Türk sinemasının dünü, bugünü, yarını

80’li yılların sonundaki krizin ardından başlayan yeni dönemde, Türk sinemasının bugünkü dinamikleri şekillenmiş ve Türk sinemacılar dünya sinemasında da seslerini duyurmaya başlamışlardır. 90’lı yıllar, artan bağımsız filmlerin ve de yönetmenlerin de etkisiyle sanat filmi ile ticarî filmlerin ayrışmaya başladığı, yeni bir sinema dilinin araştırıldığı bir dönem olmuştur.

“SİZE baba diyebilir miyim?”

“Senin annen bir melekti yavrum…”

“Nayır, nolamaz…”

Duyduğumuzda yüzümüzde tebessüm uyandıran, kimimizi maziye götüren ve muhtemelen hepimizde az çok bir hatırası olan Yeşilçam’ın büyülü sözleri… Bir kuşak bu sözlerle büyüdü, bu sözlerle sevdi, sevildi, kızdı, mutlu oldu. İnsanımız, Yeşilçam filmlerinin klişelerini, söz kalıplarını, oyuncularını çok sevdi. Bir nevi bağrına bastı. İnsanımız bu filmlere kendisini o kadar kaptırdı ki günlük hayatta karşısına çıkan jönlerin sırtını sıvazladı, kötü adamı oynayan oyuncular meydan dayağı yedi. Yeşilçam bizi bize anlattı. Bu yüzden de çok sevildi. Baş tacı edildi. Peki, “Yeşilçam” olarak adlandırdığımız Türk sineması nasıl ortaya çıktı? Tarihî perspektifle bakıldığında hangi aşamalardan geçti? Başarı ve başarısızlıkları nelerdi?

Gelin, Türk sinemasının dününe, bugününe, belki de yarınlarına yakından bakalım!

Bir kere, her şeyden evvel Yeşilçam’ın, diğer bir ifadeyle Türk sinemasının özü toplumdur, insandır. Canlıdır Türk sineması. Bu topraklarda nefes alıp verir. Toplumu anlamaya yadsınmaz bir katkıda bulunur. Sinema sadece içinde bulunduğumuz coğrafyayı değil, aynı zamanda dünyayı farklı, daha duygu yüklü ve daha yoğun bir şekilde kaydetmenin yollarını gösterir. Klişe değil söylediklerim. Gerçekten sinema hayat, hayat da sinemadır ve sinema ile toplum, yapışık ikizlere benzer.

Sinema insandan kaynaklanır ve insana geri döner. Aslında denilebilir ki, “Bir toplumu anlamak için sinemasına bakmak yeterlidir”. Onda iyi, güzel, hoş, ilgi çekici, kötü, doğru, yanlış ne varsa sinemasında da o vardır. Belki bir fotoğraf kadar gerçek değil, belki bir miktar hayâl gücüne bulanmış. Ancak ne olursa olsun, bir toplum aşkını, acılarını, mutluluğunu, hüznünü, savaş ve barışını sinema perdesinde yaşar tıpkı bir ayna gibi. Bir toplumun bütün yansımalarının beden buluşunu izleyebilirsiniz kendi sinemasında. Kısacası, bir toplumun nefes alışı, yaşayışıdır sinema.

Film şirketlerinin yazıhanelerinin İstanbul’da Taksim’e yakın bir alanda bulunan Yeşilçam Sokağı’nda konuşlanması vesilesiyle sektörün tamamının “Yeşilçam” olarak adlandırıldığı Türk sinemasının geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemlerine kadar uzanmaktadır. Başlangıç tarihi tam olarak bilinmese de yabancı menşeli olarak ülkemize sinemanın gelişinin İkinci Abdülhamid döneminde gerçekleştiği bilinmektedir. İmparatorlukta bilinen ilk toplu film gösterimi, 1896 yılında İkinci Abdülhamid’ in izniyle Alman Sigmund Weinberg tarafından İstanbul Galatasaray’da gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda gösterilen ilk film, sinemanın mucidi Lumiere Kardeşler tarafından 1895’te çekilen ve dünyada ilk sinema filmi olarak kabul edilen “Bir Trenin La Ciotat Garı’na Gelişi adlı filmdir. Görüyorsunuz ya, sinemanın icadından bir sene sonra ecdadımız sinemayı bu topraklara getirmiştir.

