
BU yazıda NATO hakkında yazacaklarım, aslında kurumsal
olarak NATO’yu anlatmaya yetmeyebilir. Ancak bugün NATO demek, ABD ve İngiltere
anlamına gelmektedir. Zira özellikle bu iki devletin âlî menfaatleri üzerine
kurgulanmış bir eylem plânına hizmet eder.
NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrası, benzer siyâsî
menfaatleri olan ülkelerin askerî işbirliği yaparak savunma güçlerini arttırmak
adına kurdukları birliktir. Kuruluşun 25 Ocak 1949’da SSCB önderliğindeki
sosyalist ülkeler arasında Karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi’nin
kurulmasından sadece 68 gün sonrasına denk gelmesi bir tesadüf değil, Sovyet
tehdidine karşı atılmış bir adımdır. SSCB ise ikinci bir hamle ile 1949’daki
ekonomik konseye yeni ülkeleri de dâhil edip Varşova Paktı’nı kurarak dünyanın
iki kutuplu siyasetini tescil etmişti. Artık ABD güdümündeki NATO, SSCB güdümündeki
Varşova Paktı’na karşı siyâsî ve askerî birlik pozisyonuna girmişti. Dünyanın
iki ittifaka da uzak bölgelerinde yaşanan anlaşmazlıklarda bile defalarca karşı
karşıya geldi bu iki kutup.
Bir anlamda sosyalizmin yayılmasını önlemek amacıyla
kurulan NATO, 1991’de SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsız kalan eski
sosyalist ülkelere gözünü dikti. Amaç, hem yeni ülkeleri emperyalist düzene
entegre etmek, hem Rusya ile NATO ülkeleri arasındaki sınırları güçlendirmek,
hem de Rusya’nın siyâsî nüfuz alanını daraltmaktı. Bu sebeple 1999’dan itibaren
gerek eski Demir Perde ülkeleri, gerekse de SSCB’den ayrılan Baltık ülkeleri
NATO üyesi yapıldılar. Böylece Avrupa sınırları içerisinde eski Varşova Paktı
üyesi devletlerden NATO’ya dâhil olmayan Rusya dışında üç ülke kalmıştı; Belarus,
Moldova ve Ukrayna.
Bunlardan Belarus’un, Rusya ile siyâsî birliğini
kesmediği için NATO üyeliği gibi bir ihtimâl söz konusu değil. Moldova ve
Ukrayna ise Bireysel Ortaklık Eylem Plânı üyeliği statüsünde şimdilik.
Biraz da Ukrayna’yı tanıyalım dilerseniz…
1991’de SSCB dağıldığında, Rusya’nın dünyadaki siyâsî
gücünü kaybetmemesi için Birleşik Devletler Topluluğu (BDT) kuruldu. Bu
topluluğun kurucularından biri Ukrayna. Gerçi hiçbir zaman üyelik pozisyonuna
girmemiş ama 2014’teki Kırım’ın ilhakına kadar da çok uzak durmamışlar
Rusya’ya. Hem NATO, hem de BDT ile -sınırlı da olsa- askerî ortaklıklar
kurmuşlar aynı süreçte. 2013’te, dönemin Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç, AB ile
ortaklık anlaşmasını askıya almasının ve Rusya ile daha iyi ilişkiler kurma
kararının ardından halk ayaklanması sonucu ülkesini terk etmek zorunda kalıyor.
Ukrayna-Rusya arasındaki anlaşmazlıkların boyutu da işte bu tarihten sonra
büyüyor. Ve önce Kırım’ın ilhakı, ardından Donbass Savaşı ile kanlı bir
düşmanlığa dönüşüveriyor.
