İŞ hayatını meslek
sahibi olmaya yönelik hazırlık, mesleği icra etme ve emeklilik dönemi olarak üç
döneme ayırabiliriz. Emeklilik dönemi, insanın hayatındaki önemli değişim
dönemlerinden biridir. Emeklilik, üretime katkıda bulunan insanların çalışma
hayatından ayrılmalarıyla gelir kaynaklarının ortadan kalkması üzerine
kazandıkları haktır. Bu hakkın kullanılabilir hâle gelmesi, ancak 19’uncu yüzyılın
sonlarına doğru, sosyal güvenlik sistemlerinin gelişmeye başlamasıyla söz
konusu olmuştur.
Öncelikle
emekli olmak demek, her şeyden elini çekip hiçbir şey yapmamak değildir. Bunun
yerine, bu dönemi yeni bir başlangıç olarak görüp ona göre plânlama yapmak
gerekir. Plânlarda aksama olur mu? Olur. Fakat sağlam bir plânlama ile yola
çıkmışsanız, işler aksadığında dahi yeni duruma adaptasyon noktasında esneklik
sağlanır.
Emeklilik
hazırlığı, yolculuk öncesi çantanın doldurulması gibidir. Demem o ki, çıkacağın yolculukta -az çok
tahminler olsa da- nelerle karşılaşacağını bilemediğin gibi, emeklilikte de
bilmek zordur. Lâkin bir emeklilik plânı yapılmışsa, yeni dönem geçiş daha
yumuşak olacaktır.
Emeklilik,
uzun yıllar üretime katkıda bulunan insanın aldığı mükâfattır aslında. Bu
nedenle onca yıllık birikimin, elde edilmiş tecrübenin çevre ile daha çok
paylaşılması ve yansıtılması gereken süreçtir. Muhtemelen her emekli, boş boş
yatıp televizyon seyrettiği bir dönemden geçer. Sanki çalışılan yılların
yorgunluğunu atarcasına… Fakat bu dönemi uzun tutmak birçok anlamda fayda
yerine zarar getirebileceği gibi, aynı zamanda da bu sürecin iyi değerlendirilmesine
ket vurur.
Emekliliğin
hukukî, ekonomik, fizikî ve psikolojik boyutları vardır. Hukukî boyutu emekli
olma hakkına, ekonomik boyutu emeklilik ikramiyesi ve aylığına, fizikî boyutu
güç kaybı ve sağlık sorunlarına, psikolojik boyutu ise statü ve saygınlık kaybı
noktalarına dikkat çeker.
Ülkemizde
çalışanlara tanınan anayasal haklardan biri olan emeklilik, Fransa, Almanya
gibi ülkelerde de çalışana, yapmış olduğu hizmetler karşılığında tanınan bir
hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, çalışanların süreç sonunda geçmiş
dönemdeki emeklerinin karşılığı olarak kendilerine tanınan dinlenme hakkı ve
yaşamlarını devam ettirebilmeleri adına bağlanan geliri kapsamaktadır.
İnsanlar
yaşamları boyunca kendi iradeleri ya da irade dışı gerek meslekî, gerek
fizyolojik ve sosyo-ekonomik risklerle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu
risklerin minimum seviyeye indirilerek bireyin üzerindeki etkinin azaltılması
veya sonuçlarının onarılması gereklidir. İnsanların çalıştıkları iş açısından
yaşadıkları sağlık problemlerine yönelik sorunları işaret ettiği bilinen ilk
kişi, Milât öncesi 2600’lü yıllarda yaşamış olan, Antik Mısır’da mimar ve
mühendis olan, aynı zamanda hekimlik ve rahiplik de yapmış İmhotep’tir.
