MAALESEF tüm haksız
eleştirilere rağmen, Avrupa dâhil olmak üzere, geniş bir coğrafyada ifade ve
düşünce özgürlüğünün en geniş anlamda yaşandığı ülkelerden biri olarak
görüyorum Türkiye’yi.
Hele
Arap coğrafyası ile bu anlamda kıyaslamanın asla mümkün olmadığı bu seviye,
birçok alanda Avrupa ülkelerinin de üzerinde!
Avrupa’daki
ifade özgürlüğü, açıkçası genel kabullerin içinde kaldığınız sürece geçerli.
Diğer yandan, kalın çizgilerle belirlenmiş konularda yasalar ve yasalarda
yazmayan ve çok daha güçlü mahalle baskılarıyla karşı karşıyasınız. Sözde Ermeni
soykırımı, Yahudi soykırımı ve Neo-Nazi politikası konusunda zaten açık
yasaklar var. “Soykırımlar olmadı” diyemezsiniz, Nazileri herhangi bir şekilde
övemezsiniz; diğer yandan da yabancılara, Müslümanlara ya da İslâm dinine
hakaret edenlere itiraz edemezsiniz.
Açıkçası
bu özgürlükler, mevzu kimin için ve ne hakkında olduğuna göre ülke ülke
değişiyor. Ancak kapalı toplumlar sayılan ve her türlü baskı, şiddet, terör ve
hukuksuzluğun kol gezdiği birçok Arap ülkesinde iktidarların ve yöneticilerin tartışılamadığı
bir düzen var. Bu düzeni bir şekilde kuran, devam ettiren ve toplumların
düşünce ve beklentilerini hiçe sayan yönetimleri “sırf kendilerine bağımlı
oldukları için” koruyan ABD ve Batılı devletler, ilginç bir şekilde yine de
kamuoyunun nabzını tutmaya çalışıyorlar anlaşılan...
Star
gazetesinde okuduğum bir habere göre, Washington DC merkezli düşünce kuruluşu
Arab Center, “2019-2020 Arap Kamuoyu Yoklaması” isimli çalışma kapsamında
Cezayir, Mısır, Irak, Ürdün, Kuveyt, Lübnan, Moritanya, Fas, Filistin, Katar,
Suudi Arabistan, Sudan ve Tunus’tan yaklaşık 30 bin kişi ile görüşerek bir
rapor hazırlamış. ABD merkezli kuruluşların bu konuda korkmadan cevap verecek
30 bin kişiyi bile bulması kolay değil aslında. Ama önemli olan, ABD’nin bu tür
araştırmaları neden yapıyor olduğu. Kaldı ki, herhâlde insanların memnuniyetini
ölçmek için yapılmıyor bu araştırmalar. Belki de baskı altında tuttuğu
yönetimleri korkutmak ve “Halkınız size
karşı memnun değil, akıllı olup söz dinlemezseniz bir Arap Baharı daha
başlatırım ve sizi alaşağı ederim” korkusunu canlı tutmak için yapıyordur.
Ancak
araştırmanın sonuçlarını doğru kabul edersek, Türkiye için son derece olumlu
bir bakış geliştiğini görebiliriz.
Haber*
şöyle:
“ABD merkezli düşünce kuruluşu, 13
Arap ülkesinde anket yaptı. Arap kamuoyundan en yüksek beğeniyi Türk dış
politikası aldı.
Raporda, Arap kamuoyunun
hem kendi ülke içindeki politikalara bakışı, hem de bölgesel ve güçlerin
politikalarına yönelik fikirleri incelenmiş.
Ankete katılan
kişiler, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki bölgesel ve küresel güçlerin
dış politikalarına karşı yüzde 58 oranında negatif görüş belirtmiş.
Arap kamuoyunun en
olumsuz görüş bildirdiği ülkeler sırasıyla ABD, Rusya, İran ve Fransa olurken;
Türkiye, dış politikasıyla en beğenilen ülke olmuş.
Ankete göre
Türkiye’yi yüzde 55 olumlu görüş ile Çin, yüzde 52 ile Almanya takip etmiş.
Öte yandan yüzde
58 olumsuz görüş bildirilen İran ve ABD, Arap kamuoyunda dış politikası en çok
eleştirilen ülkeler olmuş.
Ankete
katılanların yüzde 81’i ABD’nin Filistin politikasına, yüzde 77’si Suriye,
yüzde 74’ü Yemen ve yüzde 70’i ise Libya politikasına karşı ‘olumsuz’ görüşe
sahip olduğunu ifade etmiş.
Katılımcılar,
ülkelerine karşı en büyük dış tehdit sorulduğunda ise çoğunlukla ‘İsrail, ABD
ve İran’a işaret etmişler.
