
2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerinin yol açtığı tartışmalar arasında yerini alan “Ümmetçilikle Türkçülük bir arada olamaz” şeklindeki çıkış (Alpaslan Yıldız, Alpaslan Türkeş Vakfı Genel Sekreteri, Karar gazetesi, 23 Mayıs 2023) eski bir meseleyi yenilemiş oldu.
Bu meselenin işaretleri her ne kadar İkinci Meşrutiyet döneminde ortaya çıkmış ise de konu hakkında tek taraflı bir üst söylem yüz yıldan beri sürüp gelmiştir. Çünkü Osmanlı döneminde “Ümmetçi bir siyâsî yapının baskın olmasından” dolayı, Türk kültürünün gerilediği, Türklerin Arap kültürü etkisinde kaldığı söylemi usanmadan tekrarlanmıştır.
“Aslında Osmanlı dönemiyle sınırlı olmadığı, Türklerin İslâmiyet’e intikal etmeleriyle birlikte Türk kültürünün gerilemesinin ve Arap kültür hâkimiyetinin başladığı” yönündeki tez, Cumhuriyet döneminde resmî görüş durumuna gelmiştir. Bu görüş içinde “İslâmiyet’in Türkleri geri bıraktığı” iddiasının varlığı da bilinmektedir. İslâmiyet’e doğrudan itiraz etmek yerine “İslâmiyet Türkleri geri bıraktı” gibi dolaylı itiraz yolları tercih edilmektedir.
Tarihî verilere göre bu tezi doğrulamak mümkün değildir. Çünkü sadece Selçuklu ve Osmanlıların yükselme dönemleriyle elde ettikleri başarının bile “İslâmiyet’in Türkleri geri bıraktığı” görüşünü mesnetsiz bıraktığı gerçeği teslim edilmelidir. Dünya çapında bir hâkimiyete ulaşan bu iki devleti İslâmiyet’in geri bırakmak yerine ilerlemelerini temin ettiği açıktır. Bundan dolayı İslâmiyet’in Türkleri geri bıraktığı söylemi bir önyargının, bir kurgunun sonunda ortaya atılan siyâsî bir tezdir.
İslâmiyet ile birlikte Türklerin Arap kültürünün etkisinde kaldıkları iddiasının temelinde “İslâmiyet’i Arap kültürü olarak görme ve tarif etme” isteği tayin edicidir.
İslâmiyet’i evrensel bir din olmak yerine “Arap kültürünün bir yayılma aracı” olarak gören bir bakışın sonucudur bu durum. İslâmiyet Arap kültürü sayılınca, İslâmiyet’in her türlü tezahür ve etkisi de kendiliğinden Arap kültürünün hâkimiyetinin işareti durumuna gelmiştir. Görünüşte Arap kültürüne muhalif olan bu görüşün temel dayanağı, Türk kültürünü yaşatma ve yayma isteğidir.
Bu görüş sahipleri aynı zamanda Batı kültürünün her unsurunu almanın lüzumunda müttefiktirler. Batı kültürüne Türklük adına itirazı olmayanların Türklük adına “Arap kültürü” dedikleri İslâmiyet’e muhalefet etmeleri ibretlik bir olaydır.
Türklük Batı’dan gelenleri ve Batı’ya ait olanları kayıtsız şartsız kabul etmekle ödevli sayılırken, İslâmiyet söz konusu olunca Türklük, itiraz etmenin gerekçesi hâlini almaktadır. Türklük, Türk’ün dinine (İslâmiyet’e) itiraz etmenin bahanesi sayılmaktadır.
Ümmet ile Türklük birbirinin rakibi veya düşmanı gibi takdim edilmektedir. Bu takdim son derece yanlıştır.
Ümmet Arapça bir kelimedir ve “ümm” kökünden türemiştir. İslâmiyet öncesinde de kullanılan bir terimdir. “Kabile, kavim hatta bir siyâsî otoritenin bağlıları” anlamında kullanıldığı gibi, insan cinsinden olmayan bazı hayvan toplulukları için de kullanılan ayet örnekleri bulunmaktadır.
Ancak bu kavram zamanla sadece ırk, mezhep ya da kabile/aşiret ile sınırlı olmayan insan topluluğu için kullanılır olmuştur. Artık “İslâm Ümmeti ya da Müslümanların tamamını kapsayan bir terim” anlamı kazanmıştır.
Bir kişinin Müslüman olması, onun bilinçli/iradî bir seçimidir. Bu iradî seçimi yapanlar birbirlerinin kardeşi olmaktadırlar. Kardeş olanların rekabet/düşmanlık yerine yardımlaşma-dayanışma içinde olmaları kaçınılmazdır. Kardeş olanların ancak hayır için yarışları beklenir. Bu kardeşleri birbirlerinin düşmanı olarak düşünmek kardeşliğin tabiatına aykırıdır.
Bir kişinin kendi seçimine bağlı olmayan, İlâhî takdirin sonucu olan kavmî/ırkî mensubiyeti ile aynı kişinin bir bilgiye/bilince bağlı olarak seçip kabullendiği İslâmiyet’e mensup olması (ümmetten birisi olması) neden birbiriyle çelişir ya da çatışır olsun?
Bir Türk’ün kendisi gibi Müslüman olan diğer kavimlerden Müslüman olanlarla bir arada ve yardımlaşma içinde olduğunda Türklüğün zarar gördüğü iddiasına karşılık, aynı Türk’ün Batılı topluluklarla bir arada olması hâlinde Türklüğü herhangi bir zarardan nasıl korunmuş olmaktadır? Türk olmak Türk olmayan Müslümanlarla bir arada ve yardımlaşma içinde olunca mutlak şekilde zarar görürken, Batılı/Hıristiyan toplulukların içinde olunca hangi faydaya, hangi yüksek amaca ulaşabilecektir?
