
TÜRKİYE’de savunma
sanayii kurulması için ilk girişim Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar
uzanıyor. 17’nci yüzyıla kadar güçlü bir konuma sahip olan savunma sanayii,
18’inci yüzyıldan bu yana Avrupa’daki teknolojik gelişmelerin dışında kaldı.
Savunma sanayiindeki gelişme Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren etkisini
tamamen yitirdi. Böylece Cumhuriyet’in ilk yıllarında önemli bir savunma
sanayii altyapısı bulunmamaktaydı.
Savunma
sanayiinin genel sanayileşme ve kalkınmanın bir parçası olduğu görüşüne sahip
olan Cumhuriyet’in kurucuları, devletin sanayileşme ve dolayısıyla savunmada
ilk plânlama döneminde güçlü bir şekilde desteklemiştir. Türk havacılık
endüstrisi, silah sistemleri ve mühimmatlar üretmek için fabrikaların kurulması
ile Türk Silahlı Kuvvetlerine önemli destek sağlanmıştır. Ayrıca Deniz
Kuvvetleri içinde çok önemli gelişmeler kaydedilmiştir.
İkinci
Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde Cumhuriyet’in ilk yıllarında başlatılan
savunma sanayiindeki gelişmeler ABD ile ikili ilişkilerin geliştirilmesi ve
Türkiye’nin NATO üyeliğiyle alınan dış askerî yardımlar sonucunda durdurulan
devlet desteği neticesinde savunma sanayii tesislerine kilit vurulmuş, tamamen
durma noktasına gelmiştir.
Bununla
birlikte, Türkiye’nin 1960’lı yıllarda karşılaştığı bölgesel sorunlar, 1963 ve
1967’de Kıbrıs’ta yaşanan sorunlar, 1974 Kıbrıs Harekâtı ve harekât esnası ile
sonrasında yaşanan silah ambargosu, ulusal kaynaklara dayalı bir millî savunma
sanayiinin geliştirilmesine ihtiyaç olduğu, hatta bunun elzem olduğu ortaya
çıkmıştır. Bu anlayışla Türk Silahla Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı kurulmuş ve
sınırlı da olsa bazı yatırımlar başlatılmıştır.
Tüm
bunlar ışığında Türkiye’de savunma sanayiinin gelişmesini beş dönemde
incelemenin uygun olacağını öngörmekteyim.
·
Birinci
dönem: 1923-1940 arası
·
İkinci
dönem: 1940-1974 arası
·
Üçüncü
dönem: 1974-2000 arası
·
Dördüncü
dönem: 2000-2016 arası
· Beşinci dönem: 2016-2021 arası
Kurtuluş
ruhunun millî şahlanışı
1) 1923-1940 arası dönem
Başta
Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyet’in kurucuları, büyük askerî
zaferin ekonomik zaferle taçlandırılmasını ifade etmişlerdir. Dolayısıyla
Atatürk bu dönemde sanayileşmeyi bir devlet politikası olarak benimsemiş ve
desteklemiştir.
Ekonomik
alanda olduğu gibi savunma sanayii sektöründe de devlet, 1950 yılına kadar
savunma sanayiinin geliştirilmesine önem verdi. Bu dönemde millî harp savunma
sanayii politikaları uygulayarak önemli savunma sanayii kuruluşlarının
kurulması için devletin büyük gayret ve çabasını görmekteyiz. Devletin, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin (TSK) ihtiyaçlarına cevap vererek 1925-1950 yılları arasında uçak
fabrikası, tersaneler ve Makine ve Kimya Endüstrisi kurduğunu görmekteyiz.
Bugün
olduğu gibi o dönemde de ülkemizin bulunduğu konumu, stratejik önemi, Orta Doğu,
Kafkaslar ve Balkanlar, hatta Karadeniz gibi bir istikrarsızlık adasında
bulunması güçlü Silahlı Kuvvetlerimizin olmasını zarurî kılmaktaydı. Aynı
zamanda üç tarafı denizlerle çevrili topraklarımızın ve Mavi Vatan’ımızın
korunması için de etkin ve vurucu bir hava kuvvetimiz, caydırıcı bir donanmamızın
olması büyük bir ihtiyaçtı ve elzemdi. Teknolojinin gelişmesi itibariyle savaş
sistemlerinin millî olması çok büyük önem arz ediyordu.
