Türkçe yaşamak

Her adımımızı dil bilinciyle atmalı, her cana bu bilinci katmalıyız. Türkçe konuşup, Türkçe yazıp, Türkçe düşünüp Türkçe yaşayarak ulaşamayacağımız hiçbir muasır medeniyet seviyesi yoktur.

DİL, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir iletişim aracıdır. Onun ne olduğu, niçin var olduğu, kapsamı ve özellikleri ile ilgili çeşitli tanımlar yapılmıştır. Bu tanımlar içerisinde en kapsamlı olanı ve en sık kullanılanı ise Muharrem Ergin’e ait olan dil tanımıdır. Ergin, dili şu şekilde açıklar: “İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan tabiî bir vasıta; kendine mahsus kanunları olan ve ancak bu kanunlar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli antlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş içtimaî bir müessesedir.”

Diller içerisinde öyle bir dil vardır ki, hem bireyin, hem de toplumun var oluşu ve devamı ancak onunla mümkündür. Sözünü ettiğimiz bu dil, anadildir. Anadili, kişinin içerisine doğduğu, tabiri caizse annesinden, ailesinden, soyca bağı bulunan toplumdan öğrendiği ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dildir. Her millet için anne sütü gibi eşsiz, benzersiz ve vazgeçilmezdir.

Türk milletinin anadili Türkçedir. Türkçe, kâinatta varlığını sürdüren diller içerisinde en zengin, en güzel, en kullanışlı ve en büyük dillerden biridir. Yüzyıllar boyunca birçok yerde konuşulmuş, yazılıp okunmuştur. Zaman içerisinde kendisini geliştirmiş, zenginleşmiş ve tazelenmiştir. Bu değişim ve dönüşüm, bütün diller için tabiî ve elzem bir süreçtir.

Türkçe, derin mantık çerçevesi içerisinde oluşturulmuş, ahenkli ve ifade kabiliyeti yüksek bir dildir. Mükemmel bir nizam ve düzene sahiptir. Tatlı ve lâtif bir dildir. Bu ve daha sayamadığımız birçok sebepten dolayı Türkçe, Türklerin en büyük övüncü, iftihar kaynağıdır. Bu millete mensup bireyler, kendilerine bahşedilmiş lütfun farkına varmalı ve ona göre bir tavır takınmalıdır. Zira her bireyin yaşamında ve kişilik gelişiminde sahip olduğu anadilinin pek kıymetli bir mâkâmı vardır. Kendi dilini yeterli miktarda tanıyıp bilmeyen kişiler, hem kuracakları ilişkilerde, hem de hayatta başarılı olma konusunda büyük problemler yaşarlar. Üstelik kendi dilini hak ettiği seviyede kavrayamadıkları için yabancı bir dil öğreniminde de hâddinden fazla zorlanırlar. Bu nedenle yabancı dil öğreniminde altyapıyı iyi bir anadil eğitimi oluşturur.

Edebiyatımıza yön veren üstatların “anne sütü”, “ses bayrağı” olarak yücelttikleri güzel ve özel dilimize ne yazık ki bugün gereken önem verilmemektedir. Hak ettiği özenin gösterilip gösterilmediği tartışma konusudur. Milletimizin Türkçeye karşı olan sevgisi, duygusu, bilinci, duyarlılığı sorgulanmalıdır. Bu konular üzerinde iyice durulmalı, kafa yorulmalı ve daima göz önünde bulundurulmalıdır.

Dil, düşünceyi etkileyen ve yapılandıran bir sistemdir. Kültürel ve sosyal yapının temel dokusunu anadil oluşturur. Bu gerçeğe rağmen her geçen gün Türkçemiz zayıflıyor, yıpranıyor, hırpalanıyor. Dilimiz, bilinçli yahut bilinçsiz girişimler neticesinde kirletiliyor. Onun ve dolayısıyla milletimizin varlığını, birliğini, bütünlüğünü tehlikeye düşürecek çanlar ciddî boyutta her yönde yankılanıyor. Silkelenip kendimize gelmenin zamanıdır. Unutmayalım ki, tren kaçarsa her şey için çok geç olabilir.

