Türkiye’de şiddet olaylarının artışı ve toplumsal çürümenin nedenleri

Suçların artmasında önemli bir etken de sosyal medya ve diğer basın yayın organları. Özellikle sosyal medyanın tehlikeleri için yıllardır iktidara pek çok uyarı yapılmasına rağmen tedbir almakta çok geç kalındı ve alınan tedbirler hâlâ çok yüzeysel. Sosyal medya yayınlarını denetlemek için yeterli kalıcı çözüm üretemiyoruz. Sosyal medya platformları, şiddeti normalleştiren ve yaygınlaştıran içeriklere kolay erişim sağladığı için, özellikle gençler üzerinde olumsuz bir etki bırakıyorlar.

SON yıllarda dünya genelinde ve ülkemizde yaşanan şiddet olaylarının ve suç oranlarının seviyesinin anormal bir şekilde artış gösterdiğine şahit oluyoruz. Neredeyse her gün televizyonlarda, sosyal medyada yahut da gündüz kuşağı programlarında onlarca kavga, cinayet, cinsel istismar olayı, hatta ve hatta kimi zaman insanı dehşete düşürecek biçimlerle işlenmiş ve sapıklık boyutuna ulaşmış suçlarla karşılaşıyoruz. 

Bu durum, istatistiksel veriler dışında, toplumda ciddî bir ahlâkî çöküntünün yaşandığını ve toplumsal çürümenin ciddî boyutlara ulaştığını da gösteriyor. 

Aramızda maalesef ve çok basit nedenlerle bile olsa, cinayet işlemeyi göze almış derecede psikolojisi bozuk sürüyle insan var. Maalesef bir anlık hevesi için yaşlı, kadın, çoluk çocuk, hatta bebek ayırt etmeksizin iğrenç suçlar işleyen sapık ruhlu yaratıklar var. Ve yine maalesef, üç kuruşa her türlü suçu işleyebilecek kadar gözü dönmüş psikopatlar var. 

Ve işin kötüsü, çok yüksek bir idrakle anladık ki bu tip insanları caydırabilecek bir hukuk sistemimiz ve uygun şekilde ceza verebilecek bir adalet mekanizmamız maalesef yok. 

Peki, ne oldu da bu tür suçlar arttı? Toplumsal gerilimi artıran etkenler neler? Ve bu sorunlara karşı neler yapılabilir? Gelin, beraber bunları tartışalım…




Klişe: “Bize ne oldu?”

Öncelikle bir suç ve bu suçu işleyen bir suçlu varsa, suçu ve suçluyu tanımlayan ve uygun bir şekilde cezalandıran bir hukuk sisteminin olması gerekir. Adalet ancak böyle sağlanabilir. Bu gerçek sadece günümüzde değil, insanoğlu yaratıldığından beri olan, nizamın devamı için olması gereken bir durumdur. 

Hukuk sistemleri, adaletin sağlanması ve toplumsal düzenin devam etmesi için gereken en temel unsur. Ancak, pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de hukuk sistemindeki eksikler ve yanlışlar, sonuç olarak adaletsizliğe ve doğal olarak suça eğilimi artıran çok önemli bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. 

Hukuk, teorik olarak herkese eşit uygulanmalıdır; ancak pratikte sosyal, ekonomik ve politik faktörler nedeniyle bu eşitlik sağlanamıyor. Kaldı ki, herkese eşit uygulansa bile, Batı’dan devşirme hukuk kurallarımız, AB’ye uyum çerçevesinde yeniden ele alınan, değiştirilen ve yarım yamalak uygulanmaya çalışılan seküler nizam, açık söylüyorum ki, ne bizim toplum yapımızla, ne kültürümüzle, ne de coğrafyamızla uyuşmuş görünüyor. Yani evet, devşirme de olsa bir hukuk sistemimiz var; ancak birincisi, bu hukuk herkese eşit uygulan(a)mıyor ve ikincisi, suç karşısında uygulanan cezalar kesinlikle caydırıcı değil. 

Onlarca ciddi sabıka kaydı olan bir bireyin her seferinde, üstelik de kısa bir süre sonra salıverilmesi, aramızda elini kolunu sallayarak rahatça dolaşması, diğer insanlarda “Ne suç işlersem işleyeyim, üç beş yıl yatar, çıkarım” zihniyetinin oluşmasına, doğal olarak toplumda potansiyel psikopatların artmasına neden oldu. Evine giren hırsız hakkında bile “Ona bir şey yaparsam ben suçlu olurum” diyerek ses çıkartamadığın, kendi canını veya bir mazlumun canını savunduğun için suçlu olma ihtimâlinin yüksek olduğu, güvenlik güçlerinin dahi “Acaba başımıza bir şey gelir mi?” diye güç kullanmaktan veya müdahale etmekten çekindiği bir hukuk sisteminden ne beklenebilir? 

