanın bir araya getirdiği “Türkiye’nin Çözüm Ajandası” serimize yeni haftanın ilk çalışması ve serimizin onuncu makalesiyle devam ediyoruz…

Sözü girizgâh ile yormaya gerek yok; zira maarif meselesine bakmak, maarif meselesini görmek ve maarif meselesini okuyarak sorunlarını fark edip doğru ve hakkaniyetli çâreler arz etmek çok daha önemlidir. Ve vakit kaybına imkânımız bulunmamaktadır.

Sadece eğitim değil, “millî eğitim” üzerine kurulu tespit ve tavsiyelerimizle dolu çalışmamızla karşınızdayız…

***

Tespitler

Sosyolojik sorunlar

Geçim, tahsil ve sağlık gerekçeleriyle doğudan batıya şehir değiştirenler, kendi kültürlerini ve âdetlerini de yeni şehre taşımaktadırlar. Bu durum özellikle kadınları ve gençleri yakînen etkilemektedir. İş, eğitim, barınma, temizlik, sağlık ve çevre, iç göçten büyük ölçüde etkilenmektedir.

Genellikle eğitim ve ekonomik sebeplerle yurtdışına göç eden insanımız, memleketinde kendisine yapılan yatırımı dışarıya taşımaktadır. Son dönemde uygulanan “Tersine Beyin Göçü Programı”, yeterli olmamakla birlikte güzel bir adımdır.

Kurumsal sorunlar

MEB-YÖK koordinasyon eksikliği, akademik gelişimi tıkamaktadır. Öğretmenler lisansüstü yapmakta aşırı derecede zorlanmakta, ders programları yönetmelikle belirlendiği hâlde ayarlanmamakta, lisansüstü çalışma koşulları okul müdürlerinin inisiyatifine bırakılmakta, öğretmenlik ana iş olduğundan tüm öğretimin hafta sonuna sıkıştırılması gibi bir imkânsızlık beklenmekte, öğretmenler soruşturma geçirmemek için lisansüstü çalışmalarını dondurmakta, uzatmakta veya bırakmakta, akademisyenler bu negatiflikler yüzünden öğretmenlik programları dışında lisansüstü öğrenci kabul etmemektedir.

Özellikle taşrada rektörlerin kim olduğu, kamuoyunun yakın ilgisi dâhilindedir. 15 Temmuz hain darbe teşebbüsü sonrasında rektör adaylarının seçimle belirlenmesi yerine direkt merkezden atanması, eski sistemde üniversite içinde öğretim üyeleri arasında ortaya çıkan gereksiz sürtüşmeleri gidermesi açısından bir fayda sağlamıştır. Ancak yeni uygulamanın da ciddî sorunları beraberinde getirdiği görülmektedir. Rektör atamalarında belli bir kriterin olmaması, rektörlük hevesi olan herkesi Cumhurbaşkanlığı mâkâmına ulaşacak yollar aramaya itmektedir.

Eski sistemde “Az oy alır, arkadaşlara rezil olurum” gerekçesiyle rektör olmaya cesaret edemeyenlerin yeni sistemde Cumhurbaşkanı’na ulaşacak isimleri tanıyor olması sebebiyle bu işe tevessül ettikleri görülmektedir. Bakanlar, Sayın Cumhurbaşkanı’nın aile dostları ve onun nezdinde hatırı olan insanlar; rektör olmak isteyenlerin vesîle olmasını istedikleri kişilerdir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın her insanı birebir tanıması/bilmesi mümkün olmayacağına göre, verilen referanslara göre hareket etmek zorunda kalmaktadır. Bu yöntemle atamanın sonunda üniversite camiasının “Bu kadarı olmamalı” şeklinde tepki verdiği isimler karşımıza çıkabilmektedir.

İhtiyacın çok üzerindeki öğretmenlik bölümü kontenjan sayılarının yükseköğretim kurumlarından mezun ediliyor olması, ileride biriken işsizlikle beraber toplumsal infiale da yol açmaktadır.