Aradan geçen yüz yılın sonunda “Batı’nın ilerlemiş olduğu, Batılılardan alınacak çok şeyin olduğu, buna karşılık Müslüman topluluklardan alınacak bir şeyin bulunmadığı” gibi tekrarın dışında bir cevap yoktur. Böylece “Türklük kavramı aidiyeti diğer Müslümanlardan koparmanın bahanesiyken Batı’dan alınacak çok şey var” iddiası ile “uygarlık”, Hıristiyan toplulukların içine katılmanın bir amacı olarak takdim edilmektedir.
İbret alınmadığında Tarihin tekerrür edeceği görüşüne karşılık, tarihin her alanda tekrarı mümkün değildir. Selçuklu/Osmanlı döneminde olduğu gibi, Hıristiyan saldırganlığına ve işgallerine karşılık Türkiye’nin bütün Müslümanlara öncülük etmesi ve tek başına Batılı ülkelerle savaşması mümkün değildir. Türkiye’nin böyle bir gücü ve imkânı yoktur. Kimsenin Türkiye’den böyle bir beklentisi de yoktur.
Ancak Türklük mensubiyetinden dolayı “Türk olmak, İslâm Ümmetinin dışında olmayı kaçınılmaz kılar” vurgusu, doğrudan Müslüman Türk kimliğine karşı bir suikastın, bir kurgunun söylemidir. Türk’ü İslâmiyet’ten ayırmanın bir çabasıdır. Böyle bir çabadan dolayı Batı Türkleri, dünyada sahip oldukları saygın yerlerini kaybetmişlerdir. 1920’lerden başlayarak Türkiye, dünyada sahip olduğu etkiyi kaybetmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zoruyla kabul edilmeye çalışılan Batı kültüründen dolayı Türkler dünyada etkili bir gücün sahibi olamamışlardır.
Batı kültürünü benimsetme çabaları, Türk kültürünü adeta öldürmüştür. Her alanda Batı kültürü Türkiye’de baş tacı edilmiştir. Artık Türk seçkinleri Batı kültürünün etkisiyle övünmeye başlamıştır. Tarih boyunca sömürge olmamış Türkiye’nin seçkinleri, Batı kültürünün ajanları gibi davranmaktadırlar. Sadece seçkinler değil, Türkiye’nin eğitim kurumlarının her biri günümüz Türkiye’sinde Batı kültürünün bir kalesi durumuna gelmiştir. Çoğunlukla okullarda ve medyada Batı kültürü telkin edilerek, Türk kültürünün izleri silinmeye çalışılmış, İslâm Ümmetine mensubiyet duygusu Türkler için yabancı/düşman bir kimlik gibi takdim edilir olmuştur.
Türkiye 1963’te müracaat ettiği hâlde 60 yıldan beri Avrupa Birliği’ne (AB) alınmamıştır. Türkiye kendisini Avrupa ülkelerinden herhangi biri yapma çabasına rağmen, AB ise Türkiye’yi üyeliğe kabul etmemiştir. Türkiye’nin bu çabaları yalnızca kendisinin sahip olduğu “Müslüman Türk” kimliğini zaafa uğratmıştır. Türkiye’ye bir katkısı olmamıştır.
Buna karşılık Türkiye her ne zaman Ermenistan ve Yunanistan gibi ülkelerle herhangi bir sorun yaşamış ise Batılı ülkeler sürekli olarak Türkiye’nin karşısında yer almışlardır. Türkiye kardeşlerinden koparıldığı gibi AB’ye alınmayarak adeta ortada açıkta bırakılmıştır. Türkiye, tarihte sahip olduğu kimlikle mücadele ederek, o kimliği kendine düşman bilerek yüz yıldan beri uygarlık alanında hiçbir mesafe alamamıştır.
Türkiye’nin kalkınması için yapılan atılımlar ise Türklük ile Ümmetçiliği birbirine hasım olarak görmeyenlerin eliyle yapılmıştır. Türklüğü İslâmiyet’e hasım olarak bilmenin bahanesi yapanlar eliyle Türkiye Batı kültürünün hâkimiyetine teslim edilmişken, Müslüman kimliğini “Türklüğün mirası, şerefi” olarak bilenler eliyle Türkiye’nin geri kalmışlığını, makus talihini aşmaya çalışmışlardır.
Türklüğü ve Ümmeti bir bütünün parçaları olarak görenler, Türklüğün bir parçasını ihmâl etmeden, yok saymadan ve kimlik krizine yol açmadan Türkiye’nin ilerlemesine katkıda bulunabilirler. Ümmet ve Türklüğü yarıştırıp ayrıştıranların yeni sorun, yeni kimlik krizleri ve yeni sömürgecilik örneklerinden başka bir gelecekleri yoktur.
Kaynakça
Halil İbrahim Bulut, “Ümmet”, DİA, C.42, İstanbul 2012, s.308-309.
M. Nihad Çetin, “Ümmet”, İA, C.13, MEB, İstanbul 1993, s.102-104.
Ragıp El-İsfahani, Müfredat, Mütercimler: Abdülbaki Güneş-Mehmet Yolcu, C.1, İstanbul 2006, s.76-80.
Bernard Lewis, İslam’ın Siyasal Dili, Çeviren: Ünsal Oskay, Ankara 2011, s.54-55.
M. Emin Bozarslan, Hilafet ve Ümmetçilik, İstanbul 1969.
W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Çeviren Ethem Ruhi Fığlalı, İstanbul 1998, s.42-43.