Son
beş yılda savunma sanayii konusunda dünyaya parmak ısırtan Türk savunma sanayii
şirketleri çağı yakalamaya çalışıyor. Ancak Mustafa Kemal Atatürk’ün döneminde
açtığı millî harp sanayii fabrikaları ve yaptığı girişimleri daha sonra bu
millî politikalar takip edebilseydi, bu fabrikalar yok edilmeseydi, bugün Türk
savunma sanayii çok farklı bir yerde olabilirdi. Cumhuriyet’in kurulmasından
hemen sonra uçak fabrikasından top parçalarına kadar birçok savaş malzemesi ve
TSK ihtiyaçlarının üretilmesi için çalışmalar yürütüldü ve fabrikalar kuruldu.
Ama daha sonraki dönemde bu fabrikaların maalesef kapılarına kilitler vuruldu.
Bu
dönemde başta ABD, Almanya ve Fransa olmak üzere Batılı birçok ülke kendi
savunma sistemlerini kurmaya başladılar. Bu gelişmeleri yakından takip eden
Mustafa Kemal Atatürk, millî ve güçlü bir savunma sanayiinin önemini gördü.
1925 yılında Kayseri’de Türk uçak fabrikasını kurdu. Eğer biz bu uçak
fabrikamızı koruyup geliştirebilseydik, dünyada savunma sanayii, özellikle hava
gücü konusunda çok önemli bir güç hâline gelebilirdik. 1937 yılında sadece uçak
sanayii konusunda değil, Yunanistan, Mısır, Polonya ve Bulgaristan gibi
ülkelere de uçak bombası ihraç ettik. 1934 yılında üretilen bu uçaklardan
birisini İran’a hediye ettik.
İşte
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki millîlik ruhunu Cumhuriyet’in 100’üncü yılında
yakalamak için büyük heyecan yaşamaktayız. Çalışma sadece uçak yapımı ile
sınırlı değil. Haliç’te kurulan, tamamı yerli, özel sektör (Şakir Zümre)
denizaltı bombaları ve yerli uçak bombaları üretimi gibi birçok ilklere imza
atıldı. Bu silahların ihracatı da yapılarak ekonomiye büyük katkı sağlandı. O
dönemde tam yerli füze çalışmaları yapılırken, savunma sanayii bölümü
kapatıldı. Bu fabrika sadece soba üreten bir tesis hâline geldi.
Atatürk
denizlerimizin, Mavi Vatan’ın korunmasının ve Deniz Kuvvetleri’nin güçlü bir
donanmaya sahip olmasının önemini çok iyi biliyordu. Daha Cumhuriyet’in ilk
yıllarında donanmamızın ilk denize indirilen Hamidiye Savaş Gemisi ile tatbikata
katılarak genç subaylara, “Donanmasız Anadolu olmaz. Donanmadan yana kuvvetli
olmak, Türkiye’nin savunması için şarttır. Donanmamıza izlediğimiz politikanın
da kuvvetli desteği olacaktır” demişti. Nitekim kuvvetli bir Türk donanması
kurulmuş, o dönemde dört denizaltı üretilmiş, isimlerini Atatürk bizzat kendisi
vermiştir. Bunlar, bugün isimleri Deniz Kuvvetleri tarafından yaşatılan Saldıray,
Batıray, Atılay ve Yıldıray’dır. Ayrıca Haliç Tersanesi’nin yanında Gölcük
Tersanesi de açılmıştır.
Cumhuriyet
kurulduktan sonra Kara Kuvvetleri’nin ihtiyaçları için 13 adet fabrika açılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, millî harp sanayii konusunda çok önemli atılımlar
ve gelişmelere imza atarak bu sayede askerî, ekonomik ve siyâsî anlamda Türkiye
büyük avantajlar elde etmiştir.
Truman
prangası
2) 1940-1974 arası dönem
Bu
dönemde maalesef Türk millî harp sanayiinden bahsetmek mümkün değildir. Türk savunma
sanayiinin kapılarına kilit vurulduğu bir dönem olarak anılmaktadır. Bu dönemin
şu özellikleri öne çıkmaktadır:
a)
Mustafa Kemal Atatürk dönemindeki başı dik politikalarından gittikçe uzaklaşarak
kendilerini umutsuz bir hâlde, iki emperyalizmin arasında sıkışmış olarak
buldular (Rusya-ABD). Devleti idare edenler Cumhuriyet’in ilk yıllarında akamete
uğrayan “hâmi arama kültürü” tekrar ruhlarını sarmış hâldeydi.
b)
Dolayısıyla bu ruh, sonunda “Truman Doktrini”nin hayata geçmesini ayakta
alkışlayarak Türkiye ile ABD arasındaki ilk yardım anlaşmasını 12 Temmuz
1947’de imzalayıp millî savunma sanayiine “Dur!” demiştir. Çünkü bu anlaşma ile
Türkiye’ye silah, askerî malzeme, teçhizat ve mühimmat ile askerî tesislerin
bakım ve onarımının yanında malî ve teknik yardımda bulunulacaktı. Ayrıca anlaşma
ABD tarafından personel eğitimini kapsamaktaydı.
c)
Türkiye bu anlaşma ve yardımlar ile ABD’nin kıskacına girmişti. Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin âdeta kılcal damarlarına girilmişti. Her yönü ile ABD’ye kendini
teslim etmişti. ABD Türkiye’nin elini ve kolunu bağladığını biliyordu. Bu
kozunu Türkiye üzerinde istediği gibi oynayacaktı.
Türkiye’nin
NATO’ya üye olmasıyla (1952) devletin öncülüğünde millî savunma sanayiinin
geliştirilmesi kapsamında yapılan çalışmalara ne yazık ki son verildiğini
görmekteyiz. TSK’nın ihtiyaçlarının büyük ölçüde müttefik devletler aracılığı
ile dış yardımlar ve kredili satışlar yoluyla karşılandığı görülmektedir.
Savunma sistemleri için daha da önemli olan özgün teknoloji üretimi bu dönemde tamamen
ithal edilmiştir.
1950’li yıllarda emperyalist güçler Türkiye’nin uçak fabrikaları ve diğer millî savunma sanayi fabrikalarına kilit vurdurarak veya başka amaçla kullanılmasını sağlayarak bu süreci hazırladılar. Maalesef o dönemin yöneticileri de bu hazırlıklara âdeta destek çıktılar ve 1923’te millî savunma sanayii için harcanan çaba, gayret ve ekonomik güç heba edildi. Türkiye’ye o dönem biçilen rol icabı Türkiye üretmeyecekti, çalışmayacaktı, büyümeyecekti ve bölgesinde güçlü bir devlet olmayacaktı. O dönem bağlanan bu prangaya ancak 2000 yıllarında “Dur!” denildi ve bu durum ancak 2021 yılında büyük ölçüde ortadan kaldırıldı.
Millî
uyanış
3) 1974-2000 arası dönem
ABD,
prangalarla bağladığı Türkiye’yi ilk kıskaca alma oyununu 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtı sonrası başlattı. TSK kılcal damarlarına giren ABD, silah ambargosu
uygulayarak 1940’lı yıllar millî savunma sanayii kapısına kilit vurdurmuş, TSK’nın
kolsuz ve kanatsız bırakılmasına neden olmuştu. Türkiye çareyi yine iç
dinamiklerine dönerek, millî sanayii ile çözme gayretine girdi. Önce TSK vakıflar,
daha sonraki süreçte de Devlet bazı şirketler kurarak ve kurulmasını
destekleyerek kolları sıvadı. Tabiî millî sanayii hamlesi için önce stratejiler
çok iyi belirlenmelilerdi. Sonrasında ekonomik olarak nasıl adımlar atılacağına
dair bir yol haritası hazırlanmalıydı. O dönemde bu konular maalesef -hangi
sebeplerdendir bilinmez- hazırlanamamıştı.
Bu
dönemde Aselsan, Havelsan, Roketsan, İşbir ve Aspilsan, TSK vakıfları tarafından
kurulan şirketlerdir. Bu şirketler kurulduğu dönemde malî imkânsızlıklardan
dolayı çok etkin, verimli ve yeterli üretimi gerçekleştiremediler. Tabiî
yeterli ehil ve mühendis personelin olmayışı da çok önemli etkenlerdendi.
Devletin
millî savunma sanayiini geliştirme konusundaki girişimleri sonucu TSK vakıfları,
1985 yılında Millî Savunma Bakanlığı bünyesinde Savunma Sanayii Geliştirme ve
Destekleme İdaresi Başkanlığı (SaGeB) olarak kuruldu. 1989 yılında Savunma
Sanayii Müsteşarlığı olarak yeniden yapılandırıldı. Böylelikle bir yol haritası
ve strateji belirlenerek âdeta millî savunma sanayiinin temelleri atılmış oldu.
