Türkçe sevdâsından Türkiye aşkına

İnsanlığın bizim kültürümüze ne kadar çok ihtiyacının olduğunu anlatır zarifçe: “Türk ninelerin çok anısı vardır. Atasözü, bilmece ve tekerlemelerin âlâsını bilirler. Bütün Türk çocukları iki okula gider. Nineninki ve öğretmeninki… Bana göre dünyanın bütün ülkelerinin Türk nine ve dedelerine ihtiyacı var.”

İTALYAN Türkolog Ord. Prof. Dr. Anna Masala, kalbini Yunus’a bağlayan, gönlü Mevlâna’da çağlayan bir Türkiye sevdâlısı. “Türkiye’ye Aşk Mektuplarım” adlı kitabında Türk kültürüne olan hayranlığını anlatmış yıllar evvel.

Sevgisini Yunus’un ilâhisiyle, öfkesini Köroğlu’nun nârasıyla, tefekkürünü Mevlâna’nın Mesnevî’siyle gösterebilecek kadar bizi yakından tanıyan, atasözlerimizi, mânilerimizi bilen, karış karış Anadolu’nun dört bir bucağını gezen, simitçiden yoğurtçuya, şoförden gemicilere, Karadeniz türkülerinden Zeki Müren şarkılarına kadar kültürümüzle yoğrulan, bakkal ile markette neler bulunup bulunmayacağını bir çırpıda söyleyebilecek kadar bizi yakından tanıyan, yer sofrasından baharatlarımıza kadar her şeyi öğrenen ve daha da önemlisi dilimizi, güzel Türkçemizi anadili gibi bilen, kendisini gerçek bir “Türk dostu” olarak tanımlarken bizim için de “Türk insanı gerçekten gül gibi nazik, kaya gibi serttir” tespitinde bulunan İtalyan Türkolog Anna Masala’nın düşüncelerini sizlere kaynağından aktarmak isterim.

Dilimizle nasıl tanıştığını, “Türk dilinin sesini ilk defa Roma Üniversitesi Şarkiyat Enstitüsü’nde, 10 Ocak 1954 tarihinde duydum… O yıl Prof. Rossi’nin Türkçe dili için öğrencisi yoktu. Rossi, ‘Unutmayın ki Akdeniz’de İslâm tarihi yüzyıllar boyunca Türkçe konuştu’ dedi” (Masala, 2002: 2) cümleleriyle anlatır bize.

Türk’ün ârifliği ve irfanı

İnsanımızın gönül zenginliğini, irfanını, “Bir gün korkunç bir gaf yaptım. Çok güzel bir Kur’ân-ı Kerîm görüp, ‘Kaça satıyorsunuz?’ dedim. Yaşlı adam, ‘Kur’ân satılmaz, hediyesi 20 lira’ dedi. Bu benim için önemli bir ders oldu” (Masala 2002: 4) sözleriyle açıklar.

“Afif Yesari der ki, ‘Bizim gençlere çok kızıyorum. Bir tanesi University of California yazılı bir T-short giymiş, elinde Coca Cola ile ‘Kahrolsun Amerika!’ diye bağırıyordu’.” (Masala, 2002: 6)

İstanbul’da bindikleri bir taksinin şoföründen aldığı cevap, dikkat çekicidir. Yaşadıklarını şöyle anlatır Anna Masala: “Bütün Türklerin ortak ilgi noktasının, İspanyollar gibi, tarih olduğunu anladım. Bir gün dolmuşta babamla İtalyanca konuşurken şoför nereli olduğumuzu sorunca İtalyan olduğumuzu söyledim. Bunun üzerine şoför, ‘Siz bizden Libya’yı aldınız’ dedi.” (Masala, 2002: 9)

İnsanlığın bizim kültürümüze ne kadar çok ihtiyacının olduğunu anlatır zarifçe: “Türk ninelerin çok anısı vardır. Atasözü, bilmece ve tekerlemelerin âlâsını bilirler. Bütün Türk çocukları iki okula gider. Nineninki ve öğretmeninki… Bana göre dünyanın bütün ülkelerinin Türk nine ve dedelerine ihtiyacı var.” (Masala, 2002: 9)

Dillere destan misafirliğimizi, “Anadolu’da en fakir köyün en fakir insanı, tek tavuğunu misafiri için keser” (Masala, 2002: 14) cümlesiyle özetler.

