Türk mitolojisi: Bozkırın yağız savaşçıları

Muhteşem ve derin bir geçmişe sahip olan Türkler, dünyanın en eski milletlerindendir ve destanlar bakımından çok zengindir. Destan şartlarına sahip olmuş her milletin bir destanı varken, Türklerin yaşamı birden fazla millî destan içinde dile getirilmiştir. Bunun sebebi ise, Türklerin millî yaşamının ve tarihî olaylarının bir destana sığmamasıdır.

TÜRKLERİN tarih arenasına çıkışı noktasında kutsal metinler, Hazreti Nûh’un duâ ettiği ve övdüğü oğlu Yafes’in, bütün Türk boylarının atası olduğunu belirtir. Bu çerçevede büyük iltifatlara mazhar bir millet olan Türkler, Yafes’in sulbünden yeryüzüne dağılmış ve dünyaya en çok yayılan millet olma özelliğine sahip olmuştur.

Diğer yandan, cihanda en çok devlet kurma imtiyazını ellerinde bulundurmakla birlikte, tarihin her noktasında varlığına rastlanır bir millet olarak ilk izleri Kuzey Asya’daki Sibirya steplerinde gözlenir.

Tarih boyunca yiğitlikleri ve kahramanlıkları ile ön plâna çıkan Türkler için bu çerçevede mitlerini oluşturan destanlar, önemli bir etkendir. Böylece Türk mitolojisinin omurgası, “destanları” olmuştur.

Destan, kelime anlamı olarak çok geniş bir yelpazeye sahip olmakla birlikte, “tarihî kahramanlar veya kahramanlıklar için söylenen manzumeler” olarak değerlendirilebilir. Daha geniş bir anlamda ise, bir milletin tarih öncesi veya tarihinin teşekkülü sırasında vücût bulan efsanelerden ve bu efsanelerin kahramanlarından bahseden dinî-efsanevî manzumelerdir.

Yine destanlar, henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış, milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan sözlü edebiyat ürünleridir.

Destan türü edebî eserler; doğal afetler, göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir. Önemli bir özellik olarak destanlar, tarihsel süreç içerisinde üç evreden geçtikten sonra bu hüviyete erişirler: (1) Destansı ruhlu milletin çeşitli süreçlerdeki mücadelelerini halk şairleri/ozanlar ufak parçalar hâlinde söyler. (2) Milletin tamamını ilgilendiren bir olay, destan parçalarını bir merkezde toplar. (3) Son olarak, millet içerisinde büyük bir mânevî hareket olur ve o esnada çıkan aydın bir halk şairi, bu parçaları toplayarak millî destanı meydan getirir.

Destanlar karakteristik özellikler bakımından ise genellikle manzum ve anonimdirler. Az olmakla birlikte, nazım-nesir karışımı olan destanlar da vardır. Destanlarda olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir. Kahramanlar olağanüstü özelliklere sahiptirler. Tarihî ve sosyal olaylardan doğan destanlar genellikle yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temaların işlendiği eserlerdir.

Destanlar pek çok mitolojik unsuru içinde barındırmakla birlikte, ferdî eserler değildirler. Doğal olarak konularını ve konu etrafındaki kahramanlarını ve bu düzlemdeki maceralarını milletin kolektif hayâli meydana getirir. Bu sebeple de yüzlerce beyitlik destan, yıllar sonra karşımıza binlerce beyitlik destan olarak çıkabilir. Destanlar halk arasında gördüğü ilgiyle doğru orantılı olup, beyit sayıları da bu orantıda artış gösterebilir, fakat azalmaz.

Türk destanları

Muhteşem ve derin bir geçmişe sahip olan Türkler, dünyanın en eski milletlerindendir ve destanlar bakımından çok zengindir. Destan şartlarına sahip olmuş her milletin bir destanı varken, Türklerin yaşamı birden fazla millî destan içinde dile getirilmiştir. Bunun sebebi ise, Türklerin millî yaşamının ve tarihî olaylarının bir destana sığmamasıdır.

Şekillendiği coğrafya bakımından Türk mitolojileri, aslında yerleşik bir hayat sürmeyen Türklerin anayurdu olarak bilinen Orta Asya’dadır. İlk zamanlardan başlayarak geniş bir coğrafyaya yayılan Türkler, kültürlerini de bu uzak noktalara eriştirmişlerdir. Son düzlemde, şekillenme bakımından Türk mitolojisi, Orta Asya’dan başlayarak Avrupa’ya yayılan Türklerin orada oluşturduğu destanlarla devam ederken, İslâmiyet’in kabulünden itibaren cihat, fetih ve akın şuuru ile Anadolu’ya kadar nüfûz ettiği sahada yeni destanlar vermiştir.

Türk tarihinin ilk elden kaynaklarını Çin yıllıkları oluşturur. Bununla beraber bilinmesi gereken kaynak çeşitliliği esası, sözlü ve yazılı kaynaklar ve ek olarak arkeolojik buluntulardır.

“Türk” adının geçtiği ilk kaynaklara bakıldığında, Türklerin tarihe yön verecek kadar faâl ve güçlü bir millet olduğu görülmektedir. Savaşçılık ve kahramanlıkta ön plâna çıkan Türk milleti, ne yazık ki erken dönem tarih yazıcılığında zayıf kalmıştır. Bu sebeple Türklerin tarih sahnesine ilk çıkışları, ancak başka bir milletle ilk etkileşimleri sayesinde o tarihler civarı olarak belirlenmiştir.

