Türk Başkanlık Sistemi ve Umay -Devlet- Ana’nın semâmızda yeniden uçması (2)

Türk Donanması, Akdeniz’in sıcak sularından baş çıkaran birer deniz ejderi gibi “Mavi Vatan”ın her noktasında kendini göstermeye başladı. Bize yüz yıldır denizlerde oyun oynayanlar, gözlerini ovuşturarak denizdeki oyunumuzu seyretmeye başladılar. Sanki Barbaroslar, Turgut Reisler ve Seydi Ali Reisler gemilerimizin kaptan köşklerindeki yerlerini almışlar da tarihî zafer nâralarını atıyorlardı. Mevlâna’nın buyurduğu gibi, “Türk nâra atmayagörsün, aslanlar bile kan kusardı”.

ABD, AB ve diğer “hâricî bedhahlarımız”, 25 Haziran 2018 Başkanlık Seçimi’ni Cumhur İttifakı’nın kazanmasını asla istemiyorlardı. Bu ittifakın adayı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın, devlet gemisininin başına “Başkan” sıfatıyla geçtiğinde neler yapababileceğini çok iyi biliyorlardı. Ne yapıp edip, Erdoğan’dan kutulmanın bir yolunu bulmaydılar…

2013 Gezi Parkı Eylemleri’nden 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimