Türkiye destan yazıyor, “Tiyatro” demeye cüret eden var mı?

İnsanlık suçu işleyen ve buna 9 yıl devam eden zalimlerin rezaletlerine bir de yenilgi eklendi. Hem de kim tarafından? Son yüz yıldır etkisizleştirilmeye çalışılan, borç handikabı içinde çırpınmaya zorlanan, kendi kendine yetemesin diye içeriden ve dışarıdan kuşatılan, sosyal, siyâsî, dinî ve ekonomik terörle mücadele etmekten başını kaldıramayacağı zannedilen Türkiye tarafından…

27 ŞUBAT günü yüreklerimize kor gibi düştü şehit haberleri. Şehit analarının feryâdı kulaklarımızda hâlâ…

Dün gece bu satırları kaleme aldığım saatlerde bir şehit haberi daha geldi ajanslardan. İdlib’de çatışmaların önlenmesi için bölgeye takviye olarak gönderilen askerlerimize Rejim yanlıları tarafından açılan topçu ateşi sonucu Piyade Uzman Onbaşı Mustafa Muhammed Ak’ın şehâdetiyle şehit sayımız 37’ye yükseldi.

Mazlum Suriyeli halkın rahat nefes alabilmesi için, gurbet ellerde silah kuşanan, gözünü kırpmadan nöbet tutan, zalimle savaşırken can korkusu yaşamayan, ekmeğini masum çocuklarla paylaşacak kadar kocaman yürekli Mehmetçiklerimizden; Mustafa, Ahmet, Mehmet, Osman, Ali, Halil, Emre, Nihat, Muharrem, Batuhan, Emin, Arif, Tayfun, Adem, Tolga, İbrahim, İsmail, Yusuf, Süleyman, Selman, Recep, Güven, Cuma, Turgut, Onur, Birhan, Göksu ve Ekrem, Regaib Gecesi ebedî istirahate çekildiler.

Bedenleri aramızdan ayrılırken, adları binlerin duâsına karıştı. Fâtihalar ve Yasinlerle uğurlandılar. Ne mutlu onlara ki, ezâ edenlerden değillerdi; ezâya uğrayan masumların canını korumaktı görevleri.

Ruhları şâd olsun!  

Şehit ailelerine başsağlığı dilerken, bir yandan anaların yavrularına duyacakları özlemin büyüklüğünü düşündükçe havsalamız zorlanıyor, öte yandan şehâdet şerbetini içenlerden olma hayâli kurarken Bakara Sûresi’nin 154’üncü âyet-i kerîmesi gıptayla dilimize düşüyor: “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.”

Şimdi yüreği yangın yeri olan analar için, bu ne güzel bir tesellidir!

Şehitlerimizi, ölümün dirilmek olduğu o mâkâma erişenlerden eylesin Rabbimiz.

Ölüme koşar adım giden, vatanı uğruna can vermekten imtina etmeyen aziz milletimizin ömrü imanlı, idrakli, hür ve sağlıklı olsun inşallah.

Temennimizdir ki, ölümlerimiz de şehâdet mâkâmına denk olsun! Varlığımız vatana, canımız Allah yoluna fedâ olsun!

Milletimizin başı sağ olsun!

***

Türkiye, Suriye sınırında tüm dünyanın seyrettiği ve tiyatro denemeyecek gerçeklikte güçlü bir iradenin yanında stratejik ve diplomatik başarısıyla dünyayı şaşkına çeviriyor.

27 Şubat’ta Suriye Rejimi ve Rusya işbirliği ile 36 askerimizin şehit edilmesinden sonra adlandırılan “Bahar Kalkanı” adlı İdlib operasyonu, inkâr edilemeyecek ve rol çalınamayacak kadar net bir şekilde başarıyla cereyan ediyor.

Şaşkınlıklarını suskunluklarından okuduğumuz emperyalist ülkeler dışarıda, içeride de terör dostu “Millet İttifakı”, muhtemel hazımsızlık sancısıyla kıvranıyorlar.