“Medeniyet” dediğimiz tek dişi kalmış canavar bu yıllarda da kendisini göstermiş, Amerikan film şirketlerinin sinema salonlarımızı satın alarak sadece kendi filmlerini oynatmak istemeleriyle evlerde televizyonun yaygınlaşmasıyla 1980’lerin sonunda Türk sineması ilk büyük kriz dönemine girmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde millî sinema

1896’dan itibaren daha çok yabancı ve gayr-i Müslimlerin nispeten daha az sayıda seyirciye oynattıkları sinema filmleri izleyiciye ulaşmıştır. Türkiye’de halka açık ilk sinema, 19 Mart 1910’da, İstanbul Şehzadebaşı’nda “Millî Sinema” adı altında faaliyete geçmiştir. O zaman İstanbul Sultanisi’nde gösterimler düzenleyen ekip, maddî imkân bularak ikinci Türk sineması olan Ali Efendi Sinemaları’nı açmıştır.  

1914 yılına gelindiğinde, İstanbul’da, bugünkü Yeşilköy yakınlarında bulunan Ayastefanos Rus Abidesi’nin yıkılması kararlaştırılmış ve bunu da bir filme çekme fikri ortaya çıkmıştır. Bu fikir ile birlikte Avusturya’dan bir film ekibi davet edilmiş, daha sonra bu filmi bir Türk’ün çekmesinin daha münasip olacağı düşünülmüştür. Bu iş için de o sıralarda Osmanlı ordusunda görevli olan Asteğmen Fuat Uzkınay uygun görülmüş ve Avusturyalı film ekibi tarafından Fuat Uzkınay’a film çekimi ile ilgili teknik bilgiler verilmiştir.

Kısa bir eğitimin ardından, 4 Kasım 1914 günü Fuat Uzkınay tarafından çekilen “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” filmi, bir Türk’ün çektiği ilk film olarak tarihe geçmiştir. 150 metrelik bir belgesel olarak çekilen filmin ne yazık ki günümüze hiçbir kopyası ulaşmamıştır.

Türkiye’de sinemanın kurumlaşmasının Birinci Dünya Savaşı döneminde gerçekleştiğini söylesek yanılmış olmayız. Müttefik Alman ordularının filmleri bir propaganda unsuru olarak ve askerlerin eğitimi için kullandığını gören dönemin Osmanlı İmparatorluğu Başkumandan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa, sinema olgusunun önemini fark etmiş ve Enver Paşa’nın direktifleri doğrultusunda Almanya’daki Ordu Sinema Kolundan esinlenilerek 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi (MOSD) kurularak Türk sinemasının kurumlaşmasının temelleri atılmıştır.

MOSD’un kurulması ve takip eden dönemde çekilen belgeselden ziyade hikâyeli filmler, millî sinema tarihi için en önemli gelişmelerindendir. 1916 yılında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti, aldığı bir kararla sinema çalışmalarına başlamıştır. Almanya’dan getirttiği aletlerle film çekimlerine başlayan cemiyet, savaştan görüntülerin de yer aldığı haber filmi niteliğinde filmler hazırlamıştır.

İçinde bir hikâye barındıran ilk Türk filminin ise, her ikisi de 1917’de Müdafaa-i Milliye Cemiyeti tarafından çekilen “Pençe” ve “Casus” adlı filmler olduğu konusunda tartışmalar bulunmaktadır. Aslında Türk sinemasında ilk konulu film denemesi “Leblebici Horhor Ağa” olmasına rağmen film oyunculardan birisinin ölmesi üzerine film tamamlanamamıştır. İkinci film ise “Himmet Ağa’nın İzdivacı” olmasına rağmen, filmin oyuncuları Çanakkale Savaşı’na katıldıklarından dolayı çekimler ancak 1918 yılında tamamlanmıştır.

Türk sinemasında ilk komedi filmi serisine ise 1917 yılında başlanmıştır. Yönetmenliğini Hüseyin Şadi Karagözoğlu’nun yaptığı “Bican Efendi Vekilharç” isimli 1917 yapımı Türk komedi filmi büyük ilgi görünce, 1921 yılında “Bican Efendi Mektep Hocası” ve aynı yıl içerisinde “Bican Efendinin Rüyası” isimli Türk komedi filmleri çekilerek gösterime girmiştir.

Yönetmenliğini Ahmet Fehim’in yaptığı 1919 yapımı “Binnaz” filmi, afişi basılarak yurt dışına satılan ilk Türk filmidir. Dram türündeki filmin uzunluğu 45 dakikadır. Ülkemizde sinemanın bir sektör hâlini alması ise 1922’ye rastlar. Bu dönemde özel teşebbüs devreye girer ve Türkiye’nin ilk özel film şirketi olan Kemal Film, Kemal Seden tarafından İstanbul’da kurulur.