Çocuklara ve kadınlara cinsel istismarda bulunan, şiddet uygulayan veya canice öldüren insanlara yeterli cezaların verilmediği, mafya ve çetelerin işledikleri suçlar yüzünden (bırakın cezalandırılmasını) medya yoluyla özendirildiği bir ülkede ne beklenebilir ki? Göz göre göre milyonlarca lira kara para akladığı belli olan insanların üç beş ayda salıverildiği, büyük sermaye sahiplerinin, holdinglerin, şirketlerin ödemedikleri borçlarının silindiği ve düşük faizlerle Devlet bankaları tarafından finanse edildiği bir sistemde eşitlikten bahsedilebilir mi? Siyasilerin ve siyasetçi yakınlarının korunduğu, zenginin daima haklı olduğu bir ülkede hukukun üstünlüğü korunabilir mi? 

Cezaların yetersiz olduğu, siyasilerin ve güçlülerin korunduğu, yargı süreçlerinin uzadığı, mağdurların yeterli şekilde savunulmadığı, yargının verdiği kararların maalesef sosyal medya ve kamuoyu tepkisine göre değiştirildiği ülkemizde, maalesef adalete pek güven kalmadı. Bu konu siyasilerin ve dolayısı ile en başta iktidarın artık acil çözmesi gereken bir sorundur. Çözüm belli: Acilen köklü bir yargı reformu yapmak zorundayız! 


Çocuklara ve kadınlara cinsel istismarda bulunan, şiddet uygulayan veya canice öldüren insanlara yeterli cezaların verilmediği, mafya ve çetelerin işledikleri suçlar yüzünden medya yoluyla özendirildiği bir ülkede ne beklenebilir? 


Ceza ve infaz hukukunda reform şart!

Belli başlı suçlara idam cezası mutlaka uygulanmalıdır. Basit suç kapsamına giren suçlar için bile caydırıcı cezalar uygulanmalıdır. Suçun tekrarı durumunda çok daha ciddî cezalar uygulanmalıdır. Güvenlik güçlerine, gerektiğinde güç uygulaması için yetki verilmelidir. Çetelere, trafik magandalarına, toplumun huzurunu kaçıranlara, düzeni bozanlara çok ciddî caydırıcı cezalar verilmelidir. 

Suçların artmasındaki bir başka neden de ekonomik sorunlar. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlikler ve yaşam standartlarındaki düşüş, şiddetin artmasının önemli sebeplerinden biri hâline geldi. Ekonomik krizlerin çeşitli iç ve dış nedenlerle arka arkaya çıkması, toplumda genel bir güvensizlik ve gelecek için belirsizlik ortamı oluşturdu. Bireylerde geçinme ve gelecek kaygısı oluşmasının (doğal olarak) insan psikolojisini olumsuz etkilediği bilimsel bir gerçek. Ve maalesef ortaya çıkan ekonomik bunalımlar, başta aile içi şiddet olmak üzere pek çok suça yönelimin de nedeni ya da bahanesi. 

Dünyanın her yerinde gelir dağılımında ciddi şekilde adaletsizlik var. Gelir seviyesi düşük olan bireyler, sosyal yardım ve destek almaz ise geçim sıkıntıları nedeniyle psikolojik baskı altına giriyor ve bu da şiddete eğilimi artırıyor. Sosyal hizmetlerin yetersizliği, psikolojik desteğe erişimdeki yapısal ve kültürel eksikliklerde insanlarda şiddet eğilimini artırıyor. İktidar ilk zamanlar kararlı bir biçimde ve uzun vadeli adımlar atarak büyük bir enkazı kaldırmayı başardı. Ekonomimiz hızla düzeldi. Ancak bu başarıyı yine kararlı ve daha güçlü hamleler yaparak sürdürebilir kılmayı başaramadı. Neredeyse son 5-6 yıldır sadece günü kurtaran hamleler yaparak hızla su alan gemiyi kurtarmaya çalışmakla meşgulüz. Destek paketleri açıklanıyor, ancak yapılan desteklerin kime nasıl verildiği bilinmiyor. Yahut bu destekler nereye, nasıl harcanıyor? Yeterince denetleniyor mu? 

Onlarca kriz atlatıldı; aracılar, fırsatçılar, komisyoncular zengin edildi. Malına eder değeri bulamayan, malı elinde kalan çiftçi ve üretici mutsuz. Bu ürün bir şekilde pazara ulaştığında ederinden fazla para istenen ve ihtiyacını karşılayamayan vatandaş mutsuz. İşin daha kötüsü, asıl sıkıntıları (özel sektörde çalışan biri olarak yazıyorum) yılbaşına doğru yaşayacak gibi görünüyoruz. Gelen tsunami dalgası çok büyük. İflaslar, batmalar, konkordatolar… Ve sonuçta işsizliğin ve sosyal patlamaların olduğu günlere doğru gidiyoruz. Bu duruma karşı acil önlem alınmaz ise, konumuz olan suç olayları önlenemez şekilde artacaktır. 

