Türk donanmasının ikinci yükseliş devri

Bugün itibariyle Türk donanmasının önünde iki büyük ufuk vardır. Bunlardan birisi, Libya bağlantısıyla Kuzey Afrika üzerinden Atlas Okyanusu'na açılan ufuk; diğeri de Sudan ve Somali üzerinden Hint Okyanusu'na açılan ufuktur. Türkiye'nin artık yönünü deniz ufkundan okyanus ufuklarına çevirmesinin vakti gelmiştir!

TÜRK donanmasının en büyük amirali, hiç kuşku yok ki Barbaros Hayrettin Paşa'dır. Barbaros Hayrettin Paşa'nın 1516'da Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı himâyesine girişinden 1546 yılındaki ölümüne değin, önce Cezayir Beylerbeyi, ardından da Osmanlı Kaptan-ı Deryâsı olarak hizmet verdiği otuz yıllık dönem, Türk denizcilik tarihinin en parlak sayfalarını oluşturur.
Birtakım istisnalar hâriç tutulursa, Osmanlı donanması, bir daha o parlak dönemine erişemez. Bilakis gittikçe zayıflar ve hattâ koskoca Osmanlı Devleti'nin denizlerde ciddî etki üretemediği bir dönem yaşarız...
Önceleri gemi üretimini kendi tershanelerinde gerçekleştiren Osmanlı Devleti, 19'uncu yüzyıldan itibaren gelişen gemi teknolojilerine ayak uyduramadığı için savaş gemisi ihtiyacını Avrupa'dan tedarik etmeye başlar. Avrupa'da İngiltere, Fransa, İtalya, Prusya ve Rusya'nın denizleri domine etmeye başlamaları karşısında Osmanlı Devleti, nitelikli savaş gemileri ve bu savaş gemilerini sevk ve idare edecek personeli -biraz da zaruretten- ithâl etmek zorunda kalır.
Bu politikanın ne kadar işe yaramaz olduğunun örneği, Abdülaziz dönemindeki büyük donanma hamlesi ve buna bağlı olarak yaşanan olaylarda kendisini gösterir. Sultan Abdülaziz, kuvvetli bir donanmaya sahip olmak amacıyla devlet bütçesinin neredeyse yüzde 75'ini donanma teşkiline harcar. Bu amaca ulaşmak için de Avrupa'dan en modern gemiler ve bu gemileri sevk ve idare edecek personel, büyük paralar harcanarak Osmanlı donanmasına katılır.
Bu sayede Osmanlı donanması fizîkî kapasite bakımından dünyanın dördüncü büyük donanması hâline gelir.
Ne var ki, bu azâmetli donanma, denizlerde kendisinden beklenen verimi vermekten oldukça uzak düşer. Çünkü Osmanlı Devleti, bu gemileri kendi deniz stratejisine uygun bir ahenge getirecek yeterli bilgi birikimi ve yetkin personelden de uzaktır. Bu gemilerin teknik personel ihtiyacı, büyük ölçüde Alman, Fransız ve İtalyan uyruklu teknik personel ile karşılanıyordu.
Yerli ve millî insan kaynağından mahrum olmak, bir aczi ifade ediyordu. Zira bu ecnebî personel, hem Osmanlı'nın düşmanları konumunda olan kendi ülkelerine karşı icra edilecek bir operasyonu akâmete uğratma kapasitesi taşıyor, hem de karşı tarafa Osmanlı donanması hakkında bilgi sızdıracak bir mevkide bulunuyorlardı.
Nitekim bu azâmetli ama aynı ölçüde de koordinasyon zaafı taşıyan donanmanın takip eden süreçte hızla çöktüğü ve şanlı Osmanlı Devleti'nin son dönemde neredeyse bir kara gücü olarak savaştığı görülür.
Bu noksanlıktan dolayıdir ki, Anadolu'nun bir ok atımı mesafesindeki adalar, düşman eline geçer ve Osmanlı Devleti, sıkıştırıldığı kara parçasından bu adaların elden çıkışını izlemek zorunda kalır.
Cumhuriyet dönemi Türk donanması, kendi varoluşunu Osmanlı Devleti'nin denizdeki büyük hüsranından ders alarak konumlar. Bu hüsran sebebiyle, şartlar ne olursa olsun, ilk hedefini Türkiye'nin karaya sıkıştırılmışlığını yarmak olarak belirler.
Ancak bu dönemde de NATO'ya girilmesi ve bunun sonucu olarak ABD'ye bağımlı hâle gelinmesi, donanmamızın en büyük zaafı olur. Nitekim 1974'teki Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD'nin Türkiye'ye uyguladığı ambargo, Türk donanması için de yeni bir milât olur. Bu tarihten sonra yerli ve millî bir donanmanın kurulması ve bu donanmanın hassas sistemleri ve silahlarının yerli ve millî imkânlarla üretilmesi esas amaç olur.
