Türk’ün mutabakat metni

Son dizede, Türk milletinin en temel hakkının özgürlük olduğu vurgulanmıştır. Çünkü Türk milleti yalnızca Allah’a tapmakta, hak ve doğruluktan ayrılmamaktadır. Bu vasıflara sahip olan bir milletin esareti vicdanları sızlatır.

KÜLLERİNDEN yeniden doğan milletin ve devletin temel bileşenlerinden biridir İstiklâl Marşı’mız. Türk’ün, Türklüğün mutabakat metnidir. Kanla, canla, heyecanla yeniden vatan yapılan topraklarımızın tapusudur. Ulusumuzun millî ruhunun, ortak iradesinin, Türk’ün tarihe karşı savaşının bir meyvesidir.

Türk milleti esaretten kurtulup tam bağımsız bir devlet olabilmek için cihana karşı emsalsiz bir savaş vermiştir. İstiklâl Marşı’mız da işte tam bu savaşın ortasında yazılmıştır. Âleme kafa tutan yiğit Türk milleti, bu süreçte birçok mücadele vermek durumunda kalmıştır. Girdiği mücadeleler onu yıpratmış ve yorgun düşürmüştür. Vatan toprağının her bir karışı emperyalist çapulcuların işgali altındadır. Tüm şartların aleyhimize geliştiği bu karanlık günlerde Kahraman Türk Hakanı Gazi Mustafa Kemal Paşa çıkmıştır meydana bir güneş gibi. Işık olmuştur, kılavuz olmuştur milletine. Koca milleti peşine takıp dünya tarihinin şahit olmadığı destansı bir mücadele başlatmıştır. Bu mücadelede ilke olarak “Ya istiklâl, ya ölüm!” düşüncesini benimsemiş ve benimsetmiştir. Bu dik duruşuyla Türk’ün hiçbir haine boyun eğmeyeceğini, tarih sahnesinden silinemeyeceğini, asil Türk kanının ne olduğunu koca bir âleme ayan etmiştir.

Başbuğ Atatürk, millî ve dinî değerlerimizi koruyup özgürleştirmek için çıktığı bu yolda yalnız değildir. Ülküsüne erişmek için en önemli destekçilerinden biri Mehmet Âkif’tir. Âkif, mücadeleye hem fikren, hem de fiilen katılıp destek vermiştir. Tek başına destek vermekle de kalmamış, her biri bir aydın olan arkadaşlarını da yanına almıştır. Karış karış dolaştığı Anadolu topraklarında vermiş olduğu etkili vaazlarıyla, konuşmalarıyla Türk’ü uyandırıp ayağa kaldırmış ve ölümüne savaşa davet etmiştir.

Zifiri karanlığın çöktüğü bu olumsuz ortamda, ümitsizlik içinde ve en zor şartlarda Âkif çıkıp milletini “Korkma!” nidasıyla silkelemiştir. Onları uyandırmış, ümit aşılamıştır. Zafer yolunda gitmeye uğraşan halkı motive etmiştir.

Bu marşla Türk halkının ebediyen hür ve bağımsız olarak yaşayacağı terennüm edilmektedir. Millî ve dinî değerlerimizin korunup yaşatılacağı, bir adım öteye geçilerek geliştirileceği, bu konuda ne kadar azimli ve kararlı olunduğu yansıtılmaktadır. İstiklâl Marşı, bizim millî ve dinî değerlerimizin, varoluşumuzun en önemli teminatı, garanti belgesidir.

Marşımız, bizim özgürlük manifestomuzdur. 12 Mart 1921’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde büyük bir heyecan ve coşkuyla okunmaya başlanmıştır ve o günden beri milletçe hep bir ağızdan okunmaktadır.

Milletimiz, Türk-İslâm kimliğine sahip bir millettir. Bu kimliğini geçmişte koruyup yaşatmıştır ve gelecekte de yaşatmaya devam edecektir. Dâhilî ve haricî bedhâhlar saldırmaya, yıpratmaya, yok etmeye çalışsa da asla bu emellerine ulaşamayacaklardır.