Milât
öncesi 2000’li dönemde tarihin ilk bilinen yasalarından olan Hammurabi
Kanunlarında yer alan düzenlemelerle iş sağlığı ve iş güvenliğinin temellerinin
atıldığı ve işi yaptıranın işin negatif sonuçlarından sorumlu kılındığı ilk
hükümler hayata geçirilmiştir. Günümüzde çoğu gelişmiş ülkede, insanların
ilerleyen yasalarda işgücünün dışında kalmaları nedeniyle mağduriyete
uğramamaları için sosyal güvenlik sistemleri geliştirilerek çalışanlara
emeklilik hakkı tanınmıştır. İşte bu ihtiyaçtan doğan “sosyal güvenlik”, kaynaklarda
toplumun tüm bireylerini kapsayan, hiçbir ayrıma tâbi tutulmadan hem ekonomik,
hem de sosyal bakımdan bugün ve yarınlarını güvence altına almak amacıyla
kurulmuş sistemler bütünü olarak tanımlanmaktadır.
Sosyal
güvenlik niçin gerek şarttır?
Kaynaklarda
belirtilenlere göre sosyal güvenlik kavramı, ilk olarak 1935 tarihli Amerikan
Sosyal Güvenlik Kanunu’nda yer almıştır. Kavram daha sonra 1941 tarihli
Atlantik Paktı Sözleşmesi’nde ve 1944 tarihli Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
Philedelphia Konferansı’nda kullanılmıştır. Bunun yanında İnsan Hakları
Evrensel Beyannamesi’nin 22 ve 25’inci maddelerinde sosyal güvenlik, temel
haklardan biri olarak sayılmaktadır.
Sanayi Devrimi’nden önce sosyal güvenlik fonksiyonu yardım sandıkları, aile içi transferler ve dinsel nitelikli kurumlar tarafından yerine getirilmekle birlikte, Sanayi Devrimi ile yeni bir boyut kazanarak, söz konusu dönemde işçilerin kötü çalışma koşulları devletlerin sosyal politika alanında da birtakım koruyucu düzenlemeler yapmalarını zorunlu kılmıştır.
Bugünkü
anlamda sosyal güvenlik sistemi, 19’uncu yüzyılın sonlarına doğru
gerçekleşmiştir. İlk kez Alman devlet adamı Bismarck tarafından önemli bir
çalışma neticesinde, finansmanı işçi ve işveren primleri yanında devlet
katkısıyla sağlanan bir sosyal sigorta sistemi oluşturulmuştur. Bu anlamda
Almanya’da uygulanan sosyal sigortalar kapsamına, hastalıktan başlayarak iş
kazası, sakatlık ve yaşlılık sıralamasıyla bir ilâ beş yıl arasında değişen
tarihlerle dâhil edilmiştir.
İngiltere’de
ise sosyal güvenlik sistemi, 1942 yılında yayınlanan ve sosyal güvenliğin vergi
finansmanının vergi gelirleriyle sağlanmasını öngören “Beveridge Raporu” ile
yeni bir boyut kazanarak sosyal güvenlik düşüncesinin oluşumuna büyük katkı
sağlanmıştır.
“Emniyet
içinde olmak” anlamına gelen sosyal güvenlik, tarih olarak yakın bir geçmişe
sahip olsa da altyapısının geçmişi itibariyle oldukça eskilere dayanmaktadır. Türk
tarihindeki sosyal güvenlik uygulamalarına baktığımızda ise, Orta Asya
döneminde göçebe Türklerde, aile bağları güçlü olduğundan aile içi
yardımlaşmaların önemli bir sosyal yardım olarak göze çarptığını söyleyebiliriz.
Yerleşik düzene geçişle birlikte iyilik, yardımlaşama ve yardım için vakıflar
kurulmuştur.
Anadolu
Selçuklu Devleti döneminde göçebe Türkmenler hayvancılıkla, köylüler
hayvancılık ve tarımla, şehirliler ise ticaret ve zanaatla uğraşmışlar,
ticaretle uğraşanlar tarafından Ahilik teşkilâtı ve loncalar kurulmuş, sosyal
yardım amaçlı vakıf kurumları tesis edilmiştir.
Osmanlı
döneminde emeklilik ve sosyal güvenlik sistemi
Osmanlı
Devleti’nde sanayileşme ve işçi sınıfının ortaya çıkışı, Avrupa’ya göre çok
sonradır. Türkler modern anlamda bir sosyal güvenlik sistemine oldukça geç
kavuşmuşlardır. Osmanlı’da kişileri muhtemel risklere karşı güvence altına alma
noktasında üç temel toplumsal kurum göze çarpmaktadır. Bunlar aile, meslek
kuruluşları ve vakıflardır.