Gençlik hayatı ve müfredat sorunları

İmam-hatip liselerinin hüviyeti tahrife uğramıştır. Mevcût durumda bu liselerin aile ve gençliğe herhangi bir katkısı yoktur.

Giysimiz, rûhumuzu ve davranışlarımızı şekillendirmektedir. Kıyafet serbestisi gençleri olumsuz etkilemiştir.

Kendi kültürümüzden kopuk müfredat sorunumuz vardır. Bu müfredât, bilgi üreten ve ilme meraklı gençler çıkartamamaktadır. “Bir şeye uzun zaman ayırmayan” ama “her şeye biraz zaman ayıran” ve zamanı hızla tüketen bir nesil yetişmektedir. Eğitim sistemimiz bireye göre hazırlanmadığı için, gençler farklılıklarına ve kapasitelerine bakılmaksızın aynı potada eritilmektedir. Mevcût metot, yönetilebilen ve itaat eden nesiller yetiştirmeye yarar. Sınırları aşan, sınırlardan taşan gençlerin ise sistemde yeri yoktur. Kabiliyetlerin önündeki en büyük engel budur. Oysa gençlerden asıl beklentimiz, sınırları aşmalarıdır. Mevcût sistem, bireyi paketler hâlinde istiflemekte, kitlesel programlar uygulamakta ve bireyin hususiyetlerini/farklılıklarını göz ardı etmektedir.

Müfredat içeriğinin yalnızca soyut düşünce ağırlıklı olması, çocukların gelişimine katkı sağlayacak aktivitelerden uzak kalması ve özellikle “Ağaç yaşken eğilir” atasözümüz uyarınca kültürel değerlerimize yeterince sahip çıkılmaması bir başka sorundur.

Eğitim sisteminin Batı temelli olması ve yalnızca Batılı filozof, devlet adamı ve düşünürlerin fikirlerine yer verilmesi, yalnızca Batılı devlet modellerinin örnek olarak gösterilmesi, genç yaştaki bireyleri İslâm ve kültür ekseninden kopartıp Batı hegemonyasında gelişen ve bu doğrultuda işler ortaya çıkaran şahıslar hâline getirmektedir.

Spor, müzik, beden eğitimi ve görsel sanatlar dersini en önemsiz dersler arasında görmek ve azaltmak, ne yazık ki AK Parti iktidarı döneminde vuku bulmuştur. Sözel dersler velilerin ve öğrencilerin gözünde değersizleşmiştir. Sözel zekâ ve ritmik zekâ, sayısal zekâ ile aynı değeri görmemektedir.

Öğretmen, sınav ve sistem sorunları

Öğretmenlerin ruhsal coşkularını yitirdikleri görülmektedir. Hizmet içi eğitimler hep formalite ve zaman kaybı olarak kalmaktadır. Bilgi yığınları altında yetişen kararsız bir gençlik, bir ülkenin güvenli geleceği olamaz.

Öğretmenlerin terfileri günümüzde sadece ve sadece bir sendika yöneticilerinin inisiyatifine bağlıdır ve asla liyakat söz konusu değildir. Terfide hiçbir objektif ölçü yoktur.

Başında “millî” ibaresini taşıyan “eğitim” sisteminde sıklıkla yapılan değişiklikler, eğitimcileri olduğu kadar öğrencileri, hattâ velileri de etkilemiştir. Her eğitim sezonu başında çekilen kura sonucu ataması yapılan öğretmenler sevinirken, atanamayanların gözyaşı ve tepkisiyle karşılaşmaktayız. Son 17 yıl içinde AL, LGS, OKS, SBS ve TEOG’dan oluşan beş farklı sistem sonucunda geleceklerini belirleyen sınavlara katılan öğrencilerin iş ve meslek sahibi olmaları için üniversite bitirmeleri yetmiyor, KPSS testinden de geçmeleri gerekiyor.

Eğitim sisteminin sürekli değişmesi ve bunun insanlara tam olarak açıklanmadan yapılıyor olması, herkese bu konuda konuşma özgürlüğü vermiş durumda. Bundan da en büyük zararı öğretmenler görüyor.

