BİR ihtiyaçtan doğan kuruluşlar,
o ihtiyacın devam ettiği zaman içinde varlıklarını sürdürürler. Yine bu
kuruluşlar, karşıladıkları ihtiyacın milletin hayatındaki yeri kadar milletin
geleceğinde de etkili olurlar. Sözü edilen ihtiyaç ve etkinin karşılığı olan
kuruluşlar, millî kuruluş sayılırlar.
Millî kuruluş ise olabildiği kadarı ile milletin tamamını kapsamakla mümkün
hâle gelebilir. Bu kapsayıcılıktan uzaklaşıldığı kadarıyla kuruluşlar da millîlik
niteliklerini kaybederek yalnızca bir klik, bir hizip hâlini alırlar.
“Türk Ocağı”, hangi ihtiyacın karşılığında ortaya çıkmıştır?
Bu sorunun karşılığı, ocağın tüzüğünde (nizamnamesi) şöyle açıklanmıştır:
“Türklerin millî terbiye ve ilmî, içtimaî, iktisadî seviyelerinin terakki ve
ilasıyla ırk ve dilinin kemâline çalışmaktadır.” Ahmet Ferit Tek, Mehmet Emin
Yurdakul, Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Yusuf Akçura, ocağın kurucularıdır. “Türk
Yurdu” adlı dergi, ocağın yayın organıdır. Ocak, İstanbul Türkçesini esas alan
bir yayın siyaseti takip etmiştir.
Ziya Gökalp sonradan ocağa katılmıştır. Gökalp, aynı zamanda İTC merkez
yönetim kurulu (merkez-i umumî) üyesi olduğundan, İTC’nin ocak içindeki sesi
kabul edilmiştir. Ancak Gökalp’e ve ocağın İTC’ye yakınlığına rağmen ocak,
İTC’ye karşı mesafesini ya da özerkliğini korumuş, Birinci Dünya Savaşı’nın
şartlarında bile İTC’nin bir yan kuruluşu gibi davranmamıştır. 1912-1931
arasında aralıksız bir şekilde Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ocak Başkanlığı
yapmıştır.
Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Derneği’nin birleşmesiyle 1912’de Türk Ocakları
kurulmuştur. Türk Ocakları, kuruluşundan itibaren (1912-1931) kamu yararına
çalışan bir kuruluş sayılmış, bu süre içinde gelip geçen hükûmetler tarafından
desteklenmiştir.
***
1931’de kapatıldığında ocak, önemli ölçüde menkul ve gayrimenkul zenginiydi.
Ocak’ın 264 şubesi ve 30 binden fazla üyesi vardı.
Ocakta Ziya Gökalp’in bulunması ve çalışmalarını Türk kültürü, edebiyatı ve
tarihi üzerine yoğunlaştırmasından dolayı özellikle İslâmî kesimin “Müslümanlar
arasında kavmiyetçilik yapmak ve fitne çıkarmakla” şiddetli eleştirileri uğramıştır.
Yine de ocak, 1926’ya kadar sorunsuz bir şekilde varlığını sürdürmüştür.
1923’te başlayan tek partili/tek adamlı yönetimle başlangıçta ocak uyum
içindeydi. Çünkü Cumhuriyet’le birlikte yönetimde Türkçülük anlayışı baskındı.
Ancak zaman içinde Türk’ün tanımı ve kültürü etrafında yönetimle ocak arasında
sorunlar ortaya çıktı.
Çünkü İkinci Meşrutiyet döneminden kalan tüzükle ocak faaliyet hâlindeydi.
Her ne kadar “Cumhuriyet idaresine ve tek partiye bağlılık” vurguları ocak
yönetimi tarafından yapılmış ise de yönetim tarafından ocağın bağlılığından
kuşku duyulmaya başlanmıştı. Bir defa ocak, Meşrutiyet döneminden kalmıştı. İTC
havası vardı ya da öyle biliniyordu. Oysa tek parti yönetimi geçmişle ilgili
kurumları tasfiye ettiği gibi, geçmişi hatırlatan bağlılıkları da zararlı
görmeye başlamıştır. Ülke yararına olan bütün kurumların tek parti ve onun
lideri ile başlamış olması, yönetimin temel tercihi olmuştur. İTC eski
yöneticilerinin 1926’da İzmir’de suikast tertip ettikleri iddiası ayrıca ocağı
şüpheli/sanık durumuna getirmiştir. Her ne kadar Ocak Başkanı Hamdullah Suphi
Tanrıöver yönetime bağlılığını göstermek için her şeyi yapmış ise de dönemin
yönetiminde oluşan İTC korkusu baskın gelmiş ve ocak kapatılmıştır.
