Türkiye ile asimetrik ilişki kurmaya artık kimsenin gücü yetmez!

Biz NATO üyesi iken Kıbrıs’tan dolayı bize ambargo uygulayanlar NATO üyesi değiller miydi? Biz NATO’da müttefikken bize hava savunma sistemi satmayarak kendimizi korumak için bizi Rusya’ya mecbur bırakanlar, parasını ödediğimiz F-35’leri bize teslim etmeyenler NATO üyesi değiller mi? Onlar kendi menfaatlerini düşünüyorlarsa, biz de düşüneceğiz. Hem Rusya’nın Ukrayna halkına zulmetmesine karşı duracağız, hem de Rusya ve Ukrayna ile ikili ilişkilerimizi düzgün tutarak stratejik ticarî faaliyetlerimizi riske atmayacağız.

BU yazıda NATO hakkında yazacaklarım, aslında kurumsal olarak NATO’yu anlatmaya yetmeyebilir. Ancak bugün NATO demek, ABD ve İngiltere anlamına gelmektedir. Zira özellikle bu iki devletin âlî menfaatleri üzerine kurgulanmış bir eylem plânına hizmet eder.

NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrası, benzer siyâsî menfaatleri olan ülkelerin askerî işbirliği yaparak savunma güçlerini arttırmak adına kurdukları birliktir. Kuruluşun 25 Ocak 1949’da SSCB önderliğindeki sosyalist ülkeler arasında Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’nin kurulmasından sadece 68 gün sonrasına denk gelmesi bir tesadüf değil, Sovyet tehdidine karşı atılmış bir adımdır. SSCB ise ikinci bir hamle ile 1949’daki ekonomik konseye yeni ülkeleri de dâhil edip Varşova Paktı’nı kurarak dünyanın iki kutuplu siyasetini tescil etmişti. Artık ABD güdümündeki NATO, SSCB güdümündeki Varşova Paktı’na karşı siyâsî ve askerî birlik pozisyonuna girmişti. Dünyanın iki ittifaka da uzak bölgelerinde yaşanan anlaşmazlıklarda bile defalarca karşı karşıya geldi bu iki kutup.

Bir anlamda sosyalizmin yayılmasını önlemek amacıyla kurulan NATO, 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız kalan eski sosyalist ülkelere gözünü dikti. Amaç, hem yeni ülkeleri emperyalist düzene entegre etmek, hem Rusya ile NATO ülkeleri arasındaki sınırları güçlendirmek, hem de Rusya’nın siyâsî nüfuz alanını daraltmaktı. Bu sebeple 1999’dan itibaren gerek eski Demir Perde ülkeleri, gerekse de SSCB’den ayrılan Baltık ülkeleri NATO üyesi yapıldılar. Böylece Avrupa sınırları içerisinde eski Varşova Paktı üyesi devletlerden NATO’ya dâhil olmayan Rusya dışında üç ülke kalmıştı; Belarus, Moldova ve Ukrayna.

Bunlardan Belarus’un, Rusya ile siyâsî birliğini kesmediği için NATO üyeliği gibi bir ihtimâl söz konusu değil. Moldova ve Ukrayna ise Bireysel Ortaklık Eylem Plânı üyeliği statüsünde şimdilik.

Biraz da Ukrayna’yı tanıyalım dilerseniz…

1991’de SSCB dağıldığında, Rusya’nın dünyadaki siyâsî gücünü kaybetmemesi için Birleşik Devletler Topluluğu (BDT) kuruldu. Bu topluluğun kurucularından biri Ukrayna. Gerçi hiçbir zaman üyelik pozisyonuna girmemiş ama 2014’teki Kırım’ın ilhakına kadar da çok uzak durmamışlar Rusya’ya. Hem NATO, hem de BDT ile -sınırlı da olsa- askerî ortaklıklar kurmuşlar aynı süreçte. 2013’te, dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç, AB ile ortaklık anlaşmasını askıya almasının ve Rusya ile daha iyi ilişkiler kurma kararının ardından halk ayaklanması sonucu ülkesini terk etmek zorunda kalıyor. Ukrayna-Rusya arasındaki anlaşmazlıkların boyutu da işte bu tarihten sonra büyüyor. Ve önce Kırım’ın ilhakı, ardından Donbass Savaşı ile kanlı bir düşmanlığa dönüşüveriyor.

