Türk dünyasının liderlerine nereden bakmalı?

Daha önce Çarlık Rusya’sı, sonrasında SSCB, sonra da Rusya Federasyonu’nun, ayrıca Çin Halk Cumhuriyeti’nin baskı ve zulmüne maruz kalarak varlıklarını sürdürmeye çalışan Orta Asya Türklerinin “onun adamı, bunun filanı” diye diye değerlendirilmesi öyle oturuyor ki içime…

KAZAKİSTAN için üzüldüğümüz şu günlerde, Kazakistan’dan başlayarak, öncelikle Nursultan Nazarbayev olmak üzere bütün Orta Asya Türk dünyası liderlerinin ille de bir yerlerin adamı olduklarının konuşulması, doğrusu hem dindaş, hem de soydaşlarımız hakkında ne kadar da az hüsnüzanna, hatta fazlasıyla suizanna sahip olduğumuzu gösterdi.

Nursultan Nazarbayev’in Türk Birliği aşkıyla Türk Keneşi’nin Türkiye ile eş ortağı olmak üzere kendisini nasıl ateşe attığını unutan kimi yorumcular, bugünlerde Nazarbayev’in ne Rusçuluğunu, ne Amerikancılığını bıraktılar. Yazık!

Kazakistan bağımsızlığını ilân ettiğinde, Türkiye Cumhuriyeti bu bağımsızlığı derhâl kabul eden ilk ülke olmuştu. Bu ilişkiyi kim kurdu?

Ne acıdır ki, Türk dünyasının liderleri Rusçulukla, Amerikancılıkla, Çincilikle anılıyorlar ama bir türlü Türkçülükle tanımlanamıyorlar. Hatta konu Türkçülük tarafına geldiğinde, başta Türkiye olmak üzere kimi ideolojik çevreler hemen yaygarayı basıyorlar.

Birkaç tarihî örnekle bunlara değinelim… 

Bir Kırım Tatarı olan Gaspıralı İsmail Bey, Türkiye’de İslâmcı düşünce tarafından olumsuz anlamda eleştirilmiştir. Çarlık Rusya’sı ile SSCB dönemlerine bizzat tanık olan Gaspıralı, her iki dönemde de baskı ve zulüm altına alınan Türklerin sosyolojisine tanık olmuştur. Bosna-Hersek’te “Türk” denilen kişinin Müslüman anlaşılması gibi, Gaspıralı da Kafkasya Türklerinin kimliklerini ancak İslâm ile koruyabileceklerini, bunu yaşarken gelenek, kök ve akrabalıklara tutunulması gerektiğini savunmuş, karşılıklı olarak Türk kimliğinin korunmasıyla İslâm mayasının da korunacağını dile getirmiştir. Ona bugünden bakanlar, onu ırkçılıkla suçlarlar.

İkinci örneğimiz, Doğu Lejyonları… Alman Nazi yönetiminin Batı Türkistan Devleti’ni kurmak vaadiyle yanına aldığı Özbek, Kazak, Kırgız, Türkmen, İnguş, Azeri ve Balkar Türk toplulukları, “Doğu Lejyonları” adı altında Naziler için savaştılar. Sorunları, hem Çarlık, hem de SSCB yönetiminden gördükleri baskının intikamını almaktı. Keza aynı kurguyla Boşnaklar da bağımsız Bosna vaadi ekseninde Nazilerle aynı safta savaşmışlardı. Hem Doğu Lejyonlarına katılan Türkleri, hem de Boşnakları Naziler üzerinden ırkçılıkla suçlayanlar olmuştur, hatta mevcuttur.

Üçüncü örneğimiz, Mirsaid Sultangaliyev… Sultangaliyev, Lenin’le başlayan devrim sürecinde önce Menşevikler, sonra da Bolşeviklerle bir araya gelmiş, Lenin’le önemli bir hukuk kurmuş, devrim yönetiminde yüksek rütbelere erişmişti. Çarlık Rusya’sından, Müslüman Türklere yönelik yapılan zulmün hesabını sormak istiyordu Sultangaliyev. Stalin döneminin kurbanı oldu. Türkiye’deki milliyetçiler (öncelikle Ülkücüler), sırf komünist yönetimde yer aldığı için Sultangaliyev’i, içinde bulunduğu sosyolojiyi ve onun mahrem psikolojisini anlamayarak, onu sadece komünist oluşu üzerinden yargıladılar.