Sonrasında Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, ülkesinin NATO’ya
üye olacağı, bunun çalışmalarının yapıldığını açıklayınca, Rusya tarafında
büyük bir rahatsızlık hâkim oldu. Zira Rusya, NATO’nun Avrupa’nın doğusuna
doğru genişleme yapmayacağı taahhüdüne rağmen Ukrayna gibi büyük bir orduyu
kendine bağlama plânları yapıyordu. Evet, Estonya ve Letonya da NATO üyesi
olarak Rusya ile kara sınırına sahip ülkelerdi ve onlara bu üyelik verilirken
aynı tepki gösterilmemişti. Ancak o iki ülke ile 600 kilometreyi bile bulmayan
kara sınırının üzerine Ukrayna ile 2 bin kilometreye yakın bir sınırı daha
NATO’ya teslim etmek istemedi Putin. Ve Rusya-Ukrayna Savaşı başladı…
Batılı ülkelerin, uzun süren tehdit algısına rağmen
Rusya’ya karşı tedbir almakta geç kalmış olmaları, Putin’den işgal hamlesini
beklemedikleri anlamına gelebilir. Fakat bugünkü durumun bilinçli olarak
hazırlandığını, Rusya’nın ve Ukrayna’nın savaşa teşvik edildiğini düşünmek de
riyakâr Batı siyasetine yakıştırabileceğimiz bir ihtimâldir.
NATO ile ilgili hafızamızı tazeleyelim şimdi de…
Eski SSCB’den korunmak amacıyla kurulmuş, bugünkü
savunma politikalarını da Rusya’dan korunmak için geliştiren bir örgüt. Çatısı
altına aldığı ülkeleri korumak değil, ABD ve Avrupa’yı korumak gibi bir misyonu
var özünde. Dolayısıyla, Türkiye olarak da defalarca test etmiş olduğumuzdan,
net olarak söyleyebiliriz ki, düşman tehdidinden korunmak için NATO ile iş
tutmak çok da mantıklı görünmüyor. Kaldı ki NATO, hem haksız iddialarla
başlatılan Irak Savaşı ve Afganistan’ın işgalindeki başarısızlığı, hem Libya
operasyonlarında yol açtığı sivil katliamı, hem de soykırımı önleyemediği
Bosna-Hersek ve Kosova’daki beceriksizliği ile de sabıkalıdır!
“Arkandayız” diyerek savaşa zemin hazırladıkları
Ukrayna’da da benzer bir başarısızlık öyküsüne şahit olmamız hiç de sürpriz
olmaz. Hatta bu defa, asker bile göndermeyi reddeden bir NATO ile karşı
karşıyayız. Tabiî bu da sürpriz değil. Zira herkesin ortak kanaati o ki,
Ukrayna’da NATO askerinin bulunması, Üçüncü Dünya Savaşı için son hamle
olacaktır. Rusya-Çin-İran üçlüsünü aynı tarafta göreceğimiz böyle bir savaşı
göze almak için yeterli fikir birliği de yoktur NATO’nun. Siyasetle hiç alâkası
yokken Ukrayna’ya Başkan olan komedyen Zelenski’nin en büyük hatası da bu
öngörüde bulunamaması ve tabiri caizse Batı’nın gazına gelmesiydi herhâlde.
Şimdi kalkıp, “Bizim için savaşacak kimse yok” diye dert yanması ise aldatılmış
olduğu sonucunu değiştirmeyecek maalesef.
Evet, Ukrayna halkı ve başkanı, yakın tarihte küresel
güçler tarafından işgal edilen birçok ülkeden daha “delikanlı” çıktı. Öyle
görünüyor ki, önemli bir direniş gösteriyorlar kendilerinden çok daha güçlü Rus
ordusuna karşı. Bazı kaynaklar yarım milyon Ukraynalı sivilin gerek devlet
eliyle, gerekse de kendi imkânlarıyla silahlandığını dile getiriyor. Ve eğer
savaş meskûn mahalle taşınırsa, bu direnişin çok daha uzun süreceği tahminleri
yapılıyor. Ukrayna resmî mâkâmlarına göre 4 günde 5 bine yakın Rus askerinin
öldürüldüğü, yüzlercesinin esir alındığı ve yüzlerce uçak, helikopter, tank ve
lojistik aracın imha edildiği bilgisi veriliyor. Psikolojik harp taktiği olarak
düşünüp verilen sayıları beşe bölsek bile, orantısız güce sahip iki ülke
arasındaki bir savaşın güçlü tarafı için önemli sayılardır bunlar.
