Yarım
“Ada”
TÜRKİYE bir yarımada.
Fakat insanımızın hafızasında yarımada fikri, bilinci ve kültürü neredeyse hiç
yok. Deniz kıyısı olan şehirlerimiz var ve bu nedenle deniz hakkında iki edinim
var sadece: Tatil ve balık…
Fakat
devlet, denize “tatil ve balık” diye bakamaz. Devlet denize baktı mı, başka
şeyler görür, görmelidir! Özellikle imparatorluk deneyimi olan yani Osmanlı
döneminin deniz hâkimiyeti dikkate alındığında, devlet, denize baktığında “gelecek
ve güç” görür.
Bugün
ABD’nin dünya gücü, denizlerdeki hâkimiyeti ve gücü sebebiyledir. Bugün Çin’in
devasa güç hâline gelemeyeşinin en önemli nedeni, denizdeki hâkimiyetinin
zayıflığıdır. Bugün Yunanistan’ın durmadan Türkiye’ye horozlanma sebebi, yine
deniz hâkimiyetinde küresel güçlere yaptığı taşeronluktur.
Peki,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti denize nasıl bakar, nereden bakar ve deniz
hâkimiyeti ne durumdadır?
Çok
ilginçtir ve üzücüdür ki, konu denizlere değil de iç politikaya hâkim olmak
yani ülkenin karasında hâkimiyet söz konusu olduğunda, Deniz Kuvvetleri içinde
bir damar (NATO’cu), hemen “darbeci” kesiliyor. Bütün darbelerde bu damarın
aktifleştiğini görüyoruz. Neden? Çünkü bu damar, NATO’culuk adına ülkenin
hizada tutulmasından sorumlu!
Neyse,
konumuz bu değil. Konumuz, “ada” fikri, bilinci ve neler yapıldığına ilişkin…
Bu damarı kenarda tutarak devam edelim…
Bir
sefer, “deniz” dediğiniz, aynı zamanda da “kara” demektir. Çünkü denizin altı
karadır. Yani denizi ne kadar kontrol altında tutuyorsanız, o kadar karayı da
kontrol ediyorsunuz demektir. Özellikle doğal rezervler konusunda artık deniz
ön plânda.
“Mavi
Vatan” derken, tam da bu kastedilmektedir! Hatta hava sahasını bile ayrı vatan
olarak tanımlamak mümkün. Nitekim hava sahası ihlâllerinde, uyarı sonrası
uçakları düşürme yetkisi var ülkelerin. Bu bağlamda Türkiye’nin yarımada
oluşunun farkındalığını yani tatil ve balık dışındaki önemini fark ettiren tek
gündem var: “Kıbrıs”!
Evet,
Kıbrıs meselesi olmasaydı, Türkiye deniz hâkimiyeti ve gücü konusunda uyanık
kalamazdı. Kıbrıs’ı kaybetmek demek, Türkiye’yi sadece kara parçası yapar ve bu
yüzden ülkeyi “kara” günler bekliyor demektir.
Kıbrıs
Türkleri içinde de NATO’culuğu “darbeci” diye tercüme eden bir damar var. Hatta
“Türkiye elini Kıbrıs’tan çeksin; tatil ve balık bize yeter!” diyen (maalesef)
siyâsî oluşumlar da var. Ancak bu tatilci ve balıkçı kafaya karşı Türkiye,
denizden çekilecek veya denizin Türkiye’den çekilmesine müsaade edecek değil!
Nitekim
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Kıbrıs’ta attığı adımlar ve vereceği
müjdeler, “deniz hâkimiyeti” stratejisinin birer taktiği hükmündedir. Üstelik
tatili kumar bellemiş, balığı da “Güney Kıbrıs’la rakı sofrasında balık yemek”
diye öğrenmiş “tuzu kara” politikacılara Kıbrıs bırakılacak değil!
Tam
“ada”
İngiltere,
ada… Dünyada girip çıkmadığı kara bırakmadı. Hatta denizden ve karadan
çekildiği zamanlarda bile, bir de işgal ettiği “akıllarda” kaldı. “İngiliz
aklı” diye bir olgu var!
Bugün
Türkiye’ye Kıbrıs sorunu çıkaran da İngiltere!
Osmanlı’nın
son döneminde alacaklarına karşılık kiraladığı Kıbrıs adasında İngiliz oyunlarının
sonunda bugünkü Kıbrıs krizi var. Çünkü İngilizler önce “Tatil ve balık
bedava!” diye kampanya yürüterek halkın bir kısmını oyalarken, bu arada İngiliz
oyunları serisini de devreye sokuyor. Gelinen nokta malûm…
Deniz
ufku, derinliği ve dalga boyu unutulmasa, dibimizde onlarca ada Yunanistan’a
bırakılır mı? 28 Şubat sürecinde darbe yapma heveslisi Deniz Kuvvetleri’ndeki
damarın, acaba ülkenin geleceğini “karalara bağlamak” gibi bir niyetle eline
geçen ne?
Dolayısıyla
Türkiye’nin Kıbrıs meselesine tatil ve balık gözüyle değil, “Ada” gözüyle bakması
ve deniz hâkimiyeti bilinciyle strateji geliştirmesi çok ama çok hayatîdir!
Tabiî Sayın Erdoğan’a başından beri “rakı-balık ve tatil-kumar” sebebiyle itiraz eden zihniyet, Sayın Erdoğan’ın deniz tutkusundan haberdar değil!