Bir problemi çözmenin ilk adımı, onu fark etmektir. Dilimizin kirlenmesi problemini fark ettiğimize göre, sıra bunun nedenlerini ve yaşanan başlıca sorunları tespit etmekte. Eteğimizdeki taşları döktüğümüzde belki birileri durumun vahametini kavrar ve vicdanının sesini duyabilir.


Vahim sorunlar

Türkçenin gerek sözlü, gerekse yazılı kullanımında aklın sınırlarını zorlayacak derecede yanlışlıklar yapılıyor. Kurallar göz ardı ediliyor. Dilimizi kurallarına uygun, doğru ve düzgün kullananların sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek seviyede. Eğitimin her kademesinde görülen Türkçe yetersizlikleri ve yanlışları, anlatım kusurları, bozuk ve yanlış cümleler, yazışma kurallarında göze batan sıkıntılar, basın yayın organlarının dil konusundaki özensizlikleri, her sokak başında önümüzü kesen yabancı dil hayranlığının fotoğrafı niteliğindeki tabelalar ve daha neler neler! Nasıl olur da tehlikeyi göremezsiniz?

Radyo dinlemeye, televizyon izlemeye korkar olduk. Yanlış, bozuk, özensiz cümlelere marifet gibi bir de argo eklenince yandı gülüm keten helva! Vurgu ve tonlamalardaki korkunçluğu, jest ve mimiklerdeki tuhaflığı görüp de dilimizin hâline yanmamak mümkün değil. Toplumun hemen hemen her kesimine ulaşan bu kitle iletişim araçlarında daha özenli davranılması gerekirken durum içler acısı.

Sunucu ve spiker olarak toplumun huzuruna çıkan kişilerin dili düzgün ve pürüzsüz kullanması her şeyden daha önemlidir. Dil bilinci ve sevgisi onlara özellikle aşılanmalıdır. Çünkü onlar, toplumu oluşturan bütün bireyler adına dil meselesinden sorumlu ve örnek kişilerdir. Her gün milyonlara seslenmekte ve milyonlarla karşı karşıya gelmektedirler. Özellikle gençlere model olma sorumlulukları vardır. Bu nedenle sunucu ve spiker adayları, dili doğru ve düzgün kullanma konusunda ciddî bir dil eğitiminden geçirilmelidir.

Dil konusunda karşılaştığımız sorunlar, toplumun hemen hemen her kesimini etkisi altına almış durumda. Bu dil kirliliği sağanağından kurtulmak, doğru konuşup doğru yazmak, duygu ve düşüncelerimizi pürüzsüz anlatmak için dil meselesine özenle eğilmek ve halkımızı eğitmek zorundayız.

Karşımıza çıkan bir diğer problem, “yabancı dil hayranlığı”. Neredeyse kendi dilimizi unutturacak seviyede Türkçeyi yabancı sözcüklerle dolduruyoruz. Kendi sözcüklerimiz “öz vatanında garip, öz yurdunda parya” statüsüne düşürülüyor, dışlanıyor. Toplumun büyük, önemli ve göz önünde bulunan kesimi, yabancı sözcükleri kullanmaktan büyük zevk alıyor. Türkçe konuşmaktan kaçar gibi bir hâlleri var. Bu kaçış, Türkçe için büyük bir tehlikedir. Sanıyorlar ki, Türkçesi varken yabancı sözcükler kullanmakla kültürlü, bilgili, üst düzey şahsiyetler olacaklar. Oysa yaptıkları/düştükleri bu yanlış hem kendi zihinlerini, hem de toplum zihnini işgal ediyor. Bu sözde aydınlar kendi yurduna, kendi diline yabancılaşmayı evrensellik sanıyorlar. Yaptıklarının tek bir açıklaması var: “Gönüllü kölelik”…

Elbette yabancı dil öğrenmek, yeni bir dil bilmek çok önemli. Lâkin insanın anadili, her şeyden daha önemli. Bize düşen temel görev, toplumumuzu Türkçe düşünen, Türkçe eleştiren, fikirlerini Türkçe düzgün ifade edebilen bireyler olarak yetişmek, böyle bireyler yetiştirmektir. Kendi dilini ikinci sınıf bir dil olarak görüp algılamak, hem dil, hem de kültür için büyük bir tehlike ve saygısızlıktır.