Osmanlı
Devleti’nde, sosyal güvenlik anlamında ilk kuruluş 13’üncü yüzyılda önce
Ahilik, sonra Gedik ve Loncalardır. 18’inci yüzyıla gelindiğinde ise Osmanlı’da
sosyal güvenlik öncekine göre kurumsallık kazanmış ve ilk kez bu yüzyılda
sosyal yardım amaçlı vergi toplanmaya başlanmıştır. Tanzimat’ın ilânından sonra
asker ve sivil devlet memurları için günümüz sosyal sigorta sistemine yakın
denebilecek standartlarda tekaüt -emekliye ayrılma- sandıkları kurulmuştur. (Tekaüt
olan kimseye “mütekaid” denir.)
Birinci
Meşrutiyet’in ilânıyla bu süreç hızlanmış ve devlet memurlarının tamamı için
sosyal güvenlik hakkı sağlanmıştır.
Fatih
Sultan Mehmet döneminde de çıkarılan bir kanunname ile bazı devlet adamlarının
-vezir, beylerbeyi, başdefterdar gibi- tekaüde ayrılması durumunda her birine
ne kadar ücret verileceği belirlenmiştir. Kanunî döneminde ise devlet
görevinden yaşlılık sebebiyle ayrılan Kasım Paşa’ya, bizzat Kanunî tarafından
200 bin akçe verildiği bilinenler arasındadır. Sonrasında bu uygulama kapsamına
kazaskerler, şeyhülislâmlar ve kadılar da dâhil edilmiştir.
Askerlik
hizmetinden ayrılan yeniçeriler için, ulûfe defterine kaydedilmek şartıyla ayda
bir “tekaüt ulûfesi” adıyla ödeme yapılırmış. Bu ödemelerin finansmanı, “arpalık”
adı verilen tımar arazilerin gelirlerinden sağlanırmış.
Kavram
olarak arpalık, Osmanlılarda devlet memurlarına hizmette bulundukları süre
içerisinde maaşlarına ilâveten, görevden ayrıldıktan sonra ise bir nevi emekli
maaşı olarak tahsis edilen gelir anlamına gelmektedir. Tanzimat’ın ilânıyla vakıf
statüsündeki sandıklar devlet yönetimine alınmış, arpalık uygulaması
kaldırılarak, yerine emekli olan bürokratlara, görevden alınan veya kadrosuzluk
nedeniyle açıkta kalan memurlara -bir tür işsizlik ödeneği olarak- mazuliyet
akçesi, ilim adamlarının emeklilerine ise tarik maaşı verilmeye başlanmış ve
Tekaüt Sandıkları kurulmuştur. Yine kara ordusu için kurulan tekaüt sandığını
bahriye, tophane ve jandarma kuvvetlerinde oluşturulan diğer sandıklar takip
etmiştir. Böylelikle her bir askerî kuvvetin kendi sandığı kurulmuştur.
Esnaf
ve zanaatkârlar için meslek örgütü niteliğinde loncalar bünyesinde, üyelerinin
ve ailelerinin sakatlık, yaşlılık, hastalık ve ölüm hâlinde yardımda bulunmak
üzere orta veya tevaün olarak ifade edilen sandıklar kurulduğu bilinenler
arasındadır. Osmanlıda tekaüt ve tevaün sandıklarının yanında işçilerle ilgili
sınırlı fakat kapsamlı toplumsal politikaların düzenlendiği, 1865 yılında
çıkarılan “Dilaver Paşa Nizamnamesi”, sosyal güvenlik alanındaki önemli bir
düzenlemedir. Bundan dört yıl sonra “Maadin Nizamnamesi” ile de iş sağlığı ve
güvenliği hükümleri ve iş kazalarında işverenin belirli bir tazminat ödemesi
karara bağlanmıştır. 1881 yılına gelindiğinde Sivil Memurlar Emekli Sandığı
kurulmuştur.