Her ne kadar son dönemde bir iyileştirme yapılmış olsa da öğretmenlerin artık eski otoritelerinin kalmamış olması ve öğrencilerin eline çok fazla hak verilmesi, bu sistemde bozulmalara yol açıyor.

Öğretmen ve öğrenci arasında olması gereken mesafe kalkmış durumda. Öğrenmede saklı bir şeylerin olması, insanın öğrenmek istemesine yol açıyorken, sosyal medyada öğretmeniyle gereğinden fazla samîmi olan öğrenci, derse olan ilgisini de kaybediyor.

Bilgiyi ve hissiyatı ilim olarak görmekten uzak, ezberci ve hızlı sınav sistemi gençlerimizi yormakta, zihinsel ve bedensel gelişim dönemlerini olumsuz etkilemektedir. Bu süreçte psikolojik olarak başarısızlık, hırs ve kıskançlık gibi olumsuz duygular çocuklara erken yaşta enjekte edilmektedir. Hayatı yalnızca yarıştan ibaret gören ve paylaşmayı bilmeyen bir toplum hayatının ilk adımları böylece atılmış olmaktadır.

Üniversite sınavındaki test odaklı çalışma sistemi, öğrencilerin eğitim alanından ve bilimsel araştırmalardan bezmesine ve vazgeçmesine neden olmaktadır. Puanı ve sıralaması nereye yeterse orayı tercih eden öğrenci, idealsiz ve hedefsiz adım atmakta ve kör nokta atışlarıyla düşük performanslı branş mezunları olmaktadır. 

Hizmetin anlatılamaması sorunu

Hükûmetimizin eğitime dönük ortaya koyduğu somut yatırımlar ve birçok güzel gelişme (kız çocuklarının okullaşmasının arttırılması, eğitimde dev teknolojik altyapı, okul öncesi eğitim ile ilgili okullaşma oranının artması, evde eğitim hizmetleri, halkın sırtında kambura dönüşen dershaneciliğin bitirilmesi, özel eğitimde tekelleşmenin sonlandırılması, hijyenik okullar, ücretsiz taşıma hizmetleri, katsayı uygulamasının ve başörtü yasağının kaldırılması vb.) toplum indinde görülmez durumdadır.

Politika ve idare sorunu

Hükûmet’in eğitim politikasının icrası noktasında mihenk taşı olan eğitim yöneticilerinin mülâkatla ve herhangi bir liyakat gözetilmeksizin seçilmesi, beraberinde ciddî menfi sonuçlar doğurmuştur.

Hükûmet politikalarını eğitimde hayata geçirmek üzere köprü vazîfesi görecek olan eğitim yöneticilerinin seçim usûlleri başta olmak üzere, siyâsî tutumları ve parti kimliği ile anılmaları, kamu temsilcisi değil de direkt parti temsilcisi olarak görülmelerine neden olmaktadır.

Bu, eğitim yöneticilerinin gündelik hayat içinde eğitim kurumları ile ilgili yaptıkları doğru ya da yanlış hemen hemen her eylem ve işlemin kadük/anlamsız kalmasına yol açmıştır.

Bununla öğretmen, veli ve ilgili tüm paydaşlarca yapılan tüm işlere karşı bu kişilere değil de doğrudan Hükûmet’e olumsuz tepkiler doğmasına alan açılmıştır. Yöneticilerin önemli bir kısmının liyakatsizliği de buna eklenince, gündelik iş hayatı içinde yapılanlar da yanlış/eksik olarak teşekkül etmiş, zaten idareye tepkili ve önyargılı olan eğitim paydaşları, yöneticilere karşı fark etmeden doğrudan/otomatik olarak tamamen negatif bir pozisyon içinde kendilerini bulmuşlardır.