1923-1960 yılları arasında Türk sineması

Bu dönemde ilk sesli film, ilk kısa metraj filmler ve dönem filmleri çekilmiştir. Cumhuriyet’in ilânıyla beraber toplum yapısında ciddî bir değişim yaşanmıştır. Toplumun hemen her alanında köklü değişiklikler gözlenmiştir. En önemli gelişme olarak kuşkusuz Türk Sineması Cemiyeti tarafından düzenlenen yarışmayı sayabiliriz. Yarışmada Şakir Sırmalı’nın filmi “Unutulan Sır”, en iyi film seçilmiştir. 1949 yılında çekilen “Çığlık”, ilk Türk korku filmi olarak tarihe geçmiştir. Cumhuriyet’in ilânından 1950’li yıllara kadar olan dönemde tiyatronun yıldızı sinemaya nazaran daha fazla parlamış, tiyatroda gerek seyirci, gerekse yeni salonlar açısından büyük ilerlemeler kaydedilirken sinema alanında nispeten daha temkinli adımlar atılmıştır.

Tabiî 1939 ile 1945 yılları arasında cereyan eden İkinci Dünya Savaşı’nın tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sanat dallarını olumsuz yönde etkilediğini belirtmemiz gerek. Türk sineması, İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği 1945 yılından sonra film üretimini arttırmıştır. Önemli gişe gelirleri getiren Mısır filmleri, Amerikan filmleri ve Türk sinemasının kendi köklerinden kaynaklanan edebiyat uyarlamaları ve tarihsel filmler, belirli bir sinema anlayışını beraberinde getirmiş ve sonraki yıllardaki üretimler bu ana temalar üzerinde hareket etmiştir.

Özellikle 50’li yıllardan sonra Türk sinemasında gözlemlenen ilginç özelliklerinden biri, piyasa romanı olarak adlandırılan romanların filme çekilmesidir. Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Esat Mahmut uyarlamalarını örnek olarak rahatlıkla sayabiliriz. Bu tür filmler, özellikle dönemin İstanbul’unun gündelik hayatını şekilsiz modernleşmeci bir tarzda ele alan filmlerdir. 1950 ile 1960 yılları arasında iyice yaygınlaşan roman uyarlamaları, Türk sinemasında izler bırakmıştır. Bu arada 1953 yılını es geçmemek gerekiyor: “Halıcı Kız” filmi, çekilen ilk renkli Türk filmi olarak yerini almıştır.

Yalnız bu dönem, aynı zamanda eleştiriye muhtaç olan bir dönemdir. Türk sineması, belirttiğimiz zaman diliminde birkaç istisnanın dışında ne yazık ki içi boş öyküler, hiçbir kalıcı sinema dili olmayan, fotokopi gibi çoğaltılmış senaryolarla, romanlardan aşırılmış repliklerle, yeteneksiz oyuncu ve yönetmenlerin yer aldığı bir komedi, bazen de acıklı bir melodrama benzer.

Sinemanın çok büyük bir maddî yatırım gerektirmeyen iyi bir kazanç kapısı olduğunu sezen girişimciler, Yeşilçam Sokağı’nın çevresini film yazıhaneleriyle doldurmuşlardı. Filmin iyi bir gişe yapmasının en kolay yolu, başarılı olmuş filmlerin taklit edilmesiydi. Yetişmiş insan gücünün ve teknik cihazların eksikliği bile film üretiminin artışına engel olamadı. Kötü kalpli zenginler, iyi kalpli yoksul kızlar ve delikanlılar, namus uğruna işlenen cinayetler, kötü yola düşen ama özünde merhametli mağdurlar gibi klişeler gitgide yerleşti.


1961-1970 yılları arasında Türk sineması

Sinema tarihimizin ikinci yarışması bu dönemde, “İstanbul Yerli Film Yarışması” adı altında yapılmıştır. Ayrıca kapalı sinemaların hayata geçirilme fikri bu yıllarda iyice ağırlık kazanmış ve renkli film uygulamasına hız verilerek Türk sinema tarihindeki en büyük aşamalardan biri kaydedilmiştir. Üretilen film sayısının sekiz yüzlü rakamları bulduğu bu dönemde yaşanan tüm bu gelişmelerin ışığında, 1963 yapımı “Susuz Yaz”, uluslararası alanda yapılan sinema festivallerinde ödül alan ilk Türk filmi olmuştur.

İtiraf etmemiz gerekirse, uzun yıllar sanat olarak yeterince ciddiye alınmayan ve oluşum sürecini 1950 ile 1960 yılları arasında tamamlayan Türk sineması, 1960’lı yılları ulusal bir sinema arayışı içerisinde geçirir. Türk sinemasının üretim verimliliğinin en üst noktaya çıktığı yıllar olan 60’lı yıllar, aynı zamanda da düzeyli ve kaliteli Türk filmlerinin birbiri ardına vizyona girdiği, ulusal kimliğe büründüğü yıllardır.