Vatanımızda nitelikli ve kaliteli insanlar yetiştirmek istiyorsak bu işi yabancılardan devşirdiğimiz dillerle değil, kendi dilimizle, dolayısıyla kendi kültürümüzle yapmalıyız. Zira kendi dilini ve kültürünü hor görüp dışlayan bir milletin batması, yok olması haktır. Silkinip etrafımıza bakmayı akıl edebilirsek, çağdaş ve gelişmiş ülkelerin eğitimlerini anadilleriyle yaptıklarını açık bir şekilde görebiliriz. Kendi dillerine sırt çeviren, yabancı dil hayranlığını marifet sayan ülkelerin ise gelişmemiş ve sömürülme talibi olduklarını net bir şekilde söyleyebiliriz.

Birey, dünyayı en iyi şekilde kendi diliyle anlayabilir ve anlatmak istediklerini en güzel kendi diliyle anlatabilir. Dolayısıyla bir ülkede bilim, ancak o ülkenin anadiliyle yapılabilir. Bunun aksini iddia edenlerin fikrini ve zikrini sorgulamak, zihniyetini süzgeçten geçirmek gerekir.

Zihniyeti pürüzlü bazı kesimler, Türkçenin bilim dili olarak yetersiz olduğunu savunmaktadır. Külliyen yalan ve kirli bir iftira bu! Elbette eksiklikleri vardır fakat bu noksanlıklar her dil için söz konusudur. Yapmamız gereken, onu bir kenara atmak değil, zenginliklerine zenginlik katmaktır.

Dilimizi geliştirip zenginleştirmek ve bazı bed niyetlilerin yılan dillerini koparmak için dil eğitimine gereken özeni göstermeliyiz. Türkçe dersini bir bilgi dersi değil, beceri dersi olarak görmeli ve bu düsturla hareket etmeliyiz. Dinleme, konuşma, okuma ve yazma olarak sınıflandırdığımız dört temel beceriyi bütün hedef kitlelere en iyi şekilde kazandırmaya ve geliştirmeye uğraşmalıyız. Bir basamak daha üste çıkıp bu dört beceriye bir beceri daha eklemeli, bireylerin Türkçe düşünmelerine vesile olmalıyız.

Türkçemizin gelişen ve değişen çağa ayak uydurabilmesi için şartların gerektirdiği yeni sözcüklere ve terimlere ihtiyacı var. Yapılan buluşlar ve icatlara yabancı sözcükler devşirmeyi bırakıp vakit kaybetmeden Türkçe sözcükler türetmeli ve bu sözcüklerin kullanılıp yaygınlaşmalarını teşvik etmeliyiz. Dilimize yerleştirilmeye çalışılan yabancı sözcüklere özümüzden karşılıklar bulma konusunda ihmalkâr davranma lüksümüz yok. Güzel Türkçemizin bağımsız ve özgür bir dil olarak yaşamasını istiyorsak üretmekten, türetmekten, Türkçe karşılıklar bulmaktan vazgeçmemeliyiz.

Türkçenin korunması, geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi adına elbette en önemli görev öğretmenlerimize düşüyor. Bilhassa Türkçe öğretmenlerimizin bu konudaki sorumlulukları kat kat daha fazla. Onlar hem kendilerini donanımlı bir şekilde yetiştirip eksikliklerini tamamlamalı, hem de öğrencilerini kaliteli bir dil eğitimine tâbi tutmalılar. Bu uzun, çetin ve yorucu bir yol. Fakat bu yolda yorulup usanmak hiçbir Türkçe öğretmenimize hak değil.

Unutmayalım, dil demek, aslında millet demektir, bağımsızlık demektir, kültür ve kimlik demektir. Türkçemizin bağımsız bir dil olarak yaşamasını istiyorsak, hem birey, hem de toplum olarak elimizi taşın altına koymalıyız. Her adımımızı dil bilinciyle atmalı, her cana bu bilinci katmalıyız. Türkçe konuşup, Türkçe yazıp, Türkçe düşünüp Türkçe yaşayarak ulaşamayacağımız hiçbir muasır medeniyet seviyesi yoktur.