Türk ve Ordu

Türk işgal etmez, feth eder; feth ettiği yerlerde de adaleti, barışı, düzeni sağlar. Bizi beklenen yapan şey, yalnızca savaşçı kimliğimiz veya ordumuz değildir. Cesaret, merhamet, adalet, vicdanlı olmamızdır. Yeryüzünde birçok Müslüman ordu vardır lâkin yalnızca Türk Ordusu’na “Peygamber Ocağı” denilmiştir.

KIYMETLİ okurlarım, tarihin tozlu sayfalarında gezinirken karşılaştığım bir meseleyi ve bu meselenin günümüze tezahürünü sizlerle konuşmak istiyorum. 

Geçmişten ders almanın günümüze ve geleceğe ayna olduğu hususu yadsınamaz bir gerçektir. Tarihin tekerrürden aldığı önemli dersler olmuştur, onlardan birisi de Uhud Savaşı’nda yaşanan “Okçular” meselesidir. Hatırlanacağı üzere savaş öncesi verilen emrin unutulması ve askerlerin gösterdiği disiplinsizlik neticesinde ortaya çıkan sonuç, kazanılmakta olan savaşın Müslümanların aleyhine dönüşmesidir.

Malûmunuz, var olan her toplum, güvenliğini sağlamak için askerî kuvvetlere ve teşkilâtlara önem vermiştir. Gerçekten de bu bir zorunluluktur. Dünya ordu tarihiyse elbette milletimizce şekillenmiştir.

Hâlen kullanılan ordu sistemlerinin temeli onluk sistem, Mete Han’a aittir. Savaş, evvelki yazılarımda da bahsettiğim üzere zorunluluk dışında kötüdür. Hangi sebeple savaş olursa olsun masuma, çocuğa, kadına dokunan ve haksız yere cana kıyan savaş suçtur. Milletimiz her devirde bu kurala riayet etmiş ve diğer toplumlara savaşın dahi kuralı olduğunu öğretmiştir.

Konumuza dönecek olursak, savaşlarda komuta kademesinin verdiği emirler, bilindiği üzere, sorgulanmaz. Çoğumuzun işine gelmese bile genel olarak çok yerinde bir durumdur. Bu duruma en güzel örnek ise “Uhud Savaşı”dır.

Uhud Savaşı, Bedir Savaşı’nda ağır mağlûbiyet alan kibirli Kureyşlilerin hem öç almak hem de ticaret yolunun emniyetini sağlamak için Müslümanlara karşı başlattığı bir savaştır. Bedir’den daha düzenli ve donanımlı bir orduyla savaş meydanına gelen Kureyşlilerin arasında biri dikkat çekiyordu, Halid Bin Velid! Başlı başına askerî deha olan komutan bir grup süvari ile savaşı uzaktan izlemekte, savaşa katılmak için doğru vakti ve fırsatı kollamaktadır. Diğer yandan savaşın başında bu duruma dikkat çeken komutan Hz. Hamza ve Hz. Peygamberimiz yaklaşık elli kişilik okçu birliğini ordunun arkasında dar geçidin yamacına konuşlandırır ve Halid Bin Velid’in Müslümanlara arkadan saldırmaması için önlem alır. Okçu birliğine ise, “Ne olursa olsun, savaşı kazandığımızı görseniz bile yerinizi terk etmeyin!” emri verilir.

Savaşın başlarında İslâm ordusu kuvvetli bir taarruz yapar ve Kureyş ordusu dağılmaya başlar. Her şey yolundadır, ancak bu durum okçu birliğinde savaşın bittiğini herkesin ganimet topladığını, onlara katılmaları gerektiğini düşündürür; bu durum, yerlerini terk etmelerine neden olur. Okçu birliğinin başında Abdullah Bin Cübeyr vardır, tüm itirazlarına rağmen diğerleri emri unutup görev yerlerini terk ederler. Bu hâl, dâhi komutan Halid Bin Velid’e doğru zaman ve fırsatın geldiğini söyler. Süvariler Müslüman ordusuna arkadan taarruz eder ve savaşın gidişatı değişir. İki kuvvet arasında kalan İslâm ordusu kayıplar vermeye başlar ve geriye, Uhud Dağı’na çekilir.

Savaşın tam olarak galibi yoktur ama her iki taraf da yenilmemiştir. Çünkü tarihçiler, bu savaşla Kureyşlilerin Bedir Savaşı’nın öcünü aldıklarını söylemektedirler; diğer yandan İslâm’ı yok etmeyi amaçlayan Kureyşlilere karşı büyük bir mukavemet gösteren Müslümanlar hem ticaret yolunun kontrolünü kaybetmemiş hem de İslâm’ı ve Peygamberi korumuşlardır. Bu savaşla Müslümanları yok etmenin kolay olmadığını da Kureyşliler kabul etmişlerdir. 

