Türk dünyasından yükselen Nevrûz

Orta Çağ’dan itibaren yeni bir sevinç, yeni bir umut ve yeni bir bereketin başladığı gün olarak görülen Nevrûz, Türk boylarınca bazı takvimlerde yılbaşını temsil etmiştir. On iki hayvanlı Türk takvimi ve Sultan Melikşah’ın Celâlüddevle lakabına atfen kullanılan Celâlî takviminin başlangıcının (Nevrûz-u Sultânî) 21 Mart olması manidardır.

NEVRÛZ, kelime olarak Nevrûz bitkisi, yılın/baharın ilk günü sayılan Mart ayının yirmi birinci günü ve “yeni gün” anlamlarına gelir.

Yirmi bir Mart’ta gece ve gündüz eşit sürededir. Benzer bir durum yirmi iki Eylül’de de yaşanır. Gece ve gündüzün eşit olduğu bu günlere “ekinoks” denir. 21 Mart’a bahar ekinoksu, 22 Eylül’e ise sonbahar ekinoksu denir.

Herhangi bir olayda bir tam devrin tamamlanma süresine “periyot” denir. Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesinde bir tur yapmasına karşılık gelen 365 gün, Dünya’nın periyodudur. Bu nedenle Dünya’nın baharla birlikte toprağın hareketlendiği ilk gün olan 21 Mart bilgisi, yılın ilk günü olması bilimsel bir veridir.

Günümüzde “gün” kelimesi, Dünya’nın bir yılda kat ettiği toplam sürenin her bir gece-gündüz toplamı olan yirmi dört saati için kullanılmaktadır. Gece ve gündüz bir bütünü oluşturur, yıl da bu bütünlerin toplamıyla elde edilir.

Bazı fikir erbabı “gün” için daha büyük zamanı yani büyük süre olan Dünya’nın periyodunu da esas alır. Çünkü bir yıl aslında, büyük bir gün olan Dünya’nın Güneş etrafındaki bir devri için kullanılır. İnsan için bir gün yirmi dört saat iken, Dünya için bir gün, bir yıl olabilir.

Toprak, su, ışık/elektrik ve hava, asırlardır genel kabul gören dört unsurdur. Elektriğin keşfi daha dünkü meseledir. Bu nedenle ateş, uzun çağlar boyunca gecenin aydınlatılması ve ısıtılmasında önemli bir görev üstlenmiştir.

Cemre toprağa düştükten sonra su hareketlenir, ağaçlara can gelir ve çiçekler havada açar. Ateş, ısı ve ışık kaynağı olarak bu yeni günün merkezine oturur. Bu nedenle ateş, Nevrûz’a renk katan bir alışkanlık hâline gelmiştir.

Nevrûz’un 2 bin 500 ilâ 3 bin yıl öncesinden itibaren kutlandığı görülür. Başlangıcın ekinoks ile olduğu genel kabuldür; çünkü aydınlık, karanlıktan daha fazla olmaya başlamıştır. 

Nevrûz’un en manidar yönü şu ki; Orta Asya’dan Orta Doğu’ya ve Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada yaşayan halklar tarafından kutlanmasına öncülük eden koskoca Türk dünyası söz konusudur.

Önce ne ise, şimdi de Türk dünyasında Nevrûz, tamamen tabiatın yeniden uyanışı ve tarımsal faaliyetlerin başlangıcı vesilesiyle düzenlenen bir bayram olarak kutlanmaktadır. Nevrûz’u kutlayan bütün dünyanın bu bilinci bütün insanlığa bir nakış gibi dokuyan ve ruhlara işleyen Türk dünyasına teşekkür borcu vardır.

Türkiye, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Nevrûz’u tabiatın yeniden uyanışı mânâsında “yeni gün” olarak kutlarlar. Dünyada bu anlamda fazla bir etkinlik yoktur. Batı kaynaklı etkinlikler hep yarış ve münasebete dayalıdır. Türk dünyasının insanlığa kazandırdığı Nevrûz, tabiat ve insan ahengini işleyen yegâne bayram özelliğine sahiptir.

Türk devletlerinin vatan/yurt edindikleri topraklara bakılırsa çok büyük bir coğrafyada konuşlandıkları görülür. Ancak nüfusun bu kadar az olmasının da bir tesadüf olmadığı açıktır. Son iki asırdır dünyada en fazla katledilen ve soykırıma uğrayanlar Türklerdir. Çünkü Türkler tarih boyunca dünyaya hep adâlet, insan ve tabiat sevgisi götürmüştür. Bu sevgi Batı’nın güç odaklı ve zenginin fakiri ezdiği felsefesine terstir.

Orta Çağ’dan itibaren yeni bir sevinç, yeni bir umut ve yeni bir bereketin başladığı gün olarak görülen Nevrûz, Türk boylarınca bazı takvimlerde yılbaşını temsil etmiştir. On iki hayvanlı Türk takvimi ve Sultan Melikşah’ın Celâlüddevle lakabına atfen kullanılan Celâlî takviminin başlangıcının (Nevrûz-u Sultânî) 21 Mart olması manidardır.

Asya Türk devletlerinde, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda ve Anadolu Selçuklu Devleti’nde coşkuyla kutlanan Nevrûz, Türkiye Cumhuriyeti ve diğer Türk devletlerinde de aynı öz ile kutlanmaktadır.

Nevrûz’un Türk boylarında zenginleştirilmiş şekline rastlanır. Demir, ateşte ısıtılıp dövülür. Mercimek, buğday, çavdar ve mısır gibi bazı tahıllar çimlendirilir ve tatlılar yapılır. Bazı taze yaprak ve yeşil bitkiler tahıllar ile birleştirilir. Geçen yılın tahıllarının bu yılın ilk yeşillikleriyle kavuşması sağlanır. Can ile canan birleştirilir.

Nevrûz için hazırlanan bunca hazırlık misafir ve konuklara ikram edilir. Bunlara ilâveten şimdilerde boyalı yumurtalar, ayna, su dolu kâse, farklı tür meyve ve baharatlar da bulundurulur.

Nevrûz sofraları günümüzde Kur’ân ile taçlandırılarak yüksek bir mâkâma yine Türkler tarafından çıkarılmıştır. Tabiat/doğa ile insan ahengini işleyen Nevrûz, aslında insan ile evren/kâinat arasında bir irtibat kuruyor.

Bu öyle bir samimi öz barındırıyor ki, haykırmamak mümkün değil. İnsan, evren/kâinat ve Kur’ân kitabını okumakla mükelleftir. Bunu İslâm öncesinde doğal olarak yapan Türklerin tarihte nadir görülen toplu şekilde İslâm’ı seçen büyük bir irfânî erdeme sahip oldukları açıktır.

Aynı zamanda Nevrûz’da sarı rengin hâkimiyeti dikkati çeker. Hoca Ahmed Yesevî’nin ocağında filizlenen erenler, Taptuk Emre ve Yûnus Emre ile zirveyi yaşamıştır. Sarı renk, Nevrûz ve insan ahengini en iyi işleyenlerden birinin Yûnus Emre olduğu açıktır. Çünkü Yûnus Emre, sarı çiçek ile konuşarak Nevrûz’u bir kademe daha yukarı çıkarmıştır.