1950’li yıllardan itibaren düzenli bir artışa geçen yerli film üretimi, seyircinin artan talebi karşısında 60’lı yıllarda da yükselişine devam etmiştir. Türk sineması 1963’ten itibaren renkli film üretmeye başlamıştır. 1967’den itibaren hızla artan renkli filmler piyasaya hâkim olmuştur. Türkiye’de 1960’lı yılların bir diğer özelliği de Türk sinemasının Amerikan sinemasının önünde olmasıdır. 1960’lı yıllarda sinema giderek daha kârlı bir sektör hâline gelince yeni yapımcıların ortaya çıkması da kaçınılmaz olmuştur. Örneğin 1966 yılında Türk sineması 241 filmle dünya uzun metraj film üretimi sıralamasında 4’üncü sırayı almaktadır. Yapım, üretim ve dağıtım gücü hesaba katıldığında, 1960’lı yıllar, Türk sineması için altın bir çağ olarak kabul edilmektedir.

Bu arada 1960 Darbesi’ne gelene kadar Türkiye’de yıllık film üretimi sekseni bulurken, cunta, ülkemize olduğu kadar sinema sektörüne de darbe vurmuştur. Darbe ve hemen sonrasındaki birkaç yıl boyunca Türk sineması durağan bir döneme girmiş, film üretimi noktasında baskı ve sansür nedeniyle birtakım sıkıntılar yaşamış, darbenin etkileri zamanla dindikçe yeniden bir ivme yakalamıştır.

Peki, bu dönemin filmleri mükemmel midir? Filmler iyidir iyi olmasına da sektörün en büyük zaafı, klişelerden yakasını bir türlü sıyıramamış olmasıdır. Sektör bu yıllarda maalesef gişede iş yapan filmlerin tekrarı gibi bir hataya düşmeye devam etmiştir. Bu da özellikle filmlerin niceliğini olmasa da niteliğini olumsuz yönde etkilemiştir. Böyle bir döngüde tutan filmler model oluşturmuş, risk almamak adına benzer filmler peş peşe çekilmiştir. Konuların, olay örgülerinin tekrarına ve tipleşen yıldız oyunculara dayanan bu sistem, kendi anlatı yapısını ve izleyici kitlesini oluşturmuştur.

1971-1980 yılları arasında Türk sineması

1970’li yıllardaki Türk sinemasının yapısal gelişiminde dış etmenlerin rolü iç etmenlerden daha fazladır. Türkiye’de 1971-1980 yılları arasında geçen süre zarfında, başta siyâsî ve ekonomik alanlarda olmak üzere birçok konuda köklü değişiklikler olmuştur. Büyük siyâsî, iktisadî ve sosyolojik değişimler her sektörü olduğu gibi sinema sektörünü de derinden etkilemiştir. Televizyona artan ilgi kitleleri sinemadan uzaklaştırmış, sinema salonları kapanmaya başlamış, çeşitli furyaların etkisiyle filmlerin kalitesi düşmüş, sinema sektörü daralma sürecine girmiştir.

1977 yılında Türk sinemasına yasal düzenlemeler hazırlamak, yurt dışında film haftaları düzenlemek, yurt dışındaki festivallere katılacak filmlerin altyazı kopyalarını üretmek gibi görevleri yerine getirmesi maksadıyla Kültür Bakanlığı’na bağlı Sinema Dairesi Başkanlığı kurulmuştur.

70’li yıllardaki Türk sinemasını doğru bir şekilde değerlendirebilmemiz için yapıyı oluşturan dört ana unsura odaklanmamız gerekir. İlki, ülkede yükselen politik söylemlerin sinemaya yansıması ve politik içerikli filmler yapılmasıdır. Bu dönemde hem sağ, hem de sol kesim kendi kahramanlarını üretmiş, onların peşlerinden gitmiş, sinema salonlarını hıncahınç doldurarak benimsedikleri politik figürlere bir nevi sahip çıkmıştır.

İkincisi, bu dönemin “komedi filmlerinin yükseliş dönemi” olarak bilinmesi gerektiğidir. Ertem Eğilmez’in artık bir klasik hâline gelen Hababam Sınıfı serisini en başa koyarsak, bu dönemde çekilen sinema filmleri, komedi filmlerinin yüz akı olmuştur.

Üçüncü önemli husus, bu dönemin erkek jönlerin ve kadın başrol oyuncularının kendi seyircisini oluşturdukları bir dönem olduğudur. Dördüncü hususa hiç değinmek istemiyorum. Sinema tarihimizde kara bir leke olarak adlandırabileceğimiz, çok af edersiniz, kırmızı noktalı filmler dönemidir bu dönem ki rezillik ve kepazelik, sektörü fecaat bir duruma sürüklemiş, normal filmler çekilmez olmuş, sektör çalışamaz hâle gelmiştir.  