Sonrasında Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, ülkesinin NATO’ya üye olacağı, bunun çalışmalarının yapıldığını açıklayınca, Rusya tarafında büyük bir rahatsızlık hâkim oldu. Zira Rusya, NATO’nun Avrupa’nın doğusuna doğru genişleme yapmayacağı taahhüdüne rağmen Ukrayna gibi büyük bir orduyu kendine bağlama plânları yapıyordu. Evet, Estonya ve Letonya da NATO üyesi olarak Rusya ile kara sınırına sahip ülkelerdi ve onlara bu üyelik verilirken aynı tepki gösterilmemişti. Ancak o iki ülke ile 600 kilometreyi bile bulmayan kara sınırının üzerine Ukrayna ile 2 bin kilometreye yakın bir sınırı daha NATO’ya teslim etmek istemedi Putin. Ve Rusya-Ukrayna Savaşı başladı…

Batılı ülkelerin, uzun süren tehdit algısına rağmen Rusya’ya karşı tedbir almakta geç kalmış olmaları, Putin’den işgal hamlesini beklemedikleri anlamına gelebilir. Fakat bugünkü durumun bilinçli olarak hazırlandığını, Rusya’nın ve Ukrayna’nın savaşa teşvik edildiğini düşünmek de riyakâr Batı siyasetine yakıştırabileceğimiz bir ihtimâldir.

NATO ile ilgili hafızamızı tazeleyelim şimdi de…

Eski SSCB’den korunmak amacıyla kurulmuş, bugünkü savunma politikalarını da Rusya’dan korunmak için geliştiren bir örgüt. Çatısı altına aldığı ülkeleri korumak değil, ABD ve Avrupa’yı korumak gibi bir misyonu var özünde. Dolayısıyla, Türkiye olarak da defalarca test etmiş olduğumuzdan, net olarak söyleyebiliriz ki, düşman tehdidinden korunmak için NATO ile iş tutmak çok da mantıklı görünmüyor. Kaldı ki NATO, hem haksız iddialarla başlatılan Irak Savaşı ve Afganistan’ın işgalindeki başarısızlığı, hem Libya operasyonlarında yol açtığı sivil katliamı, hem de soykırımı önleyemediği Bosna-Hersek ve Kosova’daki beceriksizliği ile de sabıkalıdır!

“Arkandayız” diyerek savaşa zemin hazırladıkları Ukrayna’da da benzer bir başarısızlık öyküsüne şahit olmamız hiç de sürpriz olmaz. Hatta bu defa, asker bile göndermeyi reddeden bir NATO ile karşı karşıyayız. Tabiî bu da sürpriz değil. Zira herkesin ortak kanaati o ki, Ukrayna’da NATO askerinin bulunması, Üçüncü Dünya Savaşı için son hamle olacaktır. Rusya-Çin-İran üçlüsünü aynı tarafta göreceğimiz böyle bir savaşı göze almak için yeterli fikir birliği de yoktur NATO’nun. Siyasetle hiç alâkası yokken Ukrayna’ya Başkan olan komedyen Zelenski’nin en büyük hatası da bu öngörüde bulunamaması ve tabiri caizse Batı’nın gazına gelmesiydi herhâlde. Şimdi kalkıp, “Bizim için savaşacak kimse yok” diye dert yanması ise aldatılmış olduğu sonucunu değiştirmeyecek maalesef.

Evet, Ukrayna halkı ve başkanı, yakın tarihte küresel güçler tarafından işgal edilen birçok ülkeden daha “delikanlı” çıktı. Öyle görünüyor ki, önemli bir direniş gösteriyorlar kendilerinden çok daha güçlü Rus ordusuna karşı. Bazı kaynaklar yarım milyon Ukraynalı sivilin gerek devlet eliyle, gerekse de kendi imkânlarıyla silahlandığını dile getiriyor. Ve eğer savaş meskûn mahalle taşınırsa, bu direnişin çok daha uzun süreceği tahminleri yapılıyor. Ukrayna resmî mâkâmlarına göre 4 günde 5 bine yakın Rus askerinin öldürüldüğü, yüzlercesinin esir alındığı ve yüzlerce uçak, helikopter, tank ve lojistik aracın imha edildiği bilgisi veriliyor. Psikolojik harp taktiği olarak düşünüp verilen sayıları beşe bölsek bile, orantısız güce sahip iki ülke arasındaki bir savaşın güçlü tarafı için önemli sayılardır bunlar.

