
İSLÂMİYET’in hızla yayılma
ve genişleme süreci İslâm dininin gereklerini öğrenmek ve öğretmek, Kur’ân’ı
doğru okumak, anlamak ve öğretme ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İslâmiyet’in
ulaştığı yerlerde bulunan insanların dini öğrenebilmesi için öğretme
gereksinimi de ortaya çıkmıştır. Bu öğretme gereksinimi medreselerin ortaya
çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Medreselerin
ilk olarak nerede, ne zaman, nasıl ortaya çıktığı hakkında birçok görüş ortaya
koyulmakla birlikte konu tam olarak aydınlığa kavuşamamıştır. Bu durum İslâmiyet’in
farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda ve farklı koşullar altında
yayılmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla medreseler bir okul modeli olarak İslâm
dünyasının bilgiye, insana, mekâna ve tarihe farklı yaklaşımını ortaya koyan
özgün bir eğitim kurumu modeli olarak ortaya çıkmışlardır.
İslâm
dininin gereklerinin doğru ve ayrıntılı öğretilmesi amacı ile oluşturulan
eğitim kurumları Hazreti Peygamber döneminde oluşmuştur. İlk olarak ders
verebilmek amacı ile oluşturulan bu kurumlara “medrese” denilmemiştir. Hazreti
Peygamber döneminde Medine’de Kur’ân öğretiminin yapıldığı bir eve “darü’l-kurra”
adı veriliyordu. Bu evin medreselerin ortaya çıkışında başlangıç olduğu kabul
edilmektedir. Fakat İslâm dinine geçen Müslüman nüfusundaki artış nedeniyle bu
yapının yetersiz kaldığı, dolayısıyla öğretim yapan yapının daha sonra daha
büyük yapılara doğru gittiği görülmektedir. Bu anlamda bina edildiği ilk günden
itibaren bir eğitim ve öğretim kurumu olarak da görev yapan Mescid-i Nebevî’yi
ve orada bulunan Suffe’yi medresenin ilk modeli olarak kabul etmek daha doğru
olacaktır.
Bu
bilgiler ışığında denilebilir ki, İslâm dininin kabul edildiği ilk zamanlarda
mescitler, ibadet edilmesinin yanı sıra aynı zamanda eğitim ve öğretim
faaliyetlerinin de yapıldığı mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaynaklardan
elde edilen bilgilere göre, ilk zamanlarda cami ve mescitlerde ilim veya ders
halkaları olarak yapılan eğitim faaliyetleri, sonraki zamanlarda ihtiyaç hâlinde
kurumsallaşmıştır. Medreselerin ise Orta Asya İslâm kentlerinde ortaya çıktığı
kabul edilmektedir. Medreseler, devlet yapılanması içinde ilk defa Karahanlılar
zamanında kurulmuştur.
İslâmiyet’e
geçiş ile birlikte ilk Türk-İslâm devleti olma özelliğini taşıyan Karahanlılar
döneminde medreseler devlet eliyle kurulmuştur. Türk-İslâm çizgisine sahip olan
Karahanlılar, medrese yapımına hız kazandırarak onları Semerkant, Buhara,
Taşkent, Balasagun, Kaşgar gibi şehirlere yaymışlardır. Karahanlı
hükümdarlarının bilime ve öğrenmeye verdikleri önem sayesinde eğitim kurumları
olarak medreseler Türk-İslâm toplum hayatında ön plâna çıkmıştır.
Karahanlılar ile başlayan medrese eğitimi diğer Türk devletlerine de aktarılmıştır. Bu Türk devletlerinde medreseler gelişme ve değişmeler göstererek devam etmişlerdir. Karahanlılar’dan sonra en çok bilinen medreseler, Selçuklu medreseleridir. Selçuklular döneminde ilk sistemli teşkilata sahip medrese, 1040’da Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey tarafından Nişabur’da kurulmuştur. Ayrıca 1057’de Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi, daha sonraki tarihlerde kurulacak olan medreselere teşkilat, vakıf, program ve sistem olarak model olmuştur. Kurulan bu medreseler öğrencilere ders vermekle yetinmeyip her türlü ihtiyaca yardımcı olarak yeme, içme ve yatacak yer de sağlamışlardır.
Anadolu’daki
medreselerin çoğu Selçuklu Devleti’nin vârisi Anadolu Selçuklu Devleti
zamanında Konya, Aksaray, Ankara, Kayseri, Sivas, Amasya ve Erzurum gibi
şehirlerde inşâ edilmiştir.
Medreseler
bir yönüyle de Selçuklular döneminde Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki çekişme
ortamında ön plâna çıkmıştır. Medreseler Sünnîlerin bir eğitim kurumu olarak
doğup gelişmişse de, fazla olmamakla beraber Şii medreselerine de
rastlanmaktaydı. Anadolu Selçuklularının resmî mezhepleri Hanefilik
olduğundan medreselerde ders veren müderrislerin Sünnî akidelere göre ders
vermeleri gerekiyordu. Bu anlamda medreseler toplum içinde mezhepsel
farklılıklara göre de hizmet eden eğitim kurumları olmuşlardır.
Tarihsel
süreç içinde Türk-İslâm devletlerinin bilime ve eğitime verdikleri değer
sayesinde medrese yaptırmanın önemi giderek artmıştır. İslâm dünyasının hemen
hemen her yerinde sultanlar, vezirler, beyler ve hatunlar medrese açma
hususunda birbirleriyle yarışırcasına bir faaliyetin içerisine girmişlerdir.