Nihâyet eğitim yöneticilerinin seçimi usûlü ve önemli bir kısmının açık biçimde partizanca duruşları nedeniyle ne aldıkları kararların, ne yaptıkları işlerin, ne de duruşlarının bir anlamı kalmamış, bilâkis hitap ettikleri kitle üzerinde herhangi bir müspet tesir bırakmaz olmuşlardır. Böylece eğitim kurumları etkilenmiş, iş barışı bozulmuş, motivasyon düzeyleri düşmüş, kurumsal kapasite yetersiz hâle gelmiştir. Öyle ki, eğitime Cumhuriyet tarihinin en büyük bütçeleri ayrılmasına rağmen maalesef ciddî bir başarı elde edilememiştir. Bütün bunlardan da en büyük yarayı, eğitimin önemli muhatabı olan çocuklar almıştır.

Bu sorunlar, beraberinde liyakat ihtiyacını doğurmuştur. Muhalefet tarafından “partiye yakın olma, partili olma” gibi kriterler öne çıkarılsa da, esasen partililerden de ziyâde vekil yakını olan, partide tanıdığı olan, çoğu zaman partiyle (AK Parti) alâkası da olmayan kişilerin yönetici olarak atanmaları, liyakat sorununu körüklemiş durumdadır.

Bütün bu sorunlar gösteriyor ki, liyakati esas alan âdil bir yönetici seçme usûlüne ihtiyaç bulunmaktadır.

Ne zaman kabîne değişse, sistem de değişmiştir. Ama bu konuda en çok imam-hatip liseleri dikkat çekmektedir. Çünkü nerede puanı düşük bir meslek okulu varsa, imam-hatip okullarına yüzler çevrilmiştir. Bu durum imam-hatip liselerinin saygınlığını zedeledi ve muhafazakârlığı veba ile eşdeğer tutan kişi, kurum ve kuruluşların ekmeğine yağ sürdü. Oysa istidatları tespit edilerek yalnızca imam-hatip lisesinde eğitim görmek isteyen çocukların bu okulu tercih etmeleri hedeflenebilirdi. Hâlihazırdaki uygulama, puanı düşük olduğu için bu liselere mecbur kalınmasına neden oluyor.

Sınav sistemi bireyleri sınırlamaktadır. Mevcût üniversiteye giriş sınavları, kazanandan çok kaybeden üretmektedir. Sınav sorularıyla öğrenci elenmektedir. Ülkemiz bu şekilde beyin gücünü kaybetmektedir. Millî servet telef edilmekte, her yıl sınava yönelik kitaplar üretilmekte, zihinler birbirlerine benzer binlerce soruyla karıştırılmaktadır.

Meslekî eğitim sorunu

Meslekî eğitimde öğrencilerin sahadan uzak kalması ve teoriye boğulması, yine staj uygulamalarının çoğu zaman kâğıt üzerinde kalması ve öğrencilerin istenen seviyeye erişemeden buralardan mezun olmaları ciddî birer problemdir.

İlgili sektörlere kalifiye ara eleman yetiştirilememektedir. Zaten belirli seviyenin altındaki öğrencilerin meslek liselerine gitmeleri ve onların da teoriye boğulmaları, ciddî anlamda sektörden kopmalarına ve istenen yeterliğe ulaşamamalarına neden olmaktadır.

Meslek liselerinin çoğu atölye ve/veya donanım eksikliği yaşamaktadır. Bina olarak büyük paralar ödenerek yapılan meslek liselerinin iç donatısıyla ilgili olarak Devletimiz, her yere eşit koşullarda yetişemeyebilmektedir. Bu doğaldır, ancak bu kadar binanın yapımına, bu konuda dış fizikî yapı ve topyekûn yeni meslek lisesi binalarının inşâsına ihtiyaç olup olmadığı, üzerinde düşünülmesi gereken bir göstergedir.

Bölgedeki ticaret ve esnaf odaları ile çoğu zaman bir bağ olmamakta, olsa da bu odaların gerçek hayatla/esnafla direkt bağlantıları bulunmamaktadır. Bu da bölgede kişisel menfaatlerin ötesinde gerçekçi çalışmalar ve analizler yapmaya fırsat vermemektedir.