70’lerin sonları, Türkiye’de her eve televizyonun girmeye başladığı dönemdir ve bu durum sinemayı olumsuz yönde etkilemiştir. Yetmişli yılların başları Türk sinemasının yüz akı olurken, yetmişlerin sonları malûm nedenlerle en bunalımlı yıllar olarak tarihe geçer.

Büyük siyâsî, iktisadî ve sosyolojik değişimler her sektörü olduğu gibi sinema sektörünü de derinden etkilemiştir. Televizyona artan ilgi kitleleri sinemadan uzaklaştırmış, sinema salonları kapanmaya başlamış, çeşitli furyaların etkisiyle filmlerin kalitesi düşmüş, sinema sektörü daralma sürecine girmiştir. 

1981-1990 yılları arasında Türk sineması

Bu dönemde siyah beyaz filmler tarihe karışmıştır. Yabancı romanlar ve yapıtlar Türkçeye çevrilerek filme dönüştürülmüştür. Ancak yine bir ihtilâl ile başlayan 1980’li yıllar, ne 12 Eylül öncesinde, ne de sonrasında Türk sinemasının içinde bulunduğu duruma olumlu bir katkı sağlamamış, toplumsal ve siyasal ortamın bir sonucu olarak daha fazla ağırlık ve sorun getirmiştir. Çok şükür, 70’lerin sonlarındaki ahlâka mugayir film furyası bu dönemde sona ermiş, ancak bu sefer de arabesk film furyası başlamıştır.

Arabesk müziği seven biri olarak filmlerini yadırgamamın sebebi “müzikalite” olarak anlaşılmasın ne olur! Buradaki asıl sorun, müziğinden ziyade filmin kalitesi ile ilgilidir. Bu dönemde bir sinema filmi yapmanın formülü oldukça basittir. Kaseti çok satan bir arabeskçiye başrol teklif edilir, klişe bir senaryo ile arabeskçimiz esas oğlanı, güzel bir kadın aktris de sevdiği kızı oynar. Filmin ortalarına doğru sevenlerin arasına birtakım yanlış anlamaların sonucu kara kedi girer. Filmin içinde arabesk yıldızımız tarafından çok satan kasetinin tamamına yakını seslendirilir. Film bazen mutlu, bazense mutsuz sonla biter…

Bu zihniyet ve birbirinin kopyası niteliksiz filmler yüzünden sektör, kalite anlamında çok şey kaybeder. Bu arada enteresan bir dipnot ise 12 Eylül darbe yönetiminin arabesk filmleri sevmesidir. Bu filmler bilinçli olarak topluma özendirilmiştir. Çünkü özgürlüklerin kısıtlandığı, toplumsal kaygıların ağır bastığı entelektüel filmlerdense bireysel konuların işlendiği arabesk filmler, darbeci zihniyetten kabul görmüştür. Bu dönemin artı yönü ise, özellikle Turgut Özal döneminde devletin yerinde müdahalelerle sinema sektörünü düzenlemesi, yeni bir yapı oluşturmasıdır. 1986 yılında sinema, Video ve Müzik Eserleri Yasası çıkartılmıştır. Film festivalleri kendi seyirci kitlesini yaratmaya başlamış, Türk filmleri yabancı festivallerde yarışıp ödüller kazanmaya başlamıştır.

Her zaman olduğu gibi, ülkenin içinde bulunduğu iktisadî, hukukî ve siyâsî süreçler Türk sinemasına yansımıştır. Ülkenin artan ithalatı sayesinde yaşadığı teknik devrim, görsel iletişim araçlarında belirgin değişimler yaşanmasına sebep olmuştur. Bu dönemde video piyasası oluşmuştur. Sinema seyircisi aileden bireye dönüşmüş, 80’lerin sonlarına doğru yıldız sistemi çökmüş, başrol oyuncusuna göre belirtilen filmlerden yönetmenine göre anılmaya başlanılan sinemaya bir dönüşüm gerçekleşmiştir.

Bu arada “medeniyet” dediğimiz tek dişi kalmış canavar bu yıllarda da kendisini göstermiş, Amerikan film şirketlerinin sinema salonlarımızı satın alarak sadece kendi filmlerini oynatmak istemeleriyle evlerde televizyonun yaygınlaşmasıyla 1980’lerin sonunda Türk sineması ilk büyük kriz dönemine girmiştir. Yapımcı firmalar bir bir kepenk kapatmış, seyirci vurdulu kırdılı filmlere alışmış, salonlar Amerikan filmleriyle dolup taşmıştır. Bunun sonucunda da maalesef Türk filmlerine olan ilgi iyice azalmıştır.