İşte savaş başladıktan sonra ortaya çıkan bu direniş
gücü ve milletimizin mazlumun yanında yer alma geleneği yüzünden Türk kamuoyu
yüksek oranda Ukrayna lehinde bir çizgiye oturmuş durumda. Vatandaş haklı
olarak Hükûmet’in de kendi gibi düşünmesini ve savaştaki tarafını
netleştirmesini bekliyor. Ancak devletler böyle yönetilmiyor tabiî. Biz
biliyoruz ki, savaşta güçsüz olan, halkı zarar gören hangi taraf olursa olsun,
devletimiz insanî yardımda onun yanında olur. Bugün Ukrayna, yarın Rusya…
Ancak savaşın tarafı olmanın getireceği her türlü
sonuca katlanmak zorunda olduğunu biliyor Devlet’i yönetenler. Bu yüzden, savaş
başlamadan önce olduğu gibi, şimdi de taraflar arasında bir orta yolu bulmanın
çarelerini arıyor Türkiye Cumhuriyeti Devleti. Bu yüzden de çekimser kalıyor
bazı konularda.
Bugüne kadar -terörle mücadele dâhil- hiçbir
savaşımızda yanımızda olmayan, bir hava savunma sistemini bile bize çok gören,
başta ABD olmak üzere NATO’daki sözde müttefiklerinin arzuları, bizi de bu
savaşın bir parçası yapmak olabilir. En azından, Ukrayna lehinde kararlara imza
atarak Rusya ile askerî ve ticarî ilişkilerimizi sonlandırmamızı hayâl
ediyorlardır belki. Hatta bunu milliyetçi görünümlü İyi Parti’nin Genel Başkanı
Meral Akşener eliyle servis ediyor bile olabilirler. Ancak Türkiye, artık
onlarca senedir “asimetrik” ilişkide olduğu sözde müttefiklerinin değil, kendi
menfaatlerinin gereğini yapabilecek güçtedir!
Biz NATO üyesi iken Kıbrıs’tan dolayı bize ambargo
uygulayanlar NATO üyesi değiller miydi? Biz NATO’da müttefikken bize hava
savunma sistemi satmayarak kendimizi korumak için bizi Rusya’ya mecbur bırakanlar,
parasını ödediğimiz F-35’leri bize teslim etmeyenler NATO üyesi değiller mi?
Onlar kendi menfaatlerini düşünüyorlarsa, biz de düşüneceğiz. Hem Rusya’nın
Ukrayna halkına zulmetmesine karşı duracağız, hem de Rusya ve Ukrayna ile ikili
ilişkilerimizi düzgün tutarak stratejik ticarî faaliyetlerimizi riske
atmayacağız.
Bu savaşın bir an önce bitmesi, yakın coğrafyamızın
huzur bulması için koyduğumuz iradeye duâlarımızla destek olacağız. Derdimiz ne
Ortodoks Putin, ne Yahudi Zelenski, ne onların arasındaki sorunlar. Derdimiz,
bu sorunların bize zarar vermemesi.
***
Not: Rusya ile gayet simetrik bir ilişki içinde olduğumuzu kimse inkâr edemez. Her iki taraf da sadece menfaatleri doğrultusunda ortak hareket etmektedir. “Kazan-kazan” formülünün olduğu yerde asimetriden bahsetmek, bugüne kadar su, orman, rant hikâyeleriyle karşı çıktığınız Kanal İstanbul’u bölgesel dengeler için bir risk olarak gördüğünüzü ifşâ etmek, Trakya sınırımızdaki ABD askerî yığınağını görmezden gelip S-400’leri iade talebini dile getirmek, sizin kimlerle asimetrik ilişkiler içinde olduğunuzun delilidir Sayın Akşener! Mesele memleket olunca, Ukrayna muhalefet liderlerinden biraz feyz almanızı tavsiye ederim.