İstiklâl Marşı’mızı söylemek ve söyletmek, milletimize duygu yoğunluğu kazandırmak ve bilinç aşılamak için çok önemli ve gerekli bir ihtiyaçtır. Fakat onu sadece söylemek yetmez. Bilmek, anlamak, kavramak ve yaşatmak da gereklidir. Bu bilincin oluşmasına katkı sağlamak adına marşımızın anlamı ve mahiyeti üzerinde durmakta fayda vardır.

“Korkma!”

“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak/ Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak./ O benim milletimin yıldızıdır, parlayacak;/ O benimdir, o benim milletimindir ancak.”

Bu dizelerde Âkif, hiçbir şeyin bitmediği inancını güçlü bir söyleyişle dile getirmektedir. “Korkma!” ifadesi bilinçli olarak seçilmiştir. Bazı çevreler, bu ifadeyi olumsuzluk taşıması üzerinden eleştirmiştir. Oysa bu ifadeyle amaç, korkuyu olumsuzlamaktır. Şair, “Korkma!” diyerek korkunun olmaması gerektiğini söyler ve ardından olumlu hususlardan söz eder.

İstiklâl Marşı’nın dinî bir zemini de vardır. Zira bu bölümde Hazreti Muhammed ve Hazreti Ebubekir’in Sevr mağarasında yaşamış oldukları dinî mülâhazaya da atıf yapılmıştır. Müşrikler karşısında korkan Hazreti Ebubekir’e Hazreti Muhammed, “Korkma! Üzülme! Allah bizimle beraberdir” diye telkinde bulunur.

Mehmet Âkif, yapmış olduğu bu telmihle Türk milletine o hâdiseyi örnek vermekte ve içinde bulunmuş oldukları kuşatmadan korkmamaları gerektiğini dile getirmektedir. Çünkü Allah, Türk milleti ile beraberdir. Böylelikle milletimizin imanı ve inancı da güçlendirilmiştir. Hazreti Muhammed ve Hazreti Ebubekir’i Sevr mağarasında müşriklere karşı yalnız bırakmayan Allah, dört yanı hainle kuşatılmış Türk milletini de Sevr Antlaşması sonrası yapılan yağmada yalnız bırakmayacaktır.

Âkif, İslâm kültür ve geleneğiyle yoğrulan bir aydın olduğu için Millî Mücadele sürecini İslâm tarihinden benzer olaylarla irtibatlandırma yolunu tercih etmiştir. Dizede geçen “şafak” kelimesi, güneşin batışını ifade etmektedir. Şair, bu kullanımla Türk milletinin ölüm kalım mücadelesini anlatmayı amaçlamıştır. Çünkü bu süreçte Türk varlığı ve devleti de batar gibi olmuştur.

“Al sancak” ifadesi “bayrak” demektir. Bayraksa milletin özgürlüğünü temsil eder. “Al” sıfatı, çetin savaşlar sonunda şehitlerimizin kanına bulanan bayrağı işaret etmektedir. Ayrıca bayrakla güneş arasında da bir özdeşlik kurulmuştur.

İkinci dizede kullanılan “ocak” sözcüğü “ev, aile, soy” mânâlarıyla kullanılmıştır. Bir evde ocağın yani ateşin yanması, orada yaşam ve insan olduğunun göstergesidir. Şair, bu topraklarda en son aile, en son Türk kalıncaya kadar varlık ve bağımsızlık bayrağımızın dalgalanmaya devam edeceğinin altını çiziyor. Bu düşünceye kendisi gönülden inanıyor ve milletin de inanmasını istiyor. Zira Türk milleti tümüyle ortadan kalkmadıkça millî varlığımız ve bağımsızlığımız da devam edecektir.

Âkif, “en son ocak” ifadesini Ergenekon Destanı’na atıfta bulunmak maksadıyla da kullanmış olabilir. Çünkü her iki olayda da ümitli olmak ve tek bir Türk’ün bile ateşi yeniden tutuşturabileceği inancı vardır. Bu kullanımla milletimize ümit ve şevk telkin etmiş, moral vermiştir.

Üçüncü dizede bayrak, bir yıldız olarak tahayyül edilmiştir. Türk milleti var olmaya devam ettikçe onun yıldızı olan millî bağımsızlığı da parlamaya ve dalgalanmaya devam edecektir.