Türkiye üzerinde menfur hayâlleri olan emperyalist ülkeler ve “Millet İttifakı”nı şaşırtan iki manzara var ki, onlar için ne yenir, ne yutulur cinsten.

İlki, şehitlerimizin dünyaya vedâ törenlerinde Türk halkının ve duyarlı ülke halklarının ay yıldızlı Türk bayraklarıyla caddelerde şehitlerimizin uğurlanışına eşlik etme manzaraları…

Türk halkı, yekvücût olup kalbinde özlem, aklında vatan müdafaasıyla kol kola, tekbirlerle kabristana yol alırken, imanın tezâhürü bir heybetle, ihanete yeltenmemiş onurun görkemiyle ve muazzam bir birlikteliğin resmiyle içerideki ve dışarıdaki korkakların aklını başından alıyor olmalı.

15 Temmuz’un üzerinden çok sular aktığını, o kahramanca mücadelenin ve can pahasına vatan müdafaasının yerinde yeller estiğini zannedenlerin ve Devletimize karşı tuzak kuran, plân yapan, hesapları olanların şehitlerimizin muhtemel korkulu rüyası, toprağa verildiği şehirlerde caddeleri al bayraklarla donatan milletin dik duruşu.

Nifak ehlini rahatsız eden ikinci manzara ise, şehitlerimizin naaşı toprağa varmadan kanlarının yerde bırakmayan Cumhurbaşkanımızın kararlı iradesi ve stratejik hamleleri…

Aynı gün ve gecede F-16’larımızla, SİHA ve İHA’larla, Kaplan füzelerimizle hiçbir kural ihlâline yeltenmeden Rejim güçlerine ağır darbe vuruldu.

Son resmî açıklamalara göre, Esed rejiminin üst düzey generallerinin öldürülmesi, 15 milyon dolarlık kimyasal silah imalat fabrikasının imhası, 3 savaş uçağının düşürülmesi, 165 tank, 72 obüs/top, 5 hava savunma sistemi, 8 helikopter, 2 İHA ve 2 bin 557 Rejim askerinin öldürülmesi, dünyayı muhtemel bir şoka sokmuş olmalı. Ki BM, “iç savaşın” 10’uncu yılında Esed rejiminin sivil halkı ve sağlık binalarını vurduğu için savaş suçu işlediğini duyurdu.

Ülke halkı tarafından tanınmayan, emperyalist ülkelerce satın alınmış, sivil halka zulmeden, çocukları katlederek Müslüman soykırımı yapan, Suriye’nin her şehrini Haçlılardan aldığı emirlerle târumâr eden, her karış toprağını harabeye çeviren “Esed”, dünyanın gözü önünde Türk Silahlı Kuvvetlerimizin akıllara durgunluk verecek nitelikteki sistemli mücadeleleriyle rezil rüsva bir duruma düşürüldü.

Esed rezil olur da, onun sahipleri yani iplerini elinde tutan “büyük güç” unvanlı ülkeler rezil olmaz mı?

Emperyalist ülkelerin sınırlarını genişletme, işgal ettikleri coğrafyaların kaynaklarından istifade etme, siyâsî ve ticârî alanlarda güç tesis etme gibi gözettikleri çıkarlar için oluk oluk kan akıtmaları 10 yıllık süreçte legal ve kanıksanmış bir ahval hâline gelmişken, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan gibi bir lider, dünya diplomasisini allak bullak ederek, kabul gören resmin ardında saklı gerçeği dünya insanlarının gözü önüne serdi.

Şimdi resim şu: Suriye’de yaşananlar, bir “iç savaş” değildir. 2011 yılında yani bu ülkenin kaderine “iç savaş” yaftası takılmadan evvel, 23 milyon küsur nüfusa sahip olan Suriye’nin bugünkü mevcûdu 11 milyon Suriye vatandaşı civarında.

Neden? Çünkü 7 milyondan fazla Suriyeli evsizleştirildi ve göçe sürüklendi. 1 milyondan fazla Suriyeli öldürüldü. 1 buçuk milyon insan sakat kaldı ve kimseden gık çıkmadı.