Dördüncü örneğimiz, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurucu Cumhurbaşkanı Mehmed Emin Resulzade… SSCB’nin Kızılordu ile Bakü’ye girerek gerçekleştirdiği 1918 Mart Katliamı’na doğrudan muhatap olan Resulzade, İkinci Dünya Savaşı sırasında, SSCB’ye karşı savaşmak için Nazilerle irtibat kurmuş, ancak başarılı olamamıştır. Resulzade’nin bu hamlesi, tarihteki küçük bir detaydır. Ankara’da hayatını kaybederek vatan hasretiyle gözlerini yuman Resulzade, Nazi midir?

Beşinci örneğimiz, Cahar Dudayev… Dudayev, Kızıl Ordu bünyesindeki Stratejik Hava Kuvvetleri Komutanlığında tümgeneralliğe getirilmiş bir Çeçen’dir. SSCB’nin dağılma sürecinde Çeçenlere liderlik etmiş, sonrasında da Rusya Federasyonu’na karşı tam bağımsızlık uğruna savaşırken şehit düşmüştür.

Başka iki eş zamanlı örnek de Azerbaycan’dan olsun. Ebulfez Elçibey, SSCB’nin çöküşü sırasında Azerbaycan’ın bağımsızlığı üzerine kurucu Cumhurbaşkanı olarak görev yaparken Türklük vurgusunu öne çıkardığı gerekçesiyle örneğin Türkiye’de sadece Ülkücüler tarafından sevilirken, o dönemki Cumhurbaşkanı Turgut Özal dışındaki Türkiye Cumhuriyeti yönetimi ve de ideolojik gruplar tarafından ilgisiz bırakılmıştır.

Ebulfez Elçibey’den sonra Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Haydar Aliyev ise, SSCB yönetimi günlerindeki görevi nedeniyle Türkiye’deki Ülkücüler tarafından hain ilân edilmiş, hatta bir darbeyle koltuğundan indirilmeye çalışılmış, Aliyev bu darbe girişimini bastırdıktan sonra Türkiye’ye yaptığı anî ziyarette TBMM kürsüsünde konuşmuş ve ülkemizin yönetimine sitem ederek gözyaşlarına dahi hâkim olamamıştır.

Türkiye-Azerbaycan hakkındaki “İki devlet bir millet” mottosu şahsına ait olan Haydar Aliyev, çeşitli rütbelerle SSCB yönetiminde bulunmuştur. 1982 yılında yani SSCB’nin çöküşünden 9 sene önce Gorbaçov tarafından, Azerbaycan lehine çalıştığı için kongreden kovulmuştur. Kaldı ki, 20 Ocak 1990’daki Kara Yanvar Katliamı, Aliyev için bardağın taşması niteliğindeki alçak bir hâdisedir. 31 Mart 1918 Katliamı’nın her sene “Azerbaycanlılara Soykırım Günü” olarak anılmasını Haydar Aliyev, Resulzade’nin her 7 Mart’ta anılmasını da oğlu İlham Aliyev karara bağlamıştır. Karabağ Zaferi de oğul İlham Aliyev’e nasip olmuştur.

Bu örneklerin yanında bir de Uygur Türklerinin sesi Rabia Kadir’i analım… Türkiye’deki kimi çevreler, Rabia Kadir’i ABD’cilik yapmakla suçlarlar. Yazık ki ne yazık! Kadir’in Türkiye’de bulunmasını bırakalım, ülkemize adım atması dahi maalesef Hâriciyemizin ÇHC korkağı olan bir zümresinin suçudur. Kendi adıma söylemeliyim ki, bu, Türklüğümle yaşadığım en aciz utançlardan biridir. Daha fazla söze gerek var mı?

Daha önce Çarlık Rusya’sı, sonrasında SSCB, sonra da Rusya Federasyonu’nun, ayrıca Çin Halk Cumhuriyeti’nin baskı ve zulmüne maruz kalarak varlıklarını sürdürmeye çalışan Orta Asya Türklerinin “onun adamı, bunun filanı” diye diye değerlendirilmesi öyle oturuyor ki içime…

Kazakistan şu an yanıyor, sonrasında kime saldıracakları belli değil. Ancak Orta Asya’daki gelişmelere bakarken buraya taşıdığımız gerçekliklerle yorum yapmak, daha ehven bir tutum olacaktır. Zira mümin soydaşlarımızı bizimle bir kılacak his, bu ortak yorumda sırlıdır.