Ankete göre Arap
kamuoyunun yüzde 89’u İsrail’i, yüzde 81’i ABD’yi, yüzde 67’si ise İran’ı
kendilerine en önemli dış tehdit olarak görüyormuş.
“Türkiye”
merkezli düşünmek
Arap
kamuoyunda İran’ın ABD ve İsrail ile birlikte tehdit olarak görülmesi, diğer
yandan dış politikasının ABD, İsrail ve Fransa ile beraber en çok eleştirilen
ve rahatsızlık duyulan ülkelerle beraber anılmasını nasıl okumalıyız?
Kamuoyumuzun
kabaca tüm Arapları yöneticileriyle bir tutan düşünceleri, bu verilere göre
sorgulanmayı hak ediyor!
Diğer
yandan İran’ı da içine katarak ifade edilen İslâm ülkeleri ya da İslâm dünyası
kategorisi de tamamen mânâsız bir sepet. Ne İslâm ülkesi olarak görülen İran’ın
durumunun, ne de İslâm ülkelerinin mevcut yöneticilerinin Arap kamuoyunu temsil
etme imkânı yok.
Meselâ
Türkiye’nin açıkça itiraz ederek sesini yükselttiği Filistin, Suriye, Yemen ve
Libya politikaları hakkında Arap kamuoyundan Türkiye’ye büyük destek var. Bu
desteği bazı Arap ülkesi yönetimlerinin Türk ürünlerine boykot çağrısının
toplumda karşılık bulamamasında görmüştük. Kendi toplumları Türk ürünlerini
boykot etmeyince yeni gümrük yasakları ile Türk ürünlerine engel olmaya karar
veren yönetimlerin hâlleri ortada.
“Türkiye yalnız
değildir!”
ya da “Türkiye, Türkiye’den ibâret
değildir!” sözüyle ifade edildiği gibi, ne kadar geniş bir coğrafyanın bizi
takip ettiğini anlamamız için bu araştırmayı yeniden gözden geçirmeliyiz.
Suudi
Arabistan yönetimi Pakistan’a, İsrail ile anlaşması ve Türkiye’ye karşı mesafeli
olması için baskı yapıyormuş. Diğer başka ülkeler için de bu tür girişimler ve
lobiler sürekli devrede; ancak sahada güçlü olan Türkiye’nin Ermenistan’a karşı
Azerbaycan ve Karabağ’da, Libya’da, Suriye ve Irak’ta, KKTC’de ve Doğu Akdeniz’de
neleri başardığını herkes görüyor. Ukrayna ve Doğu Avrupa’daki etkisi ile Uzak
Doğu ve Merkez Asya ile güçlenen ticârî ilişkilerini de Arap kamuoyu izliyor.
Afrika’da neler yaptığı ve gelişen işbirliklerinin meyvelerinin etkileri
kulaktan kulağa yayılıyor.
Velhasıl,
ABD tüm dünyayı izlemeye, anlamaya ve yön vermeye gayret ederken, Türkiye de
kendi çevresini ve dost-müttefik halkları anlayıp ona göre ilkeli ve tutarlı
yürüyüşüne devam ediyor.
“Yeni dönemde
Türkiye’ye karşı tedbir almalıyız” diyen ABD, Fransa ve Almanya gibi
ülkelerin açıkçası Türkiye’siz bir bölgesel ve küresel vizyonları da
bulunmamakta. En akılcı ve reel politikayı sürdüren Rusya, hem kazanımlarını
Türkiye ile anlaşarak sürdürme eğiliminde, hem de Türkiye’yi Batı’ya karşı bir
partner olarak görmekte. Asya ülkelerine her geçen gün daha çok ilgi gösteren
Türkiye, uzun vadede dünyanın değişen ağırlık merkezine yakın bir şekilde
kendini konumlandırmayı sürdürmeye kararlı.
Türk
kamuoyu, geleneksel ezberlerden ve önyargılarından kurtularak daha geniş bir
perspektifle bölgesel ve küresel ufkunu geliştirmek zorunda.
Sayın
Cumhurbaşkanımızın, Devletimizin gelecek vizyonu ile milletimizin gelecek
vizyonunun birbirini beslemesi ve desteklemesi için, “ne eski moda Batı
hayranlığı, ne de klâsik Arap düşmanlığı ile düşünemeyiz, bunun yerine makul
parametrelerle Türkiye merkezli olarak düşünmeye alışmalıyız”.
Türk
tarzı, Türk modeli, Türk anlayışı ve işbirliği usulleri, zamanla, kademe kademe,
her millet ve ülkeyle ilişkilerimizi dönüştürecek bir güç geliştirmeliyiz.
Bunun
için kendi Devletimizi, değerlerimizi merkeze alan bir bakış ile geçmişi ve
geleceği yeniden tasavvur etmeliyiz.