Millî sanayii, altyapısını işler hâle getirmek için kanunlarla desteklendi.
Kamu ve özel sektörün önünü açmak, yabancı sermaye ve teknoloji katkısı ile
ülkemizde kurulacak savunma sanayi tesislerinin desteklenmesi için adımlar
atıldı. Nitekim yabancı sermaye ile Türk ortaklığında birçok şirket kuruldu ve
bu şirketler çok önemli projelere imza attılar. FNSS ve Marconi gibi şirketler
bunlardan bazılarıdır.
Bu
dönemde imkânlar ölçüsünde devlet yerli ve millî savunma sanayii geliştirme
konusunda çalışmalarına ve projelerine devam ederken teknoloji transferi ile de
savunma sanayiini güçlendirmiş, TSK’nın ihtiyaçlarını karşılamak için dışa bağımlılığı
azaltmayı amaçlamıştı. Bu dönemde SSM’nin başlattığı millî savunma sanayii,
tecrübe ve deneyimin sonunda izlenen yol ve yöntemlerin, yeterli imkânların da
olmamasından dolayı yeterli teknoloji yeteneğinin geliştiğini söylemek mümkün
değildir. O dönemde kayda değer yabancı sermaye gelmediğinden ve kurulan yeni
ortaklıklarla Türkiye’de özgün ürün ve teknoloji üretebilen, dış pazarda
rekabet gücü olan bir savunma sanayii tabanı yaratılamamıştı.
Kurulan
yabancı ortaklıklar, ülkemize yeterli teknoloji getirmeyerek millî teknolojinin
gelişmesine yeterli katkıyı sağlamadılar. Aksine, sahada millî teknolojinin
gelişmesini engellediler. Bu konuyu da göz ardı edemeyiz.
Millî
teknoloji, savunma sanayiinde savunma sistemlerinin özelliklerinin gizliliği,
güvenilirliği ve dışa bağımlılığı açısından çok önemlidir. SSM şirketlerinden Aselsan’ın
yukarıdaki özelliklere riayet ettiğini, millî savunma teknoloji politikalarına
sadık kalarak yürüttüğünü ve kendisini geliştirdiğini görmekteyiz. Aselsan’ın
millî teknoloji politikaları 1980’li yıllarda hayata geçirilmiş, meyvelerini
1990’lı yıllarda vermeye başlamıştı. Aselsan’ın ürettiği özgün teknolojik
ürünler tamamen Türk mühendisleri tarafından tasarlanmış, bu ürünlerin hepsi
dünyadaki emsalleri ile rekabet edecek kabiliyete sahip olması, hatta en
iyilerinden olması ise TSK’yı dışa bağımlılıktan kurtarmanın yanında TSK
personelini ABD’nin eski, köhne, modası geçmiş ürünlerinden ve cihazlarından
kurtarması bakımından çok önemliydi. Dolayısıyla Aselsan sayesinde artık
ABD’nin sistemlerinden kurtulmuştuk.
Aselsan’ın
ürettiği millî ve yerli yazılımlı telsizler sayesinde artık ABD de bizleri
dinlemeyecek, izleyemeyecekti. Bu özgün ve millî sistemler sayesinde 1990
sonunda TSK’nın PKK terör örgütü ile mücadelesinde olumlu yönde büyük
gelişmeler kaydedilmişti. Aselsan’ın ürettiği kriptolu cihazlar ABD ve onun
taşeronu olan PKK terör örgütü tarafından dinlenemiyor ve izlenemiyordu. O
dönemde Aselsan tarafından üretilen gözetleme vasıtaları ile sahada TSK personelinin
sanki gözleri yeniden görüyor, PKK terör örgütünün inleri ve hareketleri daha
iyi gözetlenebiliyordu. Aselsan’ın millî teknoloji politikası diğer şirketlere
de yön vermiştir.
Kritik
“Teknolojide Yerlileştirme Atılımı”
4) 2000-2016 arası dönem
Bu
dönemin savunma sanayii politikaları ve stratejisi, Haziran 1998 tarihinde
Bakanlar Kurulu kararı ile çıkarılan ve Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe
giren “Türk Savunma Sanayii Politikaları ve Stratejisi Esasları” (TSSPSE) ile
oluşturulmuş, Türk savunma sanayiine yeni bir ivme kazandırılmış ve böylece
yeni dönem başlatılmıştır. Bu dönemde, ülkemizin savunma sanayii altyapısı ve
teknolojisinin istenen düzeye ulaşması açısından yeni bir atılım döneminin
işaretlerini görmekteyiz.
