“Türkiye faktörü”, denklemleri ne kadar zorlayabilecek?

Bu ülkeye dair, korkularımızdan daha kuvvetli inancımız. Tedbirli, temkinli ve gayretli… Zor günleri aşmak ve artık hayâllerimize daha çok imkân bulabilmek üzere daha güçlü yol almak için biz yine bize ve biz olmaya muhtacız. Savaş başlayacak değil, çoktan başladı! Günlük yaşantımıza devam edebilme lüksünde yaşadığımız savaş büyüyor sadece. Safları sıklaştıralım!

BÖLGEYE ilişkin çizilen yüzyıllık haritalar ve daha ötesine uzanan hayâllerle sürekli kanatılan ve kaynatılan coğrafyamızda yeni hamleleri tahmin etmek, eskisinden de güç hâle geldi.

Aramco saldırısının sebeplerine mi, sonuçlarına mı, yoksa gerçekleştiği zamana mı daha çok odaklanmak gerektiğini bilmiyorum, ama neresinden bakarsanız bakın, olacakların ancak şiddetini tahmin edebiliyorsunuz, stratejik adımlarını değil. Giderek daha çok etkileşimli ve failli bir alan… Ve kimin kimi ne için kullandığı, görünenin ötesindekinin ne olduğu bazen belirsizleşiyor.

Türkiye’nin etkili tamponluğu sayesinde dünya, yanı başımızdaki savaşın gerçek sonuçlarıyla henüz karşılaşmadı. Dünya devlerinin utanmaz ve aymaz tavırları arttığında devreye giren “Kapıları açarız” tehdidi de bir tehdit olmaktan çıkmak zorunda kalındığında, belki ancak bir kısmını yaşayabilecekler.

Kıtalar ötesini kendilerine bir şey olmayacağından emin şekilde kana bulayanlar, savaşı son teknoloji ürünleri ile kızıştıranlar, bir gün o silahların kendilerine de uzanabileceğini düşünmek istemiyorlar. Oysa kazanan olmayacak! Burası can çekişirken, onlar belki sadece susuz kalmış kadar hafif yaşayacaklar etkilerini uzun süre, ama sonrası, hesap edilenin ötesinde katlanarak büyüyecek! Kelebek etkisinden ve buna ilişkin teorilerden filmlere ilham alacak kadar haberdar olanlar, maalesef işin duyarlılık ve sorumluluk boyutunda yoklar. Olmadılar, olmayacaklar.

Suriye Savaşı’nın insanî sorumluluğunu yüklenen Türkiye, işin sosyal ve ekonomik boyutunun giderek büyümesi hâlinde nereye kadar direnebilecek? Süreklilik sağlanabilecek mi? Bunlar da ayrı birer sorun! Hepimizi ilgilendiren bu konu, şimdiye kadar dünyaya insanî yardımın topyekûn bir örneğini sunsak da artık özellikle iç siyasete ilişkin kararları etkileyecek bir noktaya geldi. Eğitim, sağlık, çalışma hayatı ve benzeri alanlarda yaşanan sıkıntıların artış hızına paralel bir göçmen uyumu, koşullarına ilişkin yeterli ve katı bir düzenleme olmaması, bundan böyle yaşanacak sorunları arttıracağa benziyor.

Savaş bitmiyor. Çoklu etkileşimlerle aksine büyüyor ve büyütülüyor. Ekonomide sürekli savunma hattında kalan ülkemizin ekonomik kırılganlığı, bu şartlarda sürdürülebilen iyimserliğe rağmen yüksek. Kış kapıda ve biz, enerji bağımlısı bir ülkeyiz. Zor bir kış, zor bir gelecek bizi bekliyor!

İç siyasetin kutuplaştırıcı dilinde farklılık yok. Mülteci konusunun zor şartlarda bazı emellere alet olmaması ve kıvılcım hâline gelmemesi için acilen insanî ama uygulama noktasında taviz verilmeyecek bir politika belirlenmeli.

Suriye Savaşı’nda uzatmaları oynamak zorunda kalan savaş destekçileri, artık daha hırslı ve kızgın hamleler yapacaklar. Bu şartlara hazırlıklı olmak zor olsa da bunu başarmak mecburiyetindeyiz. Yıllardır söylediğimiz şey, en çok da bu savaşla görünür oldu: “Türkiye, sadece kendi güvenliğini düşünebilecek durumda değildir! Türkiye, bölgenin selâmetinin ve dünya mazlumlarının umut garantisidir. Ayakta durmak, bağımsız kalmak zorundadır.”

Bu süreçte İran, ABD, Suudi Arabistan, Rusya, Almanya, İngiltere ve diğerlerinin ne yaptıkları ve ne söyledikleri kadar, içimizdeki sesleri de dikkatle takip etmemiz gerekecek. Biliyoruz ki, bazılarının konuşma metinleri bazılarınca yazılmakta ve görüntü buradan, ama ses başka yerden gelebiliyor.

Bu ülkeye dair, korkularımızdan daha kuvvetli inancımız. Tedbirli, temkinli ve gayretli… Zor günleri aşmak ve artık hayâllerimize daha çok imkân bulabilmek üzere daha güçlü yol almak için biz yine bize ve biz olmaya muhtacız. Savaş başlayacak değil, çoktan başladı! Günlük yaşantımıza devam edebilme lüksünde yaşadığımız savaş büyüyor sadece. Safları sıklaştıralım!