1990-2000 yılları arasında Türk sineması

Huzurlarınızda tüm kaosuyla 90’lar!

Türk sinema sektörü 90’lı yılları kriz içinde karşılamıştır. Bu süreçte neredeyse yılda on filmden az yapım üretilmiştir. Sinemalar birer birer kapanmış, özel televizyonlar peşi sıra açılmıştır. 1995’ten sonra sırasıyla video, VCD, DVD formatları yaygınlaşarak alternatif izleme alanları ortaya çıkmıştır. 90’lı yıllarda genç bir yönetmen kitlesi belirmiş, önceleri kısa filmlerle ve senaryolarla hayatını geçindiren bu kuşak, daha sonra çektikleri nitelikli filmlerle Türk sinemasına yeni bir soluk getirmiştir.

90’lar, yıl bazında çekilen sinema filmi sayısı itibariyle diğer dönemlere kıyasla aslında üretken olmayan bir dönemdir. Amma velâkin sinemada yeni bir dilin oluştuğu bir zaman dilimidir doksanlar. 90’lı yılların en önemli yanlarından biri de kendi kişisel dünyalarını daha küçük ölçekli öyküler ve filmlerle anlatmak isteyen yönetmenlerin artık belli bir düzey tutturan yapıtlarla seyirci önüne çıkmalarıdır. Yeşilçam, birbirinin kopyası filmlerle ilk zamanlar geniş izleyici kitlesine ulaşsa da zaman içinde etkisini yitirerek geniş yığınları sinemadan uzaklaştırmışken, 90’larda ortaya çıkan bu yeni dönem, Türk sinemasının gidişatında çok önemli bir noktada durmaktadır.

80’li yılların sonundaki krizin ardından başlayan bu yeni dönemde, Türk sinemasının bugünkü dinamikleri şekillenmiş ve Türk sinemacılar dünya sinemasında da seslerini duyurmaya başlamışlardır. 90’lı yıllar, artan bağımsız filmlerin ve de yönetmenlerin de etkisiyle sanat filmi ile ticarî filmlerin ayrışmaya başladığı, yeni bir sinema dilinin araştırıldığı bir dönem olmuştur. Yeşilçam’ın son bulmasıyla kalıplarından kurtulan yerli sinemanın bu dönemde özgünleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz.


2000’li yıllardan günümüze Türk sineması

İnternetin yaygın bir hâle geldiği, sektörün kurumsallaşma sürecinin olgunlaştığı dönemler, 2000’li yıllar ve sonrasına rastlıyor. 2000’li yıllardan sonra ve günümüzde Türk sinemasında bariz bir değişim yaşanmaya başlamıştır. Artık sinemadaki tip ve karakterler Yeşilçam’dan farklıdır. Belli bir iyi, belli bir çıkış ve belli bir ideal tipin aksine, yeni sinemada hiçbir ideal tip ve model bulunmamaktadır. İyilerin içinde kötülük, kötülerin içinde iyilik olabilmektedir anlayacağınız. Kadın imgesi değişmiştir ve artık erkek egemen bir gözle oluşturulan, erkeğe bağlı iyi kadın kötü kadın kalıpları yerine kendi ayakları üzerinde durabilen, kadın gözüyle oluşturulmuş bir kadın söz konusudur. Yine yönetmenin kendini özgürce ifade edebildiği, eski kalıp ifade ve temalardan uzak bir “yönetmen sineması” oluşmuştur.

Sinemacıların anlatımlarında belirgin değişiklikler gözlemlenmeye başlamıştır. Türk filmlerinin teknik düzeyi dünya standartlarını yakalamış, sektöre sinema okullarından yetişmiş eğitimli gençlerin hâkim olmaya başladığına tanık olunmaktadır. Ayrıca Türk filmlerinin bütçeleri milyon dolarlık, seyirci sayıları da milyonlu rakamlara ulaşır olmuştur. Tabiî ki tüm dünyada olduğu gibi ülkemizi de etkisi altına alan Koronavirüs Salgını hayatın pek çok alanını olduğu gibi sinemayı da vurmuştur. Sağlık Bakanlığı’nın haklı ve yerinde tavsiyeleri ile sinema salonları kamu sağlığı nedeniyle kapatılmış, dijital plâtformdan yayın yapan kanallar daha çok tercih edilmeye başlanmış, sinema ve televizyon kültürü radikal bir şekilde değişmiştir. Biz yine de olabildiğince salgın öncesine odaklanalım ve sektörün en kısa sürede kendisini toparlayacağına dair inancımızı yineleyelim.