Kanunda
önemli husus olarak teknolojinin vurgulanması ve ihtiyaç duyulan teknolojilerin
“millî olması zorunluluğu” ile “kritik teknolojiler olması” gereğinin altı
çizilerek belirtilmesi önemlidir. Bu da teknolojide kurumsallaşma yaklaşımının
öne çıkması açısından önemliydi. Ayrıca “millî olması zorunlu” ifadesi, teknolojinin
yerli ve millî tesislerde, gizlilik içinde üretilmesi, elde edilen
teknolojilerde sürekliliğin sağlanması adına garanti altına alınması demekti.
Yeni modelde millî teknolojinin yanında yabancı sektöre de açık ve dinamik bir
savunma sanayii altyapısında açık kapı bırakarak, ilkeli ve esnek bir yaklaşım
ortaya konulmuştur. Bu dönemde Türkiye, ulusal teknolojinin gelişebileceğini,
yabancı firmalarla rekabet edebilir büyük ve güçlü ulusal savunma sanayii
firmalarının oluşabileceğini gösteren olumlu göstergelerdir.
Türk
savunma sanayiinde âdeta bir çağ kapanmış, yeni bir çağ açılmıştır bu dönemde.
Eskiye, dayatmaya, âdeta “Biz veririz, siz yapmayın, siz üretmeyin” demeye
devam edildiği bir süreçte, Türk milletine “Siz iyi ve güzel şeylere lâyık
değilsiniz” dercesine, TSK’nın 1950 ilâ 2000 yıllarına kadar NATO şemsiyesi
altında kullandığı harp silahları ve araç, lojistik malzeme tedarikinde tüm
gücümüzü ve enerjimizi, emperyalist güçlerin hibe veya alım yoluyla verdiği silah
ve malzemelerin bakım ve onarımına harcadık. Çalışkan ve kahraman Türk Ordusunu
da bu köhne ve bakımsız malzemelerle yordular ve gelişme/ilerleme yolunda hep
engel çıkardılar. Ama bir şeyi başaramadılar: Türk Ordusunun subay, astsubay,
er ve erbaşlarının “yaratıcılık kabiliyetini” engelleyemediler!
Özellikle
Kara Kuvvetleri Komutanlığı silah, teçhizat, ulaşım araçları ve haberleşme
vasıtaları, Kara Kuvvetleri Komutanlığı (KKK) personelini çok yormuş, harekât
kabiliyetini engellemiş, enerjisini bu köhne ve eski teknoloji malzemelerin
çalışması için bakım ve onarımına harcamıştır. Bu hantal teknolojiyi bize
dayatan NATO ve Batılı ülkeler, aynı zamanda Türkiye’nin en önemli problemi ve
kanayan yarası PKK terör örgütü ile mücadelesinin de başarıya ulaşmasını engelleme
amacını gütmüşlerdi. Ama her şeye rağmen kahraman Türk Ordusunun mücadelesi,
azim ve iradesini engelleyemiyorlardı.
Türk
Ordusunun sahadaki mücadeleci azim ve kararlılığı, sahadaki özel yaratıcılığı,
Devletimizin ve özel sektörün millî teknoloji hamlesi ile bütünleşince, “Emperyalist
güçlerin bize dayattığı bağımlılıktan kurtulmalıyız” düşüncesi hâkim kılındı ve
“Prangaları artık atmalıyız” stratejisi millî duruş hâline geldi.
Saha ve teknolojik çalışmalarına
ağırlık veren BAYRAKTAR’ın Temmuz 2015’te 6 adet BAYRAKTAR TB2’sinin teslim
etmesiyle birlikte Türkiye, terörle mücadelede farklı bir döneme girdi. Bu
dönem, İHA ve SİHA’lara en fazla ihtiyaç duyulan dönemdi.
Savunma
sanayiinde kuluçka dönemi bitmiş, artık üretim ve meyvelerini toplama dönemine
girilmişti. 2000’li yıllarda millî ve yerli teknoloji ile üretilen (OTOKAR)
Cobra patlayıcılara ve kara mayınlarına karşı zırhlı korumalı personel
taşıyıcı, müteakiben taktik tekerlekli BMC personel ve yük taşıyan araçlar,
optik malzemeler, haberleşme cihazları, silah ve mühimmatta gelişmeler yaşanmış,
2009 yılında personel güvenliği açısından çok önemli olan KİRPİ’lerin envantere
girmesi ise KKK personeli üzerinde moral ve motivasyon açısından çok önemli
olmuştur.