Tâ ki 27 Şubat gecesi 33 şehidimizin haberinden sonra Türkiye’nin müsamahasız, kararlı ve bir o kadar yürekli tavrına kadar…

***

İnsanlık suçu işleyen ve buna 9 yıl devam eden zalimlerin rezaletlerine bir de yenilgi eklendi.

Hem de kim tarafından?

Son yüz yıldır etkisizleştirilmeye çalışılan, borç handikabı içinde çırpınmaya zorlanan, kendi kendine yetemesin diye içeriden ve dışarıdan kuşatılan, sosyal, siyâsî, dinî ve ekonomik terörle mücadele etmekten başını kaldıramayacağı zannedilen Türkiye tarafından…

Üstelik kararlı lideri, kendi ordusu, kendi silahları, kendi imkânları, kendi zekâsı, kendi istikrarı ve kendi inisiyatifiyle…

Ve kimsenin maşası olmadan, Allah’tan başka kimseden medet ummadan!

***

Bahse girecek değilim, ama emperyalistlerin insan hakları masallarının, demokrasi şarkılarının efsununa kapılmamış, dâvâsı insanın saâdeti üzerine kurulu, mazlumun yanında duran, dünya menfaatine göz koymayıp halkının huzurunu, vatan sınırlarının korunmasını esas almaktan başka bir gâye gütmeyen Recep Tayyip Erdoğan’ın gösterdiği iradeye gıpta ettiklerinden eminim. 

Evet, Suriye’de “iç savaş” adı altında insan kıyımı yapan, dünyaya zulümle hükmetme hakkını ellerinde mahfuz tutan güçlerin rezaletlerine şahane bir yenilgi eklendi.

Dünya şaşkın; şaşkınlıkları susuşlarından belli…

Bu şaşkınlık, terörden gücünü alan “Millet İttifakı” için de geçerli.

Şehitlerimizin haberini aldıktan hemen sonra Kılıçdaroğlu’nun, “Türkiye’nin başına bu belâyı neden açtınız?” sorusundan anladık bu hissin derekesini.

***

El-netîce, dünya ve Millet İttifakı, şaşkınlık sancıları içinde kıvranıyor. Türkiye, Lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın iradesi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başarısı ve yerli silahlarının isabetiyle, “Kim mazlumun yanında, kim değil; kim güçlü, kim değil; kim zalim, kim değil; kim meşru, kim değil; kim haklı, kim değil; kim utanç tablosunun bir parçası, kim değil?” manifestosunu dünya kamuoyuna sundu.

Hakkaniyetli okuma yapabilenler, insanlıklarını yitirmeyenler olacaktır.

Dışarıdan, türlü illegal yöntemlerle Türkiye’yi bunaltmaya çalışacak olan ülkeler, içeriden de satılmışlar, dünyanın gözü önünde işlenen Suriye’de iç savaş maskesi altındaki talanı ve sınırlara dayanmış mültecilere uygulanan insan haklarına aykırı muameleyi bir insanlık suçu olarak kendilerine yakıştırabilir.

Ancak, vatanına ve milletine bağlı, öz kimliğini üç kuruşa satmayan aziz Türk milleti, bu zulmün bir parçası olmayacak, el ele, kol kola, omuz omuza birlik ve beraberliğini koruyacaktır.

Atalarından mîras bir yüreklilik ve cesaretle yol alacak, yolculukları boyunca, “Ceddin deden, neslin baban/ Hep kahraman Türk milleti/ Orduların, pek çok zaman/ Vermiştiler dünyaya şan/ Türk milleti, Türk milleti/ Aşk ile sev milliyeti/ Kahret vatan düşmanını/ Çeksin o mel’un zilleti” dizelerine sesini katıp marşlarla, duâlarla, bu vatanı düşmana çiğnetmemek için and içeceklerdir. Şehâdete gülerek gideceklerdir. (İnşallah!)

Çünkü bilir bu necip millet, esaret altında alınan her nefes, hürriyet sevdâlıları için ölümden beter bir ezâdır!

Ezâya değil, cefâya râm oluşumuz, işte tam da bundandır!

Rabbimiz ordumuzun ve milletimizin yâr ve yardımcısı olsun!