Türk-İslâm dünyasında medreselerin doğuşu

Osmanlı döneminde medreseler, devletin ve toplumun ihtiyaç duyduğu, siyâsî, adlî ve sosyal hayatın gerektirdiği yöneticileri, hâkimleri, hekimleri, öğretmenleri, bilim adamlarını ve diğer uzmanları yetiştirmek suretiyle topluma hizmet etmişlerdir.

İSLÂMİYET’in hızla yayılma ve genişleme süreci İslâm dininin gereklerini öğrenmek ve öğretmek, Kur’ân’ı doğru okumak, anlamak ve öğretme ihtiyacını da beraberinde getirmiştir. İslâmiyet’in ulaştığı yerlerde bulunan insanların dini öğrenebilmesi için öğretme gereksinimi de ortaya çıkmıştır. Bu öğretme gereksinimi medreselerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.

Medreselerin ilk olarak nerede, ne zaman, nasıl ortaya çıktığı hakkında birçok görüş ortaya koyulmakla birlikte konu tam olarak aydınlığa kavuşamamıştır. Bu durum İslâmiyet’in farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda ve farklı koşullar altında yayılmasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla medreseler bir okul modeli olarak İslâm dünyasının bilgiye, insana, mekâna ve tarihe farklı yaklaşımını ortaya koyan özgün bir eğitim kurumu modeli olarak ortaya çıkmışlardır.

İslâm dininin gereklerinin doğru ve ayrıntılı öğretilmesi amacı ile oluşturulan eğitim kurumları Hazreti Peygamber döneminde oluşmuştur. İlk olarak ders verebilmek amacı ile oluşturulan bu kurumlara “medrese” denilmemiştir. Hazreti Peygamber döneminde Medine’de Kur’ân öğretiminin yapıldığı bir eve “darü’l-kurra” adı veriliyordu. Bu evin medreselerin ortaya çıkışında başlangıç olduğu kabul edilmektedir. Fakat İslâm dinine geçen Müslüman nüfusundaki artış nedeniyle bu yapının yetersiz kaldığı, dolayısıyla öğretim yapan yapının daha sonra daha büyük yapılara doğru gittiği görülmektedir. Bu anlamda bina edildiği ilk günden itibaren bir eğitim ve öğretim kurumu olarak da görev yapan Mescid-i Nebevî’yi ve orada bulunan Suffe’yi medresenin ilk modeli olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.

Bu bilgiler ışığında denilebilir ki, İslâm dininin kabul edildiği ilk zamanlarda mescitler, ibadet edilmesinin yanı sıra aynı zamanda eğitim ve öğretim faaliyetlerinin de yapıldığı mekânlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaynaklardan elde edilen bilgilere göre, ilk zamanlarda cami ve mescitlerde ilim veya ders halkaları olarak yapılan eğitim faaliyetleri, sonraki zamanlarda ihtiyaç hâlinde kurumsallaşmıştır. Medreselerin ise Orta Asya İslâm kentlerinde ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Medreseler, devlet yapılanması içinde ilk defa Karahanlılar zamanında kurulmuştur.

İslâmiyet’e geçiş ile birlikte ilk Türk-İslâm devleti olma özelliğini taşıyan Karahanlılar döneminde medreseler devlet eliyle kurulmuştur. Türk-İslâm çizgisine sahip olan Karahanlılar, medrese yapımına hız kazandırarak onları Semerkant, Buhara, Taşkent, Balasagun, Kaşgar gibi şehirlere yaymışlardır. Karahanlı hükümdarlarının bilime ve öğrenmeye verdikleri önem sayesinde eğitim kurumları olarak medreseler Türk-İslâm toplum hayatında ön plâna çıkmıştır.

Karahanlılar ile başlayan medrese eğitimi diğer Türk devletlerine de aktarılmıştır. Bu Türk devletlerinde medreseler gelişme ve değişmeler göstererek devam etmişlerdir. Karahanlılar’dan sonra en çok bilinen medreseler, Selçuklu medreseleridir. Selçuklular döneminde ilk sistemli teşkilata sahip medrese, 1040’da Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey tarafından Nişabur’da kurulmuştur. Ayrıca 1057’de Büyük Selçuklu veziri Nizamülmülk tarafından Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi, daha sonraki tarihlerde kurulacak olan medreselere teşkilat, vakıf, program ve sistem olarak model olmuştur. Kurulan bu medreseler öğrencilere ders vermekle yetinmeyip her türlü ihtiyaca yardımcı olarak yeme, içme ve yatacak yer de sağlamışlardır.


Anadolu’daki medreselerin çoğu Selçuklu Devleti’nin vârisi Anadolu Selçuklu Devleti zamanında Konya, Aksaray, Ankara, Kayseri, Sivas, Amasya ve Erzurum gibi şehirlerde inşâ edilmiştir.

Medreseler bir yönüyle de Selçuklular döneminde Ehl-i Sünnet ve Şia arasındaki çekişme ortamında ön plâna çıkmıştır. Medreseler Sünnîlerin bir eğitim kurumu olarak doğup gelişmişse de, fazla olmamakla beraber Şii medreselerine de rastlanmaktaydı. Anadolu Selçuklularının resmî mezhepleri Hanefilik olduğundan medreselerde ders veren müderrislerin Sünnî akidelere göre ders vermeleri gerekiyordu. Bu anlamda medreseler toplum içinde mezhepsel farklılıklara göre de hizmet eden eğitim kurumları olmuşlardır.