Aynı
şekilde Hava ve Deniz Kuvvetlerinde de millî teknolojideki gelişmeler
paralellik arz etmekteydi. Yine bu dönemde BAYRAKTAR, özel sektörün millî
teknoloji lokomotifi oldu. 2000’lerin başında millî ve yerli teknoloji
çalışmalarına “Mini İHA” veya “Baykar Gözcü” olarak başlandı. Yakın menzil gece
ve gündüz, keşif ve gözetleme maksatlı olarak geliştirilen ve üretilen, 2007
yılında TSK envanterine giren millî ve özgün mini sınıfı insansız hava araçlarını
TSK özellikle terör örgütü PKK ile mücadelede etkin olarak kullandı. Bu gelişme
İsrail Heronlarından kurtulmanın müjdesini vermiş oldu. Bu serüven devam etmiş,
2010 yılında SSM ile Kale-Baykar sözleşme imzalamış, 2014 yılında Bayraktar TB1
6 adet millî ve özel teknoloji ürününün teslimatı yapılmıştı. Saha ve
teknolojik çalışmalarına ağırlık veren BAYRAKTAR’ın Temmuz 2015’te 6 adet
BAYRAKTAR TB2’sinin teslim etmesiyle birlikte Türkiye, terörle mücadelede
farklı bir döneme girdi. Bu dönem, İHA ve SİHA’lara en fazla ihtiyaç duyulan
dönemdi.
Bu
gelişmelerin paralelinde ANKA-VESTEL ve KARAYEL İHA’sı da 2015-2016 yıllarında
uçuşlarına başladılar.
İHA ve SİHA
konusunda Türkiye’nin kat ettiği mesafe, dünya kamuoyunun gündeminde. Dosta
güven veriyor, düşmana korku salıyor.
Bu
gelişmeler ekseninde Baykar tarafından yerli ve millî imkânlarla geliştirilen
İHA ve SİHA’ların babası AKINCI Taarruzî İnsansız Hava Aracı’nın (TİHA) bugüne
kadar geliştirilen en kapsamlı İHA olduğu dünya tarafından kabul gördü. Artık
Türk İHA ve SİHA’ları dünya basınının gündeminden düşmüyor. Bu gelişme Türk
mühendislerinin başarısıdır. Tabiî en büyük pay da bu yola baş koyan “Bayraktar
Ailesi”nindir. Daha 10 yıl önce İsrail’in Heronlarına muhtaç iken, NATO ve ABD
Türkiye’ye bırakın SİHA’yı, İHA’yı bile vermezken, azim ve kararlı duruşun
sonucunda Batman’da İsrail’in Heronlarının kullanıldığı pistlerde artık Türk
İHA ve SİHA’larının inip kalkması, tüm emperyalist güçlere büyük bir mesajdır:
“Artık siz bizden isteyeceksiniz. Düşünme sırası bizde artık! Türk evladı
arzuladığında ve imkân verildiğinde en iyisini başarır!”
Türkiye’nin
2010-2016 yılları arasında özgün ve millî teknolojisindeki hamlesini
hazmedemeyen uluslararası küresel sistemin özellikle yerli ve millî teknoloji
hamlesinin önünü kesmek için ne o oyunlar oynadığı herkesin malûmudur. Gezi Olayları,
17-25 Aralık, 6-8 Ekim Olayları, son olarak hain darbe girişimi… Bunların hepsi
Türkiye’nin önünü kesmek, tutsak etmek, “Emir alan Türkiye bizim için daha iyi
bir oyuncudur” düşüncesiyle yapılmış provokasyonlardır. Ama yüce Türk milletinin
basireti ve azmi karşısında âdeta hüsrana uğradılar. Başaramadılar.
Eğer
Türkiye 2016 yılına kadar millî ve yerlilik oranını savunma sanayiinde yüzde
60’a çıkarmasaydı, TSK ihtiyaçlarını kendi imkânları ile karşılamasaydı,
güvenlik ve bekası açısından büyük sıkıntı içine girerdi. Üretilen silah, araç
ve gereçler ile İHA/SİHA sistemleri, bu hain plânların bertaraf edilmesinde
büyük katkı sunarken, içeride ve sınırlarımızda ülkenin bekası sağlanmış ve
artık geleceğe güvenle bakmaya başlanmıştır. Türkiye bugün 2023 hedeflerine
emin adımlarla yürümeye devam etmektedir.