İlk koruma altına işçilerin madenciler olduğu görülmekle birlikte, kamuda çalışanlara yönelik ilk çalışma 1890 yılında “Seyri Sefain Tekaüt Sandığı”nın kurulması olmuş, kamu çalışanlarının bir kısmı emekli aylığına bağlanmıştır. Ayrıca işçilere özel olmamakla birlikte Şirket-i Hayriye Tekaüt Sandığı ve benzer şekilde 1904 yılında Hamidiye Hicaz Demiryolu Memurin ve Müstahdemine Mahsus Tekaüt Sandığı kurulmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin sosyal güvenlik tarihçesi
Ülkemizin
kanun ile kurulan ve üyeliği zorunlu olan ilk sosyal güvenlik kuruluşu, 1921
yılında kurulan Amele Birliği’dir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, sosyal
sigortalara benzeyen fakat kişiler ve riskler açısından çok dar kapsamlı
olmasına rağmen sayıca oldukça fazla olan birtakım emeklilik ve yardımlaşma
sandıklarının kuruluşunu öngören kanunlar çıkarılmıştır. Ülkemizde çalışanlara
ve haklarına yönelik ilk kayda değer düzenleme, 1936’da yürürlüğe giren İş Kanunu’dur.
Bu kanunla çalışma saatleri sekiz saate indirgenmiş, sigortaların kuruluşu ve
sosyal sigortalara ilişkin temel ilkeler belirlenmiştir. Ancak İkinci Dünya Savaşı
nedeniyle uygulamaya konulamamıştır.
Fakat
Türkiye’de sosyal güvenliğin gelişiminin 1945 sonrası başlayan kurumsallaşma
süreci ile 1970’lerin sonuna kadar devam ettiği görülmektedir. Bu mânâda sosyal
güvenlik alanındaki ilk düzenleme, 1945 yılında çalışanların sosyal güvenlik
haklarını korumak üzere Çalışma Bakanlığı’nın kurulmasıdır. Bakanlık, bir yıl
sonra İşçi Sigortaları Kurumu’nu oluşturmuştur.
Türkiye’de
sosyal güvenlik alanındaki en önemli gelişme, 1961 Anayasası iledir. Bu anayasa,
içerik olarak korumacı yapısıyla ülkemizde sosyal güvenliği bir hak hâline
getirmiştir. Anayasada sosyal devlet anlayışının bir ilke olarak
benimsenmesinden yola çıkarak kalkınmanın devletin öncülüğünde gerçekleşmesinin
gerekliliği anlayışı kendini göstermiştir. Bu amaçla Devlet Plânlama Teşkilâtı’nın
kurulması öngörülmüştür. Diğer yandan işçilere verilen sendika kurma hakkı,
sosyal güvenlik alanında atılmış olan en ciddî adımlardan biridir. Sosyal
güvenlik kavramı ilk kez çalışma hayatı ve sosyal politikalar, anayasal
terminolojiye girmiştir.
Ülkemizde
1963 yılından itibaren plânlı kalkınma dönemine geçilmiş olmakla birlikte,
kalkınma plânlarında sosyal güvenlik sistemi kabul edilmiştir. Bu sistem
sayesinde bireyler, karşılaşabilecekleri risklere karşı korunacaktır. 1965 yılında
İşçi Sigortaları Kurumu, “Sosyal Sigortalar Kurumu” adını almış ve işçi statüsündeki
çalışanların sosyal güvenlikleri alanında yeni haklar getirilmiştir.
Uzun
yıllar sonra sürdürülebilir bir sosyal güvenlik sistemi için reform yapılması
gerekli görülmüştür. Bu reformla hak ve yükümlülüklerin eşitlendiği, malî
olarak sürdürebilir tek bir emeklilik sağlık sigortası sisteminin kurulması
gerekliliğinden yola çıkılarak Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü
ve 1971-1972 yıllarında kurulan Bağ-Kur Genel Müdürlüğü aynı çatı altında
toplanarak 2006 yılında Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı kurulmuştur.
https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrkiye%27de_emeklilik_sistemi
http://www.sgk.gov.tr/wps/portal/sgk/tr/kurumsal/kurumumuz/tarihce
https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/263389
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/299546
https://islamansiklopedisi.org.tr/arpalik
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/84821