Dil eğitimi sorunu

Türkiye’deki birçok insanın dışarıya kapalı yaşamasına neden olan yabancı dil eksikliği, kanayan bir yaradır. Türkiye’de yabancı dil sınavlarında birçok ilgili dil öğretmeninin bile düşük not alması, bunun en büyük göstergesidir. Yıllarca ağırlıklı İngilizce eğitim veren liselerden mezun olan çocuklar, ortalama en temel seviyenin bile biraz altındadır. Yabancı bir dilde eğitim gören öğrencinin öğrendiği dilde pratik yapma fırsatı Erasmus veya Farabi Programı ile mümkündür. Ancak bu imkân herkese şâmil değildir.

Dört yıl üniversiteye giderek dil öğrenmeye çalışmış bir öğrencinin pratik yapamaması nedeniyle başka bir işte çalışması, ülkemiz için beyin ölümü anlamına gelmektedir.

Geçici öğretmenlik sorunu

Geçici görevli (halk dilinde “torpilli”) kimi öğretmenlerin eğitime verdiği tahribat büyüktür. Yıllarca onların yerine ücretli öğretmenler gitmekte, bu gibi öğretmenlerin öğrencilerinin, kadrolu öğretmenleri bulunmadığı için sık sık öğretmen değişikliği nedeniyle problemler yaşadıkları görülmektedir.

AR-GE ve özel bürolarda tutulan öğretmenlerin seçim usûlü ve çalıştırılma şekilleri ile ilgili mevzuat bir türlü oturtulamamıştır. Buralarda ciddî kaynak israfı söz konusudur. Bunun yanında buradaki torpil algısı genel olarak okul iklimlerini zedelemektedir.           

***

Tavsiyeler

Gençlerimiz ve çocuklarımız yeniden mânâ ipine tutunabilmeli, köklerine uzanabilmelidir.

Ülkemizin ihtiyacına yönelik bölümlere liseden sonra not ortalamaları ve öğrencilerin istidadı oranında geçişler sağlansa daha mantıklı olacaktır.

Kitapların ücretsiz dağıtılması uygulaması gözden geçirilmelidir. Bu yöntemle, kitabın öğrenci açısından hiçbir kıymeti kalmamıştır. Aslolan, kitabın içeriğinin değerlerimize uygun hazırlanması, dil-din-edep-şuur açısından titizlikle ele alınması ve bilimsel olarak sürekli güncellenmesidir.

Öğretmenlere danışmansız lisansüstü imkânı verilebilir, zira eğitimci bir grubun eğitime ket vurması gerçekten anlaşılmaz bir durumdur. Bilimin önündeki bu engel net, açık ve teşvik edici cümleler içeren yeni yönetmeliklerle kaldırılabilir.

Dil bölümlerinde okuyanlara staj imkânı verilmelidir. Hastane, müze ve yabancı dile ihtiyaç olan kurum ve kuruluşlarda bu öğrencilere yarı dönem staj imkânı sunulabilir.

Lisansüstü öğretimin çoğunlukla çalışma hayatıyla paralel yürüdüğü göz ardı edilemez, bu nedenle yapılacak düzenlemeler hem donanımlı bir nesil, hem akademik/bilimsel teşvik, hem de akademik kadro açığının kapatılması açısından önem arz etmektedir.

KEDİ Kutup Programı dâhilinde Antarktika’ya gönderilecek öğretmenlerin başvuru koşulları değiştirilerek 40 yaş sınırı kaldırılabilir. Bugünün 55 yaşındaki bireyi, 40 yaşındaki bireyden çok daha enerjiktir.

Doktora yapan veya tamamlamış olan öğretmenlerden dil şartı kaldırılabilir. Çünkü doktoradan itibaren dil belgesine ihtiyaç duyulmamaktadır. YDS’ye girecek süre olmadığından, doktora düzeyindeki öğretmenler mağdur olacaktır.

Öğretmen seçiminin bilimsel ve akademik çalışmalar, istek düzeyi ve öğrenciye sanal ortamdan bilgi aktarabilme potansiyeline göre yapılması daha doğru bir yöntem olabilir.