***
İTC korkusunun dışında Türk Ocağı’nın kapatılmasının temel nedenlerinden
biri de SSCB ile tek parti idaresinin kurduğu ve korumak istediği iyi
ilişkilerdir. Ocak bütün Türklerin tarihlerini, kültürlerini, edebiyatlarını
çalışma alanı olarak seçmişken, SSCB idaresi ise kendi işgal bölgesindeki
Türkistan ve Kafkasya’yı hedef alan böyle kültürel bir çalışmayı kuşkulu
bularak Ankara Hükûmetinden bunun engellenmesini istemiştir. Hükûmetin isteği
üzerine ocak tüzüğünü değiştirmiş, çalışma hedefini yalnızca Türkiye ile
sınırlı tutmuştur.
Ancak SSCB Ankara Temsilciliği bu değişikliği yeterli bulmamış, ocak
hakkındaki kuşkularını hükûmete iletmiştir. Türkiye Hükûmeti ise ocağın
varlığını artık gereksiz, hatta zararlı görmüş ve kapatılmasını istemiştir.
Böylece Sovyetler Birliği ile kurulan iyi ilişkiler Türkçü-Turancı tezlerin
gerilemesine yol açmıştır. Sovyetlerin Ankara Büyükelçisinin girişimleri
sonunda Türk Ocakları’nın tüzüğü, “bütün Türkler” yerine “Türkiye” ile
sınırlandırılmıştır.
CHP Genel Başkanı Kemal Paşa’nın 1933’te söylediği iddia edilen, “Bugün Sovyetler
Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız
vardır; fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi,
tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde
sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye
ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir” şeklindeki sözler
hayâl ürünüdür, inandırıcılığı yoktur. Güya bu sözleri ile Türkistan ve
Kafkasya için SSCB sonrasına hazırlık yapılmasını istemiştir. Oysa SSCB’yi
memnun etmek için Türk Ocakları’nın önce tüzüğünü değiştirten, sonra da kapatan
Kemal Paşa, hiçbir zaman Türkistan ve Kafkasya için bir hazırlık
yaptırmamıştır. Sonradan onun ileri görüşlülüğünün bir örneği olsun diye Türkçü
çevrelerde böylesi hayâl ürünü cümleleri tedavüle sokulmuştur.
***
Tek parti idaresi ocağı birdenbire kapatmayı tercih etmek yerine önce onun
içeriğini, varlık sebebi saydığı “Türk kültürünü araştırmasını” tüzük
değişikliği ile ortadan kaldırmışsa da bunu yeterli görmemiştir. 1927’de
yapılan değişiklikle ocak tüzüğü, “Türk Ocakları, CHF devlet siyasetinde
beraber olduğunu” beyan eden bir değişikliğe gitmiştir. CHP hemen her şeyi,
devleti, ülkeyi, milleti kendine bağlı saydığından, Türk Ocakları’nın ayrı bir
statüde varlığını kendi iktidarı için bir kaygı nedeni saymıştır. Ocağı
doğrudan kendisine bağlı hâle getirmiştir. Zaten ocağın gayrimenkul zengini
olması da CHP idaresi için ayrı bir cazibe nedeni olmuştur.
Osmanlı döneminde Ziya Gökalp’in ocağı İTC’ye bağlı tutma ya da onunla uyumlu
hâle getirme örneğinin benzerini 1923’ten sonra ocağı doğrudan CHP’ye ve Genel
Başkanı Kemal Paşa’ya bağlı tutma işini Hamdullah Suphi Tanrıöver üstlenmiştir.
Ocak şubelerini ve delegelerini CHP’ye bağlamayı gönüllülük havası içinde
yerine getirmiştir. Tanrıöver bu çabasında en büyük yardımı Yusuf Akçura’dan
görmüştür. Akçura, Türkiye dışındaki Türklerle ilgilenmeyi “bir nevi
emperyalizm” diye adlandıracak ölçüde kendinden geçmiştir. Ancak “Türkiye
dışındaki Türklerle hiçbir şekilde ilgilenilmeyeceği” şeklindeki tüzük
değişikliği ve CHP’ye katılma kararının tüzüğe yazılması gibi çabalar ocağı
yaşatmaya yetmemiştir.
2 Nisan 1931’de Son Posta’da yer alan bir habere göre kurultay için
hazırlıklar başlamış, bir toplantıda ocakların Halk Fırkası’na devrine karar
verilmiştir. Yine bu habere göre ocaklar, tamamen canlı ve yeni bir şekilde
yapılandırılacak ve ismi de “Gençlik Teşkilâtı” olarak değiştirilecektir. Bu
teşkilâtın başına da Reşit Galip getirilecektir.
1931 Türk Ocakları Kongresi ile görünüşte ocak kendi iradesi ile CHP’ye
katılma kararı alıp kapanmıştır. Böylece fikren ele geçirilen ocak, fiilen de CHP’lileştirilerek
yok edilmiştir. O dönemde CHP devlet demek olduğundan, bu kararla ocak da devletleştirilmiştir.
***
Türk Ocakları 110 yaşına ulaştı ama 1932’de kendisini kapatan Kemal Paşa
iradesinin önünde öyle bir eğildi ki bir daha belini doğrultamadı, hiçbir özgün
tarafı kalmadı. O iradenin geliştirdiği bütün tarih, edebiyat, kültür ve toplum
tezlerinin sıkı bir propaganda yarışına girdi. Böylesi bir propagandayla 110
yılı geride bırakmış oldu. Kendini kapatan bir iradenin tez ve uygulamalarını, ayrıca
propagandasını yapmak, fâni dünyada çok az kuruma nasip olabilir. Türk Ocakları
yöneticileri bu mirasları ile bir de övünüyorlar. Sonra da “En eski sivil
toplum kuruluşuyuz” diyorlar. Kuruluş yılı olarak bu iddiaları belki öyledir.
Ancak sivillikten bir iz bulmak için çok çaba harcayanlar bile umutsuz ve bitap
düşerek sivil bir tarafına şahit olamamaktadırlar.
Kemal Paşa, 1932’de Türk Ocağı’nı kapatarak yerine halk evlerini
kurdurmuştur. Hamdullah Suphi Tanrıöver gibileri, kurumlarını kapatan iradeye
bir tek cümlelik eleştiri bile yapamayarak kendilerini inkâr etmişlerdir.
Kendini inkâr edene kim nasıl, niye saygı ve ilgi duyacaktır?
Milliyetçiliklerini Kemalizm ile takas etmişlerdir. Milliyetçilikleri altı ok
(Atatürk İlkeleri) ve Anıtkabir ile sınırlıdır.
Günümüzdeki Türk Ocağı, Hamdullah Suphi’nin yolundadır. Türk’ü tarihteki
misyonundan alıkoymaya çalışanlardandır. Türk Ocakları, kuruluş kutlamalarına
kendisini kapatanın mezarını ziyaret edip bağlılığını sunarak insan aklının
tutulma örneklerini vermiştir. Ocak bu hâliyle, halk evlerinin şubesi durumuna
gelmiştir. Belki de Kemal Paşa’nın mirasından faydalanmak için halk evlerine
katılması uygundur.
***
Ocak ikinci defa ancak 1949’da kurulabilmiştir. ABD zorlaması ile Türkiye’de
başlayan çok partili ve sendikalı toplum yaşantısının bir sonucu olarak ocağın
yeniden kurulması mümkün hâle gelmiştir. Ocak bu hâliyle 1912’de kurulan bir
cemiyetin devamından çok, 1930’larda kurulmuş bir cemiyetin devamı
görünümündedir.
Türkçülük ve milliyetçilik tezleri Kemalizm ve altı ok ile malûl hâldedir.
Halk evlerinin bir kardeş kuruluşu olmayı tercih etmiştir Türk Ocakları. Ve
ocağın bu nedenle toplumda herhangi bir ihtiyacın karşılığı olduğunu söylemeye
imkân yoktur. Geçmişini ve mirasını reddetmiş, varlığını Kemalizm’e adamış ve
sadece halk evleri gibi kuruluşlarla Kemalizm’i temsil etme mücadelesine
kendisini hapsetmiştir.
Şükrü Hanioğlu, Türkçülük, DİA, C.41,
İstanbul 2012, s.551554
Hüseyin Tuncer, Yücel Hacaloğlu, Ragıp
Memişoğlu; Türk Ocakları Tarihi, C.1, Ankara, 1998, s.213.