Tarihsel süreç içinde Türk-İslâm devletlerinin bilime ve eğitime verdikleri değer sayesinde medrese yaptırmanın önemi giderek artmıştır. İslâm dünyasının hemen hemen her yerinde sultanlar, vezirler, beyler ve hatunlar medrese açma hususunda birbirleriyle yarışırcasına bir faaliyetin içerisine girmişlerdir. Daha nitelikli, görkemli ve topluma yararlı medreselerin sayısı giderek artmıştır.

Selçuklu Devleti’nden sonra gelen Osmanlı Devleti’nde de medrese yaptırma faaliyetleri devam etmiştir. Bu anlamda Osmanlı Devleti’nde bulunan medreseler Selçuklu Devleti’nde bulunan medreselerin devamı niteliğindedir. Orhan Gazi döneminde yapılan İznik Orhaniyesi, Osmanlı medrese geleneğinin ilk olma özelliğini taşımaktadır.

Osmanlı Devleti yöneticileri de Selçuklu’nun devamı niteliğinde olup devlet adamları bilime ve bilim insanlarına önem vermekteydiler. Orhan Bey döneminde İznik Orhaniye Medresesi ile başlayan medrese yaptırma geleneği İkinci Murad’ın Edirne’yi fethetmesi ve başkent yapması ile burada da devam etmiştir. En önemli olanları İkinci Murad’ın yaptırdığı Dârü’l-Hadis (1435) ve Üç Şerefeli Medrese’dir (1447). Osmanlı medreselerinin kurulduğu en önemli kentler İznik, Bursa ve Edirne’dir. İznik uzun süre “bilginler yuvası” olmuştur.

14 ve 15’inci yüzyılın sonlarına kadar medreselerde, fıkıh ve kelâmın yanı sıra riyaziye, felsefe, astronomi, tıbbî bilimler gibi aklî ve naklî ilimler yan yana okutulmuştur. Osmanlı hükümdarlarının, medreseler kurarken diğer Türk-İslâm kentlerinde bulunan ilim adamları ve eserlerinden de faydalandıkları görülür. İlk Osmanlı medreseleri olan İznik ve Bursa medreseleri özellikle Mısır, Şam ve İran örnek alınarak yapılmıştır.

Osmanlı’da medreseler, Fatih’in İstanbul’u fethi ile önemli gelişmelerin olduğu dönemi yaşamıştır. Fatih ile birlikte medreselerin önemli bilimsel faaliyetleri İstanbul’a getirilen ilim insanları ile büyük ilerlemeler göstermiştir. 1453’teki fetihten sonra İstanbul’da eğitim faaliyetleri Zeyrek kiliseleri ve Ayasofya’daki bazı keşiş odalarında yapılırken, 1459’da Eyüp Medresesi hizmete açılmıştır. Ardından 1470 yılında tamamlanan Fatih Külliyesi, içerisinde sekiz medreseden oluşan Sahn-ı Seman (sekiz avlu) ile bunların bir sıra gerisinde yer alan sekiz adet Tetimme Medresesi tesis edilmiştir.

Fatih döneminden sonra medreselerin ilmî faaliyetlerin Kanunî döneminde de artarak devam ettiğini görüyoruz. Sahn-ı Seman Medreselerinden bir asır sonra inşâ edilen Süleymaniye Külliyesi (1550-1557) özellikle “medrese-i evvel, sâni, salis ve rabi” isimleriyle dört medrese, bir tıp medresesi ve darüşşifa ile darülhadisten oluşuyordu ve Osmanlı Devleti’nde eğitimde varılan en yüksek noktayı temsil ediyordu. Sahn-ı Seman Medreseleri ve ardından gelen Süleymaniye Medreseleri, her anlamda eğitimde varılan en yüksek noktayı göstermektedirler.

Bu dönemlerle birlikte devam eden süreçte, Osmanlı’da fethedilen yerlere medrese yaptırmak bir gelenek hâline geldi. Osmanlı idaresine giren yerlerde medrese teşkili sadece eğitim amacına değil, İslâm dini ve kültürünün yaygınlaşmasına, devleti aydın ve halk uzlaşmasının teminine ve yönetimin toplumlara benimsetilmesine de yardımcı oluyordu. Osmanlı özellikle Balkan şehirlerinin fethinden sonra burada medrese yapımına önem verdi.

Osmanlı dönemi boyunca Bulgaristan’da 142 medrese, 273 mektep, Yunanistan’da 182 medrese, 315 mektep, eski Yugoslavya’da 223 medrese, bin 134 mektep ve Arnavutluk’ta 28 medrese, 121 mektep olmak üzere toplam 575 medrese ve bin 843 mektebin yapıldığı tespit edilmiştir.

Osmanlı Devleti döneminde de medreseler inişli çıkışlı bir hayata sahip olmalarına rağmen kendilerinden beklenen görevi yerine getirmişler, devletin ve toplumun ihtiyaç duyduğu, siyâsî, adlî ve sosyal hayatın gerektirdiği yöneticileri, hâkimleri, hekimleri, öğretmenleri, bilim adamlarını ve diğer uzmanları yetiştirmek suretiyle topluma hizmet etmişlerdir.

Medreseler topluma ve devlete faydalı bireyler yetiştirmek üzere maddî ve manevî tüm ilimleri vererek donanımlı bir insan olma yolunda hizmet veren eğitim kurumları olarak Türk-İslâm tarihinde karşımıza çıkarlar. Ayrıca devlet eliyle desteklenen bu kurumların giderlerinin de bizzat devlet ve vakıflar yoluyla denetlenmesi, medreselere verilen önemi gösteren hususlardır.