İşte savaş başladıktan sonra ortaya çıkan bu direniş gücü ve milletimizin mazlumun yanında yer alma geleneği yüzünden Türk kamuoyu yüksek oranda Ukrayna lehinde bir çizgiye oturmuş durumda. Vatandaş haklı olarak Hükûmet’in de kendi gibi düşünmesini ve savaştaki tarafını netleştirmesini bekliyor. Ancak devletler böyle yönetilmiyor tabiî. Biz biliyoruz ki, savaşta güçsüz olan, halkı zarar gören hangi taraf olursa olsun, devletimiz insanî yardımda onun yanında olur. Bugün Ukrayna, yarın Rusya…

Ancak savaşın tarafı olmanın getireceği her türlü sonuca katlanmak zorunda olduğunu biliyor Devlet’i yönetenler. Bu yüzden, savaş başlamadan önce olduğu gibi, şimdi de taraflar arasında bir orta yolu bulmanın çarelerini arıyor Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu yüzden de çekimser kalıyor bazı konularda.

Bugüne kadar -terörle mücadele dâhil- hiçbir savaşımızda yanımızda olmayan, bir hava savunma sistemini bile bize çok gören, başta ABD olmak üzere NATO’daki sözde müttefiklerinin arzuları, bizi de bu savaşın bir parçası yapmak olabilir. En azından, Ukrayna lehinde kararlara imza atarak Rusya ile askerî ve ticarî ilişkilerimizi sonlandırmamızı hayâl ediyorlardır belki. Hatta bunu milliyetçi görünümlü İyi Parti’nin Genel Başkanı Meral Akşener eliyle servis ediyor bile olabilirler. Ancak Türkiye, artık onlarca senedir “asimetrik” ilişkide olduğu sözde müttefiklerinin değil, kendi menfaatlerinin gereğini yapabilecek güçtedir!

Biz NATO üyesi iken Kıbrıs’tan dolayı bize ambargo uygulayanlar NATO üyesi değiller miydi? Biz NATO’da müttefikken bize hava savunma sistemi satmayarak kendimizi korumak için bizi Rusya’ya mecbur bırakanlar, parasını ödediğimiz F-35’leri bize teslim etmeyenler NATO üyesi değiller mi? Onlar kendi menfaatlerini düşünüyorlarsa, biz de düşüneceğiz. Hem Rusya’nın Ukrayna halkına zulmetmesine karşı duracağız, hem de Rusya ve Ukrayna ile ikili ilişkilerimizi düzgün tutarak stratejik ticarî faaliyetlerimizi riske atmayacağız.

Bu savaşın bir an önce bitmesi, yakın coğrafyamızın huzur bulması için koyduğumuz iradeye duâlarımızla destek olacağız. Derdimiz ne Ortodoks Putin, ne Yahudi Zelenski, ne onların arasındaki sorunlar. Derdimiz, bu sorunların bize zarar vermemesi.

***

Not: Rusya ile gayet simetrik bir ilişki içinde olduğumuzu kimse inkâr edemez. Her iki taraf da sadece menfaatleri doğrultusunda ortak hareket etmektedir. “Kazan-kazan” formülünün olduğu yerde asimetriden bahsetmek, bugüne kadar su, orman, rant hikâyeleriyle karşı çıktığınız Kanal İstanbul’u bölgesel dengeler için bir risk olarak gördüğünüzü ifşâ etmek, Trakya sınırımızdaki ABD askerî yığınağını görmezden gelip S-400’leri iade talebini dile getirmek, sizin kimlerle asimetrik ilişkiler içinde olduğunuzun delilidir Sayın Akşener! Mesele memleket olunca, Ukrayna muhalefet liderlerinden biraz feyz almanızı tavsiye ederim.