Sözün özü kıymetli okurlarım, yaşanan hadiseler ve olayların detaylarına bakıldığında ister savaş zamanına ister barış zamanında verilen emirlerin ne denli önemli olduğu, emre itaatsizliğin ağır bedellerinin olduğu bu örnekte apaçık görülmektedir.

Basit görülen bazı kararların kimilerince anlaşılmaması veya öneminin kavranamaması, o meselenin önemsiz olduğunu göstermez. Her olayın çeşitli açıları vardır ve her bakan kişi tüm açıları göremeyebilir. Lâkin istisnalar elbette kaideyi bozmaz, Hz. Halid Bin Velid, bu istisnalardan birisidir.

Müslüman olduktan sonra hatırlayacağınız üzere, bir er olarak katıldığı Mute Seferi’nde komutan tayin edilen dört sahabenin sırayla şehit olması üzerine sancağı almış ve Bizans’ın büyük ordusunu uyguladığı ustaca stratejiyle yenmişti. Sonrasında da komutan olarak düzenlediği yüze yakın seferin hiçbirinde kaybetmemiştir.

O ve bilinen tüm büyük komutanların ortak bazı özellikleri vardır. Bunlardan birisi ciddi bir disiplin anlayışına sahip olmalarıdır. Disiplinsiz ordunun eğitimli olması tek başına yeterli değildir, bu sebeple komutanlar disiplini hep en ön planda tutar.

Ordu ve disiplin denilince akla elbette Türkler gelir. Çünkü Türk Milleti, ordusu olan bir millet değil milleti olan bir ordudur. Çeşitli dönemlerde yaşanmış meseleleri saymazsak genel itibariyle savaşı hayatın olağan parçası sayan ve gerektiğinde cepheden geri durmayan milletimiz, tarihin sayfalarında hep cesur ve kahraman olarak addedilmiştir.

Barış döneminde merhamet, şefkat, adalet gibi insanî davranışlarından ödün vermeyen milletimiz, savaşta da merhametten, adaletten ve şefkatten geri durmamıştır. Lâkin barış döneminde suskun olmamızı korku sayanlar, savaş döneminde ya kaçarken nehirde boğulmuş ya da kaçabilmek için fistan giymek zorunda kalmıştır.

2250 yıllık ordu geçmişimiz ve en eski kavimlerden olan milletimiz tarih sayfasına dün çıkmadı. Yedi asırlık Osmanlı, bizim kurduğumuz devletlerden yalnızca birisiydi. Dünü unutturma çabaları içerisinde çırpınanların asıl derdi korkularıdır. Avrupalıların birbirlerine karşı kullandıkları korkutucu sözlerinde, çocuklara söyledikleri ninnilerde Atilla’nın izi silinmiş değildir. Çanakkale’de aldıkları bozgun henüz dündür. Onlar daha Varna’nın,

Niğbolu’nun, Kosova’nın, Preveze’nin ağıtlarındalar. Kılıçarslan’ı, Yağısıyan’ı, Sultan Selahaddin’i unutabilmiş değillerdir.

Attığımız her adımı takip eden Batı ve Papalık, İstanbul’un fethini hâlen daha hazmedemedi. Kuzu postuna bürünmüş olmaları onları iyi yapmaz, yapmayacak da… Değiştiklerini düşünmek yanılgıdır. Ellerine geçecek ilk fırsatta üzerimize çullanacakları kesindir. Bosna katliamına, Suriye zulmüne susup Ukrayna konusunda avazı çıktığı kadar bağırmaları; Filistin soykırımına kör olup Tel Aviv’e düşen füzeleri ekranlardan indirmemeleri ikiyüzlülüklerinin ispatıdır.

“Türk, beklenendir” cümlesi, insanî ve vicdanî unsurları her durumda yok sayanlar yüzünden diğer toplumlarca bize verilmiş bir namdır. Türk beklenendir, çünkü zulmetmez. Türk işgal etmez, feth eder; feth ettiği yerlerde de adaleti, barışı, düzeni sağlar. Masumu, mazlumu korur. Elinden silahını bırakmış askeri dahi öldürmez. İçinde terörist olduğu tespit edilmiş olmasına rağmen bir ambulansa ateş açmaz. Lâkin Türk, gerektiğinde başkalarının hayâline gelmeyecek işleri yapmaktan geri durmaz. Bir gecede vatan kurtarır, sabah işine gider, savaş uçağını 20 metreye kadar yere yaklaştırır ve hedefini bombalar. “Ansızın bir gece…” sözünü boşuna söylemez.

Bizi beklenen yapan şey, yalnızca savaşçı kimliğimiz veya ordumuz değildir. Cesaret, merhamet, adalet, vicdanlı olmamızdır. Yeryüzünde birçok Müslüman ordu vardır lâkin yalnızca Türk Ordusu’na “Peygamber Ocağı” denilmiştir.