Suçların artmasında önemli bir etken de sosyal medya ve diğer basın yayın organları. Özellikle sosyal medyanın tehlikeleri için yıllardır iktidara pek çok uyarı yapılmasına rağmen tedbir almakta çok geç kalındı ve alınan tedbirler hâlâ çok yüzeysel. Sosyal medya yayınlarını denetlemek için yeterli kalıcı çözüm üretemiyoruz. Sosyal medya platformları, şiddeti normalleştiren ve yaygınlaştıran içeriklere kolay erişim sağladığı için, özellikle gençler üzerinde olumsuz bir etki bırakıyorlar. Bunun yanında, bilinçli şekilde yanıltıcı, yalan, kışkırtıcı ve iftira haber yapan hesaplar engellenemiyor. Aynı şekilde, bölücü örgüt propagandası yapan, LGBT türü sapık örgütleri destekleyen, eğlence ve mizah başlığı altında alenen bu ülkenin millî ve manevî değerlerine hakaret eden ve aşağılayan hesaplar yayınlarına devam ediyor. Bilgi kirliliği hâlen ve düzenlemelere rağmen sürüyor. Yalan bir haber milyonlarca kez izlenirken, tekzipler ve düzeltmelerse binlerle sınırlı kalıyor. Yalan ışık hızıyla yayılırken, gerçek ise maalesef kaplumbağa hızında ilerliyor. 

Bizden daha özgür olduğunu iddia eden Batılılar bile sosyal medya platformlarına ciddî yasak ve sınırlamalar getirirken, bizde yeterli adımlar bir türlü atılamıyor. Gündüz kuşağında yayınlanan bazı televizyon programlarında bireylerin yaşadığı aile içi sorunlar, boşanmalar, aldatma vakaları gibi toplumsal çalkantılar reyting uğruna büyük bir aleniyetle sergilenmekte ve tartışılmakta. Bu durum, ahlâkî değerlerin çözülmesine ve şiddet ile sapkın davranışların normalleşmesine yol açmakta. Bu programlar, topluma sunulan rol modeller, sağlıksız ilişkiler ve düzensiz yaşam biçimlerini teşvik ederek özellikle genç bireyler üzerinde olumsuz etkiler bırakıyorlar. Toplumsal değerlerimiz ve normlarımız böylece erozyona uğradı. Bu konuda kalıcı çözümler üretmemiz gerekiyor.

Eğitim sistemindeki yetersizlikler, suçun artmasında bir başka kök neden. Ahlâkî ve toplumsal değerlerin gelişiminde aile içi ve okuldaki eğitimin rolü çok büyük. Ancak Türkiye’de son yıllarda eğitim sisteminde yaşanan aksaklıklar ve bireylerin aldığı eğitimin niteliğinin düşmesi, gençlerde sağlıklı değerlerin gelişmesini engellemekte. Eleştirel düşünceyi ve empatiyi geliştirmeyen ve daha çok ezbere dayalı nitelikteki eğitim sistemi, bireylerin ahlâkî gelişimlerini olumsuz etkiliyor. Özellikle çocuk ve gençlerin sosyal ve duygusal gelişimlerine yeterince önem verilmemesi, onların toplumsal sorunları ve bireysel çatışmaları çözme becerilerinden yoksun kalmalarına neden oluyor. 

Devlet okullarının durumu, yüksek puanla girilen nitelikli olanlar dışında maalesef içler acısı. Başta öğretmenler gerekli nitelik, motivasyon ve disipline sahip değiller. Hemen hemen her yıl değişen sınav sistemi ve müfredata rağmen kötü gidişe maalesef “Dur!” denilemiyor. Eğitim sistemimiz bireyi öncelikle insan olarak yetiştirmeyi başaramıyor. Temel değerlerimiz, insana saygı, ahlâk ve edep gibi değerlerin anaokulundan başlayarak tüm okullarda öncelikli ve temel dersler olarak verilmesi gerekiyor. Japonya bu konuda çok güzel bir örnek. 

Göç ve mülteci sorunları bir başka problemimiz. Göç politikasının istenen şekilde uygulanamaması, mülteci ve kaçak göçmen sorunu bir başka güvenlik ve suç unsuru. Kaçakları yurda girerken değil, yurttan çıkarken yakalamayı marifet bilen trajikomik bir başarı durumumuz var. Mülteci sorunları doğru düzgün yönetilemedi. Gerekli rehabilitasyonu başardığımız da söylenemez. Bu sorun, adeta pimi çekilmiş büyük bir bomba ve manipülasyona çok açık durumda. Bu konuda kalıcı ve sürdürülebilir politikalar üretmemiz şart.

Özetle, başta yargı sistemimiz olmak üzere, ekonomi, eğitim, sosyal medya ve mülteci konularında çok ciddî politikalar geliştirmek ve acilen uygulamak zorundayız. Yoksa dış tehditten önce iç tehditler bizi parçalayacak.