Burada 2004 yılına ayrı bir parantez açmak istiyorum. Çünkü 2004 yılında, 5224 sayılı Sinema Filmlerinin Değerlendirilmesi ve Sınıflandırılması ile Desteklenmesi Hakkında Kanun çıkarılmış, bu yasa Türk sineması için bir dönüm noktası olmuştur. Film üretiminde ve seyirci sayılarında böylece artış yaşanmıştır. 2005 yılında 30 milyona yaklaşan seyirci sayısı 2019 yılında 59 milyonu aşmıştır. 2019 yılında sadece gişe gelirleri 976 milyon TL’lik büyüklüğe ulaşmış, film sektörünün toplam büyüklüğü 7 milyar TL’yi aşmıştır. Ancak daha önce de ifade ettiğim gibi, Koronavirüs Salgını nedeniyle geçtiğimiz yıl ve bu sene rakamlar düşüş eğilimindedir.

Koronavirüs Salgını nedeniyle her ne kadar gişe rakamları ile film sayısı azalsa da üretimdeki çeşitlilik ve uluslararası arenada kazanılan ödüller sinemamız için umut verici bir tablo oluşturmaktadır. Peki, bu noktaya nasıl gelindi? Dilerseniz hep birlikte yakından göz atalım…

Öncelikle toplum yapısı değişti. Genç nüfusun oranı arttı. Bu da sinemaya olumlu yansıdı. Günümüzdeki sevindirici gelişmelerden bir tanesi, 80’li ve 90’lı yıllara nazaran yerli sinemaya olan ilginin ciddî oranda artması ve ülkemizin Avrupa ülkeleri arasında yerli yapımların en çok izlendiği ülkelerden biri hâline gelmesidir. Sinemaya ilgi arttıkça sinema üzerine daha çok yazılıp çizilmeye başlanmış, bu anlamda eğitim veren okulların sayısı artmış, çeşitli kurslar ve atölyeler açılmıştır. Son dönemde Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla okullarda öğrenciler arasında kısa film yarışmaları düzenlenmeye başlanmış ve bu şekilde sinemaya karşı bir teşvik oluşturulmuştur.

Öte yandan yerli film sayıları, izleyici sayıları, sinema salon sayıları ve devlet desteği artmış, Hollywood filmlerinin izlenme oranı düşmüş ve yerli yapımlar ön plâna çıkmıştır. Yurt içinde durum böyleyken, yurt dışında da Türk filmleri festivalden festivale koşarak ödüller almaya ve Türk sineması da dünyaya sesini duyurmaya başlamıştır.

İçinde bulunduğumuz döneme “Yeni Türk Sineması Dönemi” de deniliyor. Bu dönemin her ne kadar 2000’li yılların başlarında başladığı kabul edilse de bazı otoriteler başlangıcı 90’ların ikinci yarısına kadar götürüyor. Bu sinema türü daha çok genç kuşak yönetmenler tarafından oluşturulan, daha bireysel filmlerin yapıldığı, özel görüntü, ses efektleri, dinamik kamera gibi yeni biçimsel özelliklerin kullanıldığı, kültür endüstrisinin televizyon, reklâm, müzik gibi kollarından yararlanan ve kendi içinde popüler sinema ve sanat sineması ayrımını barındıran bir sinemadır. Yeni Türk Sineması ile beraber izleyici davranışları köklü olarak değişmiş, genel seyirci sayısındaki artışın yanı sıra yerli seyirci sayısı da artmış ve Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında yerli yapımların en çok izlendiği ülke hâline gelmiştir. Türk sinemasına yazılı ve görsel basında geçmiş zamanlara nazaran daha fazla yer verilmeye başlanmış, filmler üzerine çıkan tartışmaların yanı sıra yönetmenlerle yapılan söyleşiler artmış ve film eleştirilerinin özellikleri yapısal olarak değişmiştir. Ödül sistemleri tamamen farklı bir yörüngeye girmiş, daha önceki dönemlerde film yapmaya başlayan insanların büyük ödül almaları nadiren görülen bir durumken artık genç yönetmenlerin filmlerine verilen ödüller de meşrulaşmıştır.

Ayrıca yapımcılık sistemi tamamen değişmiş, daha önceleri tamamıyla yapımcıya bağlı olan sistem kırılmış, yönetmenler artık kendi yapımlarını bizzat organize etmeye başlamış ve yapımcı, yönetmen tarafından kullanılan teknik bir elemana dönüşmüştür. Sinemacı yetiştirme anlayışı ve usta-çırak ilişkisi bitmiş, her yönetmen kendi kendini yetiştirmeye başlamıştır. Hattâ birçok yönetmen bu durumu sınırlarımızın dışına taşıyarak dünya çapındaki isimlerden ya da fikirlerden etkilenerek filmler yapmıştır. Bu anlamda “Yeni Türk Sineması döneminin yönetmenleri büyük oranda yeni kuşağın üyeleridir” diyebiliriz.