Türk donanmasının bu hedeflerine en hızlı yol aldığı dönem, özellikle son 20 yıl olur. Bu dönemde devletin artan iktisadî imkânları, savunma sanayiine büyük fonlar ayırmasına alan açar ve bu fonlar isabetli seçilmiş projelere aktarılınca, ufukta Türk donanmasının altın çağı belirmeye başlar.
Yeni ufuklara doğru!
Özellikle 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonra, ordunun diğer birimleri gibi donanma da içindeki hainlerden büyük oranda arınarak ve de yerli ve millî yapıya bürünerek denizlerde ülkemizin hedefleri doğrultusunda bayrak göstermeye başlar.
Bugün itibâriyle Türk Devleti'nin Akdeniz'de "Mavi Vatan" adıyla belirlediği deniz yetki alanının ilânının arkasında Türk donanmasının gücü yatmaktadır. Mavi Vatan'ın hukukî güvence altına alınması için Libya ile yapılan MEB anlaşmasının sürdürülebilmesi dahi sıkı sıkıya Türk donanmasının muharebe gücüne bağlıdır.
Şükürler olsun ki, Türk donanması hem Mavi Vatan'ı, hem de MEB anlaşmasının gereği olan suları ve bu sulardaki çıkarlarımızı koruma konusunda son derece caydırıcı, etkin ve güçlüdür.
Bu etkinliğin arkasında, ülkemizin kendi gemilerini kendisinin üretmesi yatmaktadır. Bu gemilerin elektronik harp kabiliyetleri ve hassas yazılımları, kendi savunma sanayimiz tarafından karşılanmaktadır. Bu gemilerden ateşlenecek silah sistemleri ve füzeler, büyük ölçüde yerli ve millî imkânlarla üretilmektedir.
Ayrıca bütün deniz üslerindeki savaş gemilerinin birbirine çok başarılı bir şekilde entegre edilmesi ve bu gemilerin hem kendi içlerinde, hem de kara ve hava birlikleriyle yekvücût olarak hareket edebilme kabiliyeti ve sahip oldukları üstün savaş gücü, Türk donanmasını Akdeniz'in en önemli donanmalardan biri hâline getirmiştir.
Bugün itibariyle Türk donanmasının önünde iki büyük ufuk vardır. Bunlardan birisi, Libya bağlantısıyla Kuzey Afrika üzerinden Atlas Okyanusu'na açılan ufuk; diğeri de Sudan ve Somali üzerinden Hint Okyanusu'na açılan ufuktur. Türkiye'nin artık yönünü deniz ufkundan okyanus ufuklarına çevirmesinin vakti gelmiştir!
Bu itibarla muhtemelen Libya'nın Misrata kıyılarına kurulacak deniz üssüne ilâveten, Tunus, Cezayir ve Fas ile iyi ilişkiler kurulması önemlidir. Artık, denizlerin yanı sıra okyanuslarda da kalıcı hâle gelerek ülkemizin çıkarlarını kovalayacak bir pozisyonu tesis etmenin tam zamanıdır!
Hint Okyanusu'na çıkış, Atlas Okyanusu'na çıkışa göre, Türkiye'nin menfaatleri açısından daha önemlidir. Türkiye'nin Sudan ve Somali'deki varlığını, Cibuti ve Etiyopya gibi ülkelerde de devreye sokmamız lâzımdır.
Bunun yanında Yemen'in içinde bulunduğu nazik durum da lâyıkıyla iyi değerlendirilmelidir. Türkiye, varlığını Yemen'de etkin kılacak bir oluşumu muhakkak sûrette gerçekleştirmelidir. Böyle bir oluşumun gerçekleşmesi hâlinde, yine en büyük iş Türk donanmasına düşecektir.
Bugünlerde Umman Sultanlığı'nın Türkiye'ye yakınlaşması ve onu kendi topraklarında üs kurmaya davet etmesi, Türk donanması için altın bir fırsattır. Türk deniz ve kara gücünün Umman'a konuşlanması, bizi Pakistan'la irtibatlı hâle getireceği gibi, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve İran'ın faaliyetlerinin izlenmesi açısından da bu durum çok faydalı olacaktır.
Burada kuracağımız bir deniz üssünden kalkacak gemilerimizin Kanunî döneminde olduğu gibi Hint Okyanusu'nda Arakan Müslümanlarını korumak için demir atması, muhteşem bir tarihî dönüşüm olacaktır.
Türk donanması aynı zamanda Katar'daki üs bölgemizden hareketle Basra Körfezi'nde bayrak göstermek ve Arnavutluk'taki Paşalimanı Deniz Üssü'nden hareketle de Adriatik Denizi'nde bayrak göstermek gibi yeni misyonlar da üstlenmiştir.
Şükürler olsun ki, ülkemiz büyüyor, donanmamız büyüyor ve elimizden giden cihan tekrar bize dönüyor. Tut ki, yükseliş döneminde Barbaroslar seferden geliyor...
Çok yakın bir zamanda denizler ve okyanuslar Türk donanmasının şanlı bayrağıyla yeniden kucaklaşacaktır.
Vesselâm...