Türk
şirketler dünyada devler liginde
5) 2016-2022 arası dönem
Türkiye’nin
köklü değişikliklere tanıklık ettiği yıllar, 2016 ilâ 2021 arası yıllardır.
2016’daki hain ancak hamdolsun başarısız darbe girişiminin ardından ülkenin
yeniden yapılanması, inşâsı, Başkanlık Sistemi’ne geçilmesi gibi uluslararası
ve bölgesel değişikliklere sahne olunan bu dönemde, Türkiye dış politikada,
sahada ve masada önemli sınavlardan geçti. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz (Mavi
Vatan), Yunanistan’la Ege sorunları, KKTC, Körfez ülkeleri ve Katar sorunu
bunlar arasındadır. Yine bu dönemde, terörle mücadelede konsept değiştirerek “Terörist
nerede ise ara, bul, yok et!” anlayışıyla Suriye’de 4 harekât (Fırat Kalkanı,
Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı) yapıldı. Irak’ta Pençe, Pençe-Kaplan,
Pençe-Kartal Harekâtları ile hem Irak, hem de Suriye sınırı 40 kilometre
derinlikte gerçekleştirildi ve ülkemizin sınırları güvence altına alınarak
sözde kantonlar yok edilmek suretiyle sözde terör devletinin oluşumuna izin
verilmedi.
Türkiye’nin
son 5 yıl içinde içeride ve dışarıdaki başarısı yerli ve millî düşünce sistemi
ile millî savunma sanayii teknolojisine sahip olmasına bağlıdır. Bu süreçte Türkiye,
TSK’nın savunma kabiliyetini arttırması için savunma sanayiinde âdeta gece
gündüz, durmadan, yılmadan çalıştı. Kara, Hava ve Deniz Kuvvetlerinin
envanterine yerli ve millî silah sistemlerinin girmesi ile 2022 yılına kadar
büyük gelişme gösterilerek yerlilik oranı yüzde 75’e çıkarılmış oldu. Kendi
ihtiyaçlarının karşılanmasının yanında artık silah sistemleri ihraç eden bir
ülke durumuna gelindi. Şu anda Türkiye, dünyanın en büyük 14’üncü savunma
silahları ihracatçısı konumundadır.
Bu
duruma gelinmesinde Türkiye’nin sahip olduğu savunma sanayii şirketlerinin çok
önemli payları vardır. Bu şirketler dünyanın en iyi 100 şirketi arasına girerek
büyük başarı elde ettiler. Bu şirketlerden en büyük savunma şirketimiz Aselsan,
dünyanın en iyi şirketleri arasında 52’nci sırada. TAI (Türk Havacılık ve Uzay
Sanayii) olarak da bilinen TUSAŞ 48’inci sırada. BMC, Roketsan, STM, FNSS ve
Havelsan aynı sıralamada ilk 100 şirket arasına girdi. Bu şirketlerin başarısı
NATO standartlarına uygun silah, malzeme, teçhizat, hücum ve savunma
silahlarını uluslararası rakiplerine göre daha kaliteli ve ucuza üretmek ve
ihraç etmek için gerekli millî teknolojiye sahip olmalarındandır.
Türkiye
2021 yılında 3,2 milyar dolar değerinde rekor ihracat gerçekleştirdi. Dünyada
da birçok ülkeye askerî ürün ihraç edilirken, bir zamanlar kapısında
beklediğimiz ABD’ye ürün ihraç eden ülkelerin ilk sırasında yer alması da
Türkiye’nin nereden nereye geldiğini açıkça göstermektedir. Türk Savunma ve
Havacılık Sanayii sektörünün 2021 yılı ihracatında ABD, Azerbaycan, Katar, BAE,
Fas ve Almanya’nın öne çıkması da çok önemlidir.