Daha nitelikli, görkemli ve topluma yararlı medreselerin sayısı giderek
artmıştır.
Selçuklu
Devleti’nden sonra gelen Osmanlı Devleti’nde de medrese yaptırma faaliyetleri
devam etmiştir. Bu anlamda Osmanlı Devleti’nde bulunan medreseler Selçuklu
Devleti’nde bulunan medreselerin devamı niteliğindedir. Orhan Gazi döneminde
yapılan İznik Orhaniyesi, Osmanlı medrese geleneğinin ilk olma özelliğini
taşımaktadır.
Osmanlı
Devleti yöneticileri de Selçuklu’nun devamı niteliğinde olup devlet adamları
bilime ve bilim insanlarına önem vermekteydiler. Orhan Bey döneminde İznik
Orhaniye Medresesi ile başlayan medrese yaptırma geleneği İkinci Murad’ın
Edirne’yi fethetmesi ve başkent yapması ile burada da devam etmiştir. En önemli
olanları İkinci Murad’ın yaptırdığı Dârü’l-Hadis (1435) ve Üç Şerefeli Medrese’dir
(1447). Osmanlı medreselerinin kurulduğu en önemli kentler İznik,
Bursa ve Edirne’dir. İznik uzun süre “bilginler yuvası” olmuştur.
14
ve 15’inci yüzyılın sonlarına kadar medreselerde, fıkıh ve kelâmın yanı sıra riyaziye,
felsefe, astronomi, tıbbî bilimler gibi aklî ve naklî ilimler yan yana
okutulmuştur. Osmanlı hükümdarlarının, medreseler kurarken diğer
Türk-İslâm kentlerinde bulunan ilim adamları ve eserlerinden de faydalandıkları
görülür. İlk Osmanlı medreseleri olan İznik ve Bursa medreseleri özellikle
Mısır, Şam ve İran örnek alınarak yapılmıştır.
Osmanlı’da
medreseler, Fatih’in İstanbul’u fethi ile önemli gelişmelerin olduğu dönemi
yaşamıştır. Fatih ile birlikte medreselerin önemli bilimsel faaliyetleri
İstanbul’a getirilen ilim insanları ile büyük ilerlemeler göstermiştir. 1453’teki
fetihten sonra İstanbul’da eğitim faaliyetleri Zeyrek kiliseleri ve
Ayasofya’daki bazı keşiş odalarında yapılırken, 1459’da Eyüp Medresesi hizmete
açılmıştır. Ardından 1470 yılında tamamlanan Fatih Külliyesi, içerisinde sekiz
medreseden oluşan Sahn-ı Seman (sekiz avlu) ile bunların bir sıra gerisinde yer
alan sekiz adet Tetimme Medresesi tesis edilmiştir.
Fatih
döneminden sonra medreselerin ilmî faaliyetlerin Kanunî döneminde de artarak
devam ettiğini görüyoruz. Sahn-ı Seman Medreselerinden bir asır sonra inşâ
edilen Süleymaniye Külliyesi (1550-1557) özellikle “medrese-i evvel, sâni,
salis ve rabi” isimleriyle dört medrese, bir tıp medresesi ve darüşşifa ile
darülhadisten oluşuyordu ve Osmanlı Devleti’nde eğitimde varılan en yüksek
noktayı temsil ediyordu. Sahn-ı Seman Medreseleri ve ardından gelen
Süleymaniye Medreseleri, her anlamda eğitimde varılan en yüksek
noktayı göstermektedirler.
Bu
dönemlerle birlikte devam eden süreçte, Osmanlı’da fethedilen yerlere medrese
yaptırmak bir gelenek hâline geldi. Osmanlı idaresine giren yerlerde medrese
teşkili sadece eğitim amacına değil, İslâm dini ve kültürünün yaygınlaşmasına,
devleti aydın ve halk uzlaşmasının teminine ve yönetimin toplumlara
benimsetilmesine de yardımcı oluyordu. Osmanlı özellikle Balkan şehirlerinin fethinden
sonra burada medrese yapımına önem verdi.
Osmanlı
dönemi boyunca Bulgaristan’da 142 medrese, 273 mektep, Yunanistan’da 182
medrese, 315 mektep, eski Yugoslavya’da 223 medrese, bin 134 mektep ve
Arnavutluk’ta 28 medrese, 121 mektep olmak üzere toplam 575 medrese ve bin 843
mektebin yapıldığı tespit edilmiştir.
Osmanlı
Devleti döneminde de medreseler inişli çıkışlı bir hayata sahip olmalarına
rağmen kendilerinden beklenen görevi yerine getirmişler, devletin ve toplumun
ihtiyaç duyduğu, siyâsî, adlî ve sosyal hayatın gerektirdiği yöneticileri,
hâkimleri, hekimleri, öğretmenleri, bilim adamlarını ve diğer uzmanları
yetiştirmek suretiyle topluma hizmet etmişlerdir.
Medreseler topluma ve devlete faydalı bireyler yetiştirmek üzere maddî ve manevî tüm ilimleri vererek donanımlı bir insan olma yolunda hizmet veren eğitim kurumları olarak Türk-İslâm tarihinde karşımıza çıkarlar. Ayrıca devlet eliyle desteklenen bu kurumların giderlerinin de bizzat devlet ve vakıflar yoluyla denetlenmesi, medreselere verilen önemi gösteren hususlardır.