Modern dünyaya entegre, rekabetçi, inovatif kapasitesi yüksek, donanımlı bir nesil ve genç işsizliğini önlemede öncelik, yükseköğrenimde kalitenin arttırılmasıyla aranabilir.

Nitelikli öğretim için Osmanlı medrese sistemi analiz edilerek dünyaya nâm salmış yetişmiş insan gücü, özel uzmanlık alanları içerisinde değerlendirilebilir ve dünyadaki yeni/asırlık yükseköğretim modelleri incelenerek nitelikli öğretim ve kalıcı donanım açısından etkin politikalar üretilebilir. Alt öğretim düzeylerinde kalite arttırılarak lise düzeyi ile YÖK programları/kontenjanları senkronize edilebilir, yükseköğretim kalitesi arttırılarak (akademisyen+program) yükseköğretime erişim oranı da yükseltilebilir. Merkezî sınav sisteminden vazgeçilerek kontrol edilebilir/plânlanabilir büyüme ve genişleme sağlanabilir.

Ayrıca yurtdışı ile bilimsel senkronizasyon sağlanmalı, akademik/bilimsel teşvik ve destek arttırılmalı, verimli ve istikrârlı yönetimler/ekipler oluşturulmalı, akademik/bilimsel araştırmalara özel “İzleme/Değerlendirme Çalışma Grupları” oluşturulmalı, işlevsel sorunlara karşı “Müdahale/İyileştirme Grupları” oluşturulmalı, arz-talep dengesi kurularak mezun istihdamı takip edilmeli ve değerlendirilmelidir. İlâve olarak gerçekçi toplumsal hedefler belirlenmelidir.

Tüm çalışmaların takibi ve denetimi yapılmalı, yorumlanarak işlenmelidir.

FETÖ nedeniyle oluşan akademisyen açığının akademik unvanı olmayan kişilerle kapatılmaya çalışılması önlenmeli, şanlı Türk Ordusu’nu yetiştiren askerî liseler çok sıkı denetlenmek kaydıyla geçmişteki kaliteye sahip öğretimi ile yeniden eğitime başlamalı, Harp Akademilerinin Ordumuzla bağlantılı olarak devamı sağlanmalı, gençlerdeki “güzel maaş nedeniyle asker/polis olma” algısı değiştirilmeli, Askerî Akademiler ve Polis Akademilerinin vatan-millet için önemli olan kıymeti yeniden kazandırılmalıdır.

Yeni nesil, edep ve ahlâk üzere programlanmalıdır.

Öğretmendeki olumlu değişim, geleceğin kurgusunu aydınlatacaktır. Bu nedenle öğretmen kadrolarının oluşturulmasında norm sistemi acilen ele alınmalı ve düzeltilmeli, kıdem ve kadro sistemi yeniden düzenlenmeli, puan sisteminde revizyona gidilmeli, sadece derse giren öğretmenle sürekli proje üreten ve katma değeri olan öğretmen arasındaki fark belirginleştirilmeli, meslekî faaliyetlerin suiistimâlinin önüne geçilmeli, öğretmenin itibarını kazanması için atılan adımlar takip edilebilmeli ve sözde kalmamalı, “soru çözeni” “sorun çözene” dönüştürecek donanım kazandırılmalı, yöneticilerin öğretmenden üstün ya da ondan kopuk olması önlenmeli, sözleşmeli öğretmen sorunu çözülmeli, sınav sisteminde yarış yönteminden vazgeçilmeli, öğretmenin inisiyatifi genişletilmeli ve başrole taşınmalı, öğretmene şiddeti önlemek için saygınlığı yeniden kazandırılmalı, ebeveyni ile yaşayan bekâr öğretmenlere de evlilere tanınan haklar verilmelidir.

Tarih başta olmak üzere, sosyal bilimlerin tamamının müfredatı esaslı bir şekilde değiştirilmelidir.