Tabiî 2000’ler sonrası sinema sektörünün bariz bir avantajı vardır. Darbe dönemine tekabül eden 80’ler ve video dönemini içinde barındıran 90’lar sonrası özellikle 2010’lu yıllarda ülke ekonomisinin iyi bir seviyeye gelmesi nedeniyle bireyler için sinemaya gitmek lüks bir ihtiyaç olmaktan çıkmış, hayatın olağan akışına uygun, günlük, sıradan, rutin bir faaliyet hâline gelmiştir. Koronavirüs Salgını nedeniyle ülke ekonomisinin bir on yıl öncesindeki gibi olmadığı aşikârdır. Ancak ekonomimizin en kısa sürede eski ivmesini yakalayacağına yönelik inancımız tamdır.

Ekonomi ile yakından ilgilenenler bilirler; ekonomi zıt parametreler üzerine kuruludur. Neyi kastettiğimi söyleyeyim…

Son dönemde sayıları iyiden iyiye artan AVM’lerden mahalle esnafı şikâyetçi. Bu hepimizin malûmu. Ama mutlu olan bir kesim var: Sinema salonları! Çünkü AVM sayılarının artmasıyla AVM içerisine konuşlanan sinemaların sayıları da arttı. Bu da beraberinde hareketlilik ve canlılık getirdi. Bu nedenle sinema salon ve perde sayıları özellikle 2000’li yıllarda ve sonrasında istikrarlı olarak artmıştır. Perde sayılarının artması ile aynı anda birden fazla film gösterilebilmekte ve bu da sinemaya erişim kolaylığı sağlamaktadır. İnsanlar AVM’leri alışverişin yanında sinema izlemek için de tercih etmektedirler. Bu anlamda sinema, sanatsal bir faaliyet olmasının yanında bir eğlence aracı olarak görülmeye başlanmıştır. Ayrıca sinema salonlarının ses ve görüntü sistemlerinin düzeltilerek fizikî koşullarının iyileştirilmesinin yanında dijital perde ve salon sayılarının artması da seyirciyi sinemaya çeken diğer etmenlerden biri olmuştur.

Dilerseniz biz yine film boyutuna dönelim ve Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde aldığı ödüllerden bahsedelim. Aldığı ödülleri (Uzak-2003 Cannes Büyük Jüri Ödülü, Üç Maymun-2008 Cannes En İyi Yönetmen Ödülü, Bir Zamanlar Anadolu’ da-2011 Cannes Büyük Jüri Ödülü, Kış Uykusu-2014 Cannes Altın Palmiye Ödülü) yalnız ve güzel ülkesine adayan başarılı yönetmenimiz, Türk sinemasının özellikle yurt dışında da isminin duyurulmasına önemli katkılar sunmuştur.

Türk sineması, insanımızı temel alan, içinde bulunduğu toplumun gerçeklerinden doğan ve yine içinde bulunduğu toplumu değiştirip dönüştürmede etkili olan görsel bir araçtır. Var olduğu günden bu yana Türk insanının sorunlarını, açmazlarını, keder ve sevinçlerini kendine özgü bir dille anlatmaya çalışmıştır. Öte yandan Türk sineması toplumu etkilediği gibi, kendisi de toplumdan etkilenmektedir.

 

Koronavirüs Salgını’nın yaşandığı dönemi saymazsak, son yirmi yıllık dönem, sayısal veriler bağlamında olumlu anlamda ciddî değişimlerin yaşandığı bir dönemdir Türk sineması için. Özellikle geçmiş yıllara nazaran yerli ve yabancı film sayılarında, seyirci sayılarında, sinema salon ve perde sayılarında ve devlet desteği miktarlarında bir artış olduğu gözlenmektedir. Yani 2000’li yıllarla birlikte günümüzde iç pazar bir anlamda yeniden canlanmış, yerli filmlere talep yükselmiş, popüler filmler kapalı gişe oynamış ve salon sayıları artmıştır. Uluslararası film festivallerinde ödülle dönen filmlerimiz de cabası…


Kaynakça

Scognamillo, G -Türk Sinema Tarihi- Kabalcı Yayınları Ankara (2010)

Arş. Gör. Sevinç, Z -2000 Sonrası Yeni Türk Sineması Üzerine Yapısal Bir İnceleme- Dumlupınar Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi Sayı: 40, Kütahya (2014)

Yavuz, D. -Türk Sinemasının 22 Yılı- Antrakt Sinema Kitaplığı, İstanbul (2012)

https://tr.wikipedia.org/wiki/Türk_sineması

http://www.otekisinema.com/populer-turk-sinemasi-nereye-gidiyor