Bizi bizden iyi tanıdığı, şu sözlerinden belli değil midir? “İstanbul’da bütün seferberlik türkülerini, Konya’da ilâhileri öğrendim. Sağcı arkadaşlarla ‘Tuna nehri akmam diyor’u, solcu arkadaşlarla da ‘Pir Sultan Abdal’ı söylüyorduk… Birisine kızdığım zaman, ‘Benden selâm olsun Bolu Beyine!’ diye haykırmak geçer içimden.” (Masala, 2002: 29)

Bir harf, bir kelime, kültürümüzle ilgi kurması için yeterlidir. Öyle olmasa, “İncir bana, ‘Andolsun incire, zeytine ve Sina dağına’ der” (Masala, 2002: 32) sözünü söyler miydi?

Tarihimize olan hayranlığıyla, “Sultan Mehmet ile 29 Mayıs 1453’te Bizans surlarına girmek isterdim. Ama kendimce ben de İstanbul’u fethettim bir şekilde. Bütün İstanbul benim!” ( Masala, 2002: 60) sözleri dökülür dilinden.

“Sevdiğimin adı Türkiye”

“Mihalıçık’ın güneyindeki çeşmesi önünde yüksek sesle Yunus ile ‘Hak’tan inen şerbeti, içtik elhamdülillah’ diye tekrarlayabilirim. Ben her zaman kalbimi Yunus’un ve Eskişehir’in kalbine bağlayan yolda yolcuyum” (Masala, 2002: 62) demesi boşuna değildir.

“Hıdrellez gecesiydi. Ben de sevdiğimin adını yazıp kâğıdı Tatar geleneğince Porsuk çayına attım. Kâğıda yazdığım isim, Türkiye’ydi.” (Masala, 2002: 63)

“Türkler yerküreyi göğe en çok yaklaştıran, neredeyse Allah’ın katına ulaşan ve en çok hürriyetin tadını alabilen yaratıklar olarak kuşlara çok saygı duyarlar.” (Masala, 2002: 97)

“Büyük İstanbul efendileri, Hazreti Mevlâna’nın son akrabaları, bana yeşil bir yaprak hediye eden Kadirî şeyhi, Eskişehir Lisesi’ndeki Tatar kızları, Anadolu’da bir otobüste uyurken üzerimi kürküyle örten hanım, Konya’da ‘Pasaportunuz İtalyan olsa da ben sizin Türk olduğunuzu biliyorum’ diyen polis memuru, benim için kırmızı beyaz kalp şeklinde yastık işleyen genç gelin… Bütün anılarımla Türkiye’de bin yıl yaşadığımı söyleyebilirim. Türklerden çok şey öğrendim. Bana çok şey verdiler. Bugün bir tek arzum var: Memleketimin ve Avrupa’nın ve hattâ bütün dünya insanlarının Türkleri benim sevdiğim gibi sevmeyi öğrenmeleri.” (Masala, 2002: 110)

Artık birçoğumuz için neredeyse özlemle andığımız birer hatıra hâline gelen önemli hasletlerimizi Masala’nın hatıralarından okuyoruz. Bu kitabın Avrupa dillerine çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum ama eğer çevrilmemişse, bu eserin Avrupa dillerinde okunmasını sağlamak, Kültür ve Turizm Bakanlığı’mızın boynunun borcudur, bizden hatırlatması!

Kendi ülkemiz için aşk mektubu yazan kaç yazarımız var acaba?

 

Kaynakça

Masala, Anna (2002). Türkiye’ye Aşk Mektuplarım, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları. Yayın Nu: 2510.