Millî Eğitim kurumlarımızda yapılan yıldönümü kutlamaları, kesinlikle CHP-Kemalist jargondan arındırılmalıdır.

Hâlen MEB’de etkin olan bazı sendika ve cemaat yapılarının belirleyici olmasının yanında bu sendika ve cemaat vesâyetinin eğitim alanında hüküm sürmesi engellenmelidir. Bunun için de okul yöneticileri, öğretmenlerin seçimi ile belirlenmelidir. MEB tarafından tayin edilecek kurallar içinde aday olacak kişiler arasından ilk üçe giren adaydan birinin vali tarafından atanması gibi bir yöntem uygulanabilir. 

“Öğretmenlikte Kariyer Basamağı Sınavı” adıyla bir kere yapılan, ilgili mahkeme kararı nedeniyle tekrarlanmayan sınavlar yenilenmelidir. Sınav yapılmayacak ise öğretmenlerin tamamı uzman sayılarak ona göre bir ücret ilâvesi yapılabilir.

Öğretmen camiası içinde en çok taraftarı ve üyesi olan sendika, Eğitim Bir-Sen’dir. Ancak AK Parti’nin en zayıf olduğu kesim, öğretmen camiasıdır. Bu, önemli bir çelişkidir. Bu çelişkinin giderilmesi, ancak öğretmenin sınıfta ve okulda saygınlığının takviye edilmesi ve siyaset yapma hakkının teslim edilmesiyle mümkün olabilir.

Rektör atamalarında liyakat esaslı bir sistem geliştirilmelidir. Siyasilerin, akrabaların, nüfûzlu kişi ya da grupların önerdikleri isimler yerine, üniversitelerin gelişimi için vizyonu olan, öğretim elemanlarını ve öğrencileri motive edecek isimler seçilmelidir. Öncelikle bir kriter belirlenmeli, o kriterlere uyanlar başvuru yapabilmelidir (3 yıllık profesör olma, daha önce rektörlük, rektör yardımcılığı, dekanlık gibi üniversitelerde üst düzey yöneticilik deneyimine sahip olma gibi kriterler). YÖK’te oluşturulacak ve dışarıdan gelen baskılara kapalı bir komisyon, başvuran her bir adayla ilgili, gerekirse üniversitelere de giderek bir araştırma yapabilir. Devletin ilgili kurumlarından (Emniyet, MİT gibi) gelen bilgiler çerçevesinde YÖK Başkanı, bir kişiyi Sayın Cumhurbaşkanı’na önerir ve atama bu şekilde gerçekleşebilir.

Eleştirel bakış dersleri müfredata eklenmelidir. Kurulacak bir “Maturidilik Enstitüsü” ile eleştirel düşünmeye ilişkin temel müfredat araştırmaları ve çalışmaları yapılabilir.

Okullarda görev yapan ve dinî konularda eğitim veren öğretmenlerin yanlış yöntemlerini değiştirmeleri sağlanmalıdır.

Din görevlileri, eğitim ve öğretim noktasında daha sıkı denetime tâbi tutulmalıdır. 

İlâhiyat fakülteleri yerine “medrese” tipi akademiler kurulabilir. Bu medrese tipi fakültelerin de birçok alt fakülteleri (Hadis Fakültesi, Fıkıh Fakültesi, Tefsir Fakültesi,  Tarih Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Para ve Banka Fakültesi, Spor Akademisi, Basın ve Yayın, Uzay ve Astronomi, Fen Edebiyat Fakültesi gibi) açılabilir.

Millî eğitimde tarih dersi, seçmeli bir ders olmamalıdır.

Çocuk doğumu ve sonrasında “değer ebeveynliği programı” ile anne ve baba, çocuğun özgürlüğü, sevdiği işi yapması, hayâl gücü, edep ve ahlâkı konusunda donatılara sahip kılınabilir.

Müfredat sadeleşmeli ve çocuklar çocukluğuna doymalıdır. 2023 Vizyon Belgesi’nde bu kararlar alınmıştır ve öğrenciler ile öğretmenlerin bu konudaki tam desteği tamdır. Rûh sağlığı olmadıktan yerinde sonra akademik başarı bir şey ifade etmez.