Son dizede Şair, hem fertlere, hem de ulusumuzun tamamına sorumluluk ve sahiplenme bilinci vermeye çalışmıştır. Hem tek başımıza, hem de millet olarak bayrağımıza sahip çıkmalı ve onu ebediyen yaşatmalıyız. İlk kıtada Âkif, hür ve bağımsız bir devlet olarak yaşama kabiliyetimizi ortaya koymuştur.

Hür çehre

“Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilâl!/ Kahraman ırkıma bir gül, ne bu şiddet, bu celâl?/ Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helâl;/ Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklâl.”

İkinci kıtada üzerinde ısrarla durulan tem, bağımsızlığa sahip çıkılması gereğidir. “Hilâl” sözcüğü kişileştirme sanatıyla kullanılmış ve bağımsızlığı temsil etmek için belirgin hâle getirilmiştir. Türk’ün varlığının batmak üzere olduğu zamanlar, incelmiş bir aya teşbih edilmiştir. Çehresini çatması, onun kızgın ve öfkeli olduğunu ortaya koyar. Burada çehresini çatan millî bağımsızlığımız, muhatabı ise gevşeklik gösteren milletimizdir.

“Hilâl” sözcüğünün dinî bir mahiyeti de vardır. İslâmiyet’i ve “Allah” lafzını temsil eder. Bu temsilden hareketle Millî Mücadele’nin aynı zamanda bir Müslümanlık-Hıristiyanlık savaşı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Dizede hilâlin yani bayrağın nazlanması, bağımsızlığın Türk milletinden uzaklaşır gibi olduğunu simgelemektedir. Çehresini çatmasının nedeni ise düşman paçavralarının bazı şehirlerimizde dalgalanmaya başlamasıdır. Zira nazlı hilâl; nazlı sevgili, nazlı gelindir. Sevgilinin kaşları da hilâle teşbih edilir. Sevgili, âşığına yüz vermez ve daima kaşlarını çatar. Böylelikle âşığı üzmüş olur. Her ne kadar âşığı üzse de onun başka birine bakmasını asla istemez. Türk bayrağı da topraklarımızda başka bayraklara tahammül edemez. O hür doğmuştur, hür yaşamak ister.

İkinci dizede kullanılan “kahraman ırk” tabiriyle kastedilen, Türk milletidir. Bu kullanımın amacı asla ırkçılık yapmak değildir. Aksine halis bir niyetle Türk milletinin tarihî süreçteki kahramanlıkları dile getirilip övülmek hedeflenmiştir. Geçmişte olduğu gibi bu zor süreçte de Türk ırkı, düşmanı hezimete uğratacak ve bağımsızlığına sahip çıkacaktır.

Allah’ın iki güzel sıfatı vardır: Celâl ve Cemâl… Güzelliğinin kahırla, cezalandırmayla, cehennemle tecelli etmesine “Celâl” ismi verilir. Şair, tercih ettiği bu sıfatla nazlı Türk bayrağına seslenmiş ve milletimize kızıp celâllenmek yerine gülüp ümit vermesini, tebessüm etmesini istemiştir.

Ayrıca bayrak, Eski Türklerde kutsal olarak kabul edilir ve koruyucu bir ruh olduğuna inanılır. Bayrağın şiddet ve öfkeyle bakması, ülkeyi düşmana teslim eden millete kızdığını göstermektedir.

Kıtanın üçüncü dizesinde, İslâm inancındaki şehadet anlayışına atıf yapılmıştır. Türk milleti millî ve dinî değerleri uğruna şehit olmayı göze alır. Bağımsızlığımızın sembolü olan hilâl de dinî ve millî bir değerimizdir. Gerekirse onun uğrunda şehadet şerbetini içeriz. Fakat o kaşlarını çatar, bir başkasına bakarsa, dökülen kanlarımız ona helâl olmaz.

Son dizede, Türk milletinin en temel hakkının özgürlük olduğu vurgulanmıştır. Çünkü Türk milleti yalnızca Allah’a tapmakta, hak ve doğruluktan ayrılmamaktadır. Bu vasıflara sahip olan bir milletin esareti vicdanları sızlatır.