Kendi kaynakları esasında ise İslâmiyet öncesi ilk yazılı Türk kaynakları Göktürk Yazıtları ile başlar ve 10’uncu yüzyıla kadar devam eder. En eski yazılı eserler 6’ncı yüzyıla ait Yenisey Yazıtları’dır. Ancak okunamayacak kadar yıprandıkları için belge niteliği taşımamaktadırlar.

Göktürkler zamanı, edebiyatın taşlara yazıldığı bir edebiyat dönemi olmuştur. Bu dönemin ürünleri olan bengü taşlar, Türklerin en eski yazılı belgeleridir. Göktürklerin savaşlarının, siyâsî ilişkilerinin ve toplum hayatına dair bilgilerinin içerisinde bulunduğu bengü taşları, yüksek bir millî şuur ile meydana getirilmekle beraber, “Türk” adının geçtiği en eski Türkçe metinler olma özelliğine de sahiptirler.

Göktürkler döneminin ardından gelen Uygur döneminde şehirli bir edebiyat oluşturulmuştur. Yerleşik hayata geçişle birlikte din değiştiren Uygurlar, Göktürklerin taşlara yazılı edebiyatlarını yazılı edebiyata dönüştürmüşlerdir. Zengin bir külliyata sahip bu dönem, daha çok dinî konuların anlatıldığı, aynı zamanda tercüme eserlere yer veren bir dönem olmuştur. Manici ve Budist etkinin çerçevesinde iki ayrı kolda gelişen Uygur edebiyatı, “Altun Yaruk”, “Sekiz Yükmek”, “Edgü Tigin”, “Anyıg Ögli Tigin” gibi pek çok değerli eseri bünyesinde barındırmaktadır.

Çok geniş coğrafyada şekillenen destanlar hasebiyle Türk destanları, genellikle “İslâmiyet öncesi” ve “İslâmiyet sonrası” olarak iki bölümde toplanır ve incelenir.

 

İslâmiyet’ten önceki Türk destanları şunlardır: Altay-Yakut “Yaratılış Destanı”; Saka “Alp Er Tunga Destanı” (Milât öncesi 7’nci yüzyıl) ve “Şu Destanı” (Milât öncesi 4’üncü yüzyıl); Hun-Oğuz “Oğuz Kağan Destanı” (Milât öncesi 4’üncü yüzyıl) ve “Atilla Destanı”; Göktürk “Bozkurt Destanı” (Milât öncesi 2’nci yüzyıl) ve “Ergenekon Destanı” (7-8’inci yüzyıl); Uygur “Türeyiş Destanı” (8-9’uncu yüzyıl) ve “Göç Destanı” (8-9’uncu yüzyıl).

İslâmiyet’ten sonraki Türk destanları ise şöyle sıralanabilir: Kazak-Kırgız “Manas Destanı”; Türk-Moğol Cengiz Han Destanı; Tatar-Kırım “Timur ve Edige Destanları”; Karahanlı “Satuk Buğra Han Destanı”; Selçuklu-Beylikler ve Osmanlı “Seyid Battal Gazi Destanı”, “Danişmend Gazi Destanı” ve “Köroğlu Destanı”...

Destanlarda yer alan tipler; “alp” tipi, “bilge” tipi ve “kadın” tipidir. Destanlardaki motiflerse “ışık, ağaç, at, kurt, geyik, rüya, kırklar, mağara, hızır, ok ve yay” şeklindedir. 

Anadolu söylenceleri

Orta Asya’da olduğu gibi Anadolu’da da dağların, taşların, ağaçların, insanların söylenceleri, hikâyeleri ve efsaneleri vardır. Bu efsaneler asırlar boyunca kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarılmıştır. Kendi başlarına Anadolu mitolojisini teşkil edecek kadar çok sayıda olan bu efsaneler -ne söyleyeni, ne de zamanı bellidir- birbirinden değerli ve ilgi çekici niteliktedir.

Her bölgenin kendine has ve birden fazla efsanesi olduğu, çeşitlilik ve zenginliğin bir göstergesi olmuştur. Bu zenginliğin korunması ve yaşatılması pek tabiî ve farklı yollar kullanılarak sağlanmıştır. Çeşitli türkülerden şarkılara, romanlardan filmlere konu olan efsaneleri yediden yetmişe herkes bir miras misâli sahiplenmiş ve anlatagelmiştir. İbret dolu ve nasihat niteliği taşıyan yönleriyle âdeta ahlâkî dersler veren efsaneler, hikâyeler veya söylenceler, aynı zamanda toplumların mâneviyatını yücelten temel unsurlardan olmuşlardır. Hepsinde onur, erdem ve sevgi vardır. Zaman ne kadar değişse de, asırlar geçse de her biri bir şâheser olan bu efsanelerin unutulması imkânsızdır.

Toplumumuzda birlik ve beraberliğin temel taşları olarak, uzun gecelerin en güzel eğlencesi hâlindeki kadim miras, günümüz modernizmi ve onun ağır teknolojisine dahi direnmeyi başarmıştır.

Uzun soluklu mitoloji serimizin sonunu getirmek, bu yazı ile nasip oldu. Elimizden geldiğince ayrıntıya inmeden, ancak gelecek sayılardaki Ezoterizm, gnostizm ve Bâtınîlik noktalarında bağlantıları bulunan ekoller ile ilgili yazılarımıza ışık tutacak nitelikte sunduğumuz bu seri, bir bilgi tazeleme veya ön çalışma olarak değerlendirilebilir.

Çalışmamızın tüm insanlığa hayırlı ve faydalı olması temennisi ile gelecek sayıda görüşmek üzere selâmetle efendim...