Türk muhalefetinin konforlu stratejisi

Parlamentoda yasama faaliyetlerini engellemek için ne yaparlardı, biliyor musunuz? Değişiklik önergesi verirlerdi. Güya değiştirilmesini istedikleri şey, bir “virgül” işareti... Fakat sayfalarca gerekçesi olurdu. Acemiliğim döneminde saf saf, okudukları gerekçeleri dinliyordum. Hani haklı oldukları bir durum varsa düzeltme yönünde bir çaba sarf edelim diye… Nihâyetinde vatandaşımız yani bize vekâlet veren insanlar zarar görecek... Bir de ne göreyim?! Gerekçeleri “kopyala/yapıştır” yapmışlar. İnsan şuna bari biraz emek verir!

BOĞAZİÇİ Üniversitesi’ndeki derslerimizde hocalarımız, itiraz ve muhalefet eden öğrencileri sürekli teşvik ederlerdi. Hocalar da, öğrenciler de herhangi bir taraf olmadıkları gibi, farklı boyutlarda bakabilmek, bir şeyler keşfedebilmek tavrıyla davrandıkları, sorular sordukları ve görüş bildirdikleri için hiçbir zaman müzakereden galip çıkma veya mağlûp olma gibi bir durum olmazdı.

Hocaların bizleri alıştırdıkları bu yöntem, başımızı çok belâya sokuyor ama hâlâ kızamıyorum. Başımızı belâya sokmasından daha çok, kazandırıyor da ondan…

Belâyâ sokmasının sebebi şu: Bulunduğumuz bütün ortamlarda zannettik ki, “İtiraz edersek makbul oluruz”. Nerede?

“Size katılmıyorum” dediğimiz anda devamını söylememize fırsat vermeden bir dayak yemediğimiz kalıyor.

Kazandırmasının sebebi ise, böyle düşünme alışkanlığı, farklı düşünceler üretme ve kanıksanmış problemleri farklı yöntemlerle çözme imkânı vermesi…

Eğer bir iş arıyorsanız ve tembelseniz, gelin, Türkiye’de muhalefet olun. Dünyanın en rahat işi! “Karşıyım” deyin, yeter!

Hava bile muhalefet olmak için o kadar kar getirir, bulut taşır, rüzgâr getirir, alçak basınç ve yüksek basınç zahmetine katlanırken, Türkiye’nin muhalefeti iki satır kitap okuyup araştırma yapmaya bile katlanamaz.

Parlamentoda yasama faaliyetlerini engellemek için ne yaparlardı, biliyor musunuz? Değişiklik önergesi verirlerdi. Güya değiştirilmesini istedikleri şey, bir “virgül” işareti... Fakat sayfalarca gerekçesi olurdu.

Acemiliğim döneminde saf saf, okudukları gerekçeleri dinliyordum. Hani haklı oldukları bir durum varsa düzeltme yönünde bir çaba sarf edelim diye… Nihâyetinde vatandaşımız yani bize vekâlet veren insanlar zarar görecek... Bir de ne göreyim?! Gerekçeleri “kopyala/yapıştır” yapmışlar. İnsan şuna bari biraz emek verir!

Eskiden beri söylenir “Emeksiz yemek olmaz” diye, ama günümüzde üretmeden muhalefet oluyor.

***

Bir çocuğumuzu, disiplin cezası uygulayarak imam-hatip ortaokulundan başka bir okula sürdüler. Ben de çocuğun yanlışıyla bu cezayı karşılaştırdım ve çocuğa hak etmediği bir ceza verildiğini gördüm.

O hâlde ne yapmam lâzım? Çocuğun hakkını savunmak…

Bir nevi, mevcût İlçe Millî Eğitim Müdürlüğüne muhalefet ediyorum… Bizim Boğaziçi’nden öğrendiğimiz muhalefet etmenin gereğini yapmam lâzım…

Kolları sıvadım. Önce işi gücü bıraktım, Millî Eğitim Bakanlığı’nın tüm disiplin yönetmeliklerini, idarenin verdiği cezayı, ilçenin onayladığı belgeleri okudum. Karşılaştırmalı olarak inceledim. Analiz ettim. Bu bilgilerle insanî, idarî, hukukî ve siyâsî süreci başlattım. Rehber öğretmeniyle görüştüm. Hoca Hanım’ın eğitim ve mantıkla falan pek alâkası yoktu, ben de direkt İlçe Müdürlüğünü aradım. Onlardaki vaziyet de aynı…

Bölge İdare Mahkemesi’ne müracaat edilmesinden başka bir alternatif görünmüyordu. Çocuğunsa böyle bir şansı yoktu. Ailenin bu süreçlerin işletilmesiyle ilgili imkânları da sınırlıydı. Baba iş sorunu yaşıyordu. Avukat arkadaşım gönüllü olarak dâvâyı üstlendi. Dâvâ dosyasına konulabilecek belgeleri hazırladım…

Bu arada herhangi bir Millî Eğitim bürokratından çok daha iyi bir şekilde disiplin mevzuatına hâkim olduğumu söyleyeyim.

Arkadaşım dâvâyı açtı ve elbette sonuç aldık. Yavrumuz eski okuluna gönderildi.

Şimdi soruyorum: Türkiye’deki hangi muhalefet bir çocuk için bu kadar uğraşır? İktidar partisinin bir mensubu olarak bile Millî Eğitim Disiplin Mevzuatı hakkında söyleyebileceğim o kadar çok şey var ki... Bir de muhalefetin bunu yaptığını düşünün; hem problemlerden ve işleyişten haberi olur, hem de iktidar ihtimâli çıktığında iktidara gelir gelmez yapacağı işler önünde olur, ertesi gün icraata başlar.

3 Kasım 2002’de AK Parti bunu yapmıştı! 3 Kasım’dan önce, bizim hükûmet programımız bile hazırdı. Bırakın parti yönetimini, bir milletvekili olarak üçer aylık dilimler hâlinde arkadaşlarımla beraber plânlarımızı hazırlamıştık. Bu sayede 5 yılın sonunda gelmeyi hedeflediğimiz noktaya 3 yılın sonunda fazla fazla gelmiştik!

Peki, muhalefet niçin böyle yapmıyor?

“Biz muhalefetiz, ne yapabiliriz ki?” gibi akıl ve mantıkla açıklanamaz bir sığınakları var.

Akıl ve mantıkla açıklanamamasının sebebi şu: Kardeşim, düşünmek için, araştırmak ve yazıp çizmek için, beyin fırtınası için iktidara mı gelmek lâzım? Her türlü bilgi ellerinin altında. Bilgi Edinme Hakkı Kanunu bu işler için var. İstatistiklerinden soru önergeleriyle alınan bilgilere kadar öğrenilemeyen hangi bilgi var? Yeri geliyor, bakanlar tek tek ziyaret edip bilgi veriyorlar.

Çalışmayanlara bu millet niçin iktidar versin? Bir tek hâdise dışında muhalefet, yerelde ve genelde bu yolla iktidar elde edemedi. O istisna da İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye seçimleridir. İpe sapa gelir bir tek proje, bir tek eleştiri (yalan ve iftira “eleştiri” değildir) ve bir tek çözüm önerisi yok!

Şimdi bana diyeceksiniz ki, “Yahu Lokman, işin gücün yok mu da muhalefetle uğraşıyorsun? Adamlar düşmüşler düşecekleri kadar, bir de sen uğraşma!”.

Benim iki derdim var ki, ilki şu: Muhalefet biraz düşünüp araştırınca, yazıp çizince, projeleri falan inceleyince Hükûmet ile aynı noktaya geliyor. Çünkü aklın yolu bir!

Diğer derdim de şu: Tembellik bulaşıcıdır. Tembelliğin salgın hâline dönüşüp iktidara da bulaşmasını istemiyorum. Muhalefetin bir çalıştığını gören Hükûmet, eminim 10 katı çalışır.

Görüldüğü gibi, kötü bir niyetim yok. Ben de vatandaş olarak arayı kızıştırıp (!) kârlı çıkmaya çalışıyorum…