Eğitimde sistemle sürekli oynanması yerine, mevcut bir sistemi rehabilite etmek daha doğru bir adım olabilir. Eğitimin özünde müfredat ile hem hayatın gerçekliği, hem de öğrencilerin girmek durumunda oldukları sınavlar birbirine uyumlu kılınabilir.

Meslek yüksekokulları, ülkemizdeki ara eleman/tekniker ihtiyacına yönelik sınavsız geçişlerle aktifleştirilerek, sonrasında mezunlara sınavsız sanayi merkezlerinde iş imkânı sağlanabilir.

Eğitim kurumlarına yönetici olarak seçileceklerin (il/ilçe Millî Eğitim şube müdürleri, il müdür yardımcıları ve il müdürleri dâhil) daha çok yüksek lisans mezunu kişilerden seçilebileceği fikri gibi birtakım standart seçenekler yöneticilik öncesinde sunulabilir. 

Mümkünse mülâkat kaldırılmalı, devam edecekse mevcut yönetmelikteki “mülâkatın netîceye tesiri” maddesinin asgarî düzeye indirilmesi sağlanmalıdır.

İlgili yönetmeliğin Ek-1’inde belirtilen ödül almışlık ve taltif gibi seçme sistemine etki edici kriterlerin içeriklerinin âdil netîce verecek şekilde tasarlanması gerekir.

Yönetici atama yönetmeliğinde yer alan EK-1’deki, “alanında veya yönetim alanında tezli yüksek lisans mezunu olma” ile ilgili duruma göre kişiye verilecek puanların daha da arttırılması, bu konuda önemli bir adım olacaktır.

Her öğrencinin meslek lisesine gidebilmesinin önüne geçilmelidir. Puanla girilen meslek liselerini kazanamayan öğrencilerin tamamı, meslekî eğitim merkezlerine yönlendirilebilir. Böylece haftada 1 gün okula gidecek öğrenci, sahada daha çok zaman geçirecek ve işi pratik şekilde öğrenebilecektir.

MEB’in son protokollerinde, yabancı dil öğretmenleri ile ilgili yaptığı gibi, yurtdışında eğitim imkânı verme şeklinde, öğretmenlere yönelik -mümkünse öğrencilerin de kapsandığı- pratik yaptırıcı çalışmaların arttırılması lâzımdır. Öğretmenlere branşları ile ilgili eğitim almalarını sağlayıcı yurtdışı eğitim imkânları sunmak etkili olacaktır. Yabancı dil öğretmenleri için de bu imkânın arttırılması gerekmektedir.

İngilizce öğretmenleri mesleğe başlamadan önce ya da başladıkları ilk senelerinde en az 1 yıl İngilizce konuşulan bir ülkede bulunmaya teşvik edilebilir.

Ülke içinde Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın uyguladığı kamplar uhdesinde liseliler için dil kampları geliştirilerek buralarda uluslararası öğrencilerin buluşabileceği ortamlar oluşturulabilir.

Yabancı dil öğretmenleri ile ilgili kariyer plânlaması yapılması gerekmektedir. Gerekirse belli aralıklarla zorunlu olarak kendi konuştukları dil ile ilgili bir sınava alınmaları sağlanabilir.

Okul yapımları ile ilgili olarak tasarruf gerekçesiyle uygun arsa temininde güçlük çeken idareler, kamulaştırma noktasında destek alamamaktadırlar. Hâlbuki okul yapımları için gerektiğinde kamulaştırmanın önü açılmalıdır. Çünkü kimi zaman kamulaştırma yolu ile temin edilen uygun okul binası arsalarına yapılan okulların devlete maliyeti daha uyguna gelebilmektedir. Okul binası yerlerinin temini ile ilgili mevcut sistemin çok yönlü hâle getirilmesi gerekmektedir. Böylece toplam maliyet daha uygun olabilecek ise gerektiğinde kamulaştırmaya izin verilmelidir.