Müttefik
dediğimiz Almanya’nın, Türkiye’nin PKK terör örgütü ile mücadelesi hakkında “Benim
verdiğim Leopard tankları kullanamazsınız” diyerek neyi amaçladığını da çok iyi
biliyoruz. Tabiî şimdi bu devletlerin Türk savunma sanayii ürünlerini satın
almaları, Türk savunma şirketlerinin ve mühendis ile teknisyenlerinin imkân
sunulduğunda neleri başaracaklarının bir göstergesidir. Dolayısıyla dün
Türkiye’nin elini kolunu bağlayan ülkeler, bugün ve gelecekte Türkiye’ye muhtaç
olacaklardır. Hâlen üretim aşamasında olan siparişlerin ve savunma sanayiine
ayrılan harcamanın artması bunun bir göstergesidir.
Türk
Ordusunun harp silah ve araçlarını tedarik etmek için uzun süredir ve neredeyse
tamamen NATO ülkelerine bel bağlamasının ve ambargolar uygulandıktan sonra bu
malzemeleri, bu silahları “Benim iznim olmadan kullanamazsın” diyerek Türkiye’nin
elinin ve kolunun bağlanarak ülkenin bekasının tehlikeye sokulduğunun anlaşılması
üzerine, bu durum devlet için bir tehdit olarak kabul edilmiş ve millî savunma
sanayiinin gelişiminde bir dönüm noktası olmuştur.
Türk Devleti, yabancı şirketlere ve devletlere olan savunma sanayii bağımlılığını azaltmak ve Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaçlarını yerli ve millî olarak karşılamak amacıyla yerli ve millî savunma sanayii şirketlerinin inşâsına ve geliştirilmesine önem vermiş, bunu sahadaki tecrübelerle birleştirerek bugünkü başarıyı yakalamıştır. Elbette bugün ulaşılan seviye çok önemlidir. Peki, yeterli midir? Hayır! Bunun bilinci ile Türk Devleti, kurum ve kuruluşları ile diyalog ve koordinasyon içinde, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine emin adımlarla ilerlemektedir.
Türkiye’nin son 5 yıl içinde içeride ve dışarıdaki başarısı yerli ve millî düşünce sistemi ile millî savunma sanayii teknolojisine sahip olmasına bağlıdır. Bu süreçte Türkiye, TSK’nın savunma kabiliyetini arttırması için savunma sanayiinde âdeta gece gündüz, durmadan, yılmadan çalıştı.
Sonuç
-Türkiye,
savunma sanayiini millî egemenliğin ve bekasının birinci şartı olarak
görmektedir.
-Devlet
olarak savunma sanayii sektörünü yönlendirmekte ve desteklemektedir.
-Savunma
sanayii teknolojilerinin gizliliğini yasal düzenlemelerle korumakta ve geliştirilmesini
desteklemektedir.
-Devlet
olarak savunma sanayiinin daha etkin ve verimli olması, kurumlar arasındaki
diyalog ve koordinasyonu sağlamak maksadıyla “Savunma Sanayii Başkanlığı”,
yeniden yapılandırılarak Cumhurbaşkanlığı’na bağlandı.
-Türkiye’nin
askerî bir caydırıcı güç olmadan bölgesel bir güç olamayacağının farkına varılması
ve Devlet olarak millî bir sanayii üssü geliştirilmesinin daha bağımsız millî
bir dış politikanın temellerini oluşturmaya yardımcı olabileceği görüşünün
benimsenmiş olması önemlidir.
Türkiye
artık bu konuyu çok iyi biliyor; çok iyi ve çok gelişmiş bir savunma sanayii,
Türkiye’nin bölgesel gücünün arttırması için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin millî
ve yerli silah sistemleri ile desteklenmesi, Türkiye ile uluslararası taraflar
arasında daha geniş askerî işbirliklerini sağlayarak silah ihracatını
geliştirmesi ve de Türkiye’nin yeni düzenleyici tedbirlerle Türk savunma sanayiini
2023 hedeflerine karada, denizde ve havada ulaşmasının yanında 2053 vizyonu
çerçevesinde savunma sanayiinde yerli ve millî teknolojide yüzde 100 bağımsız
hâle getirerek ihracat kapasitesini ülke ekonomisine katkı sağlayacak şekilde
olabildiğince arttırması gerekmektedir.
Türkiye’nin
ortaya koyduğu stratejik plânlar, ülkenin savunma ve güvenlik
teknolojilerindeki üstünlüğünü pekiştirdiği gibi, bu üstünlüğü koruyarak
sanayileşme ve teknolojinin yanında tedarik programlarına yön vererek dışa
bağımlılığı da azaltmayı hedeflemiştir.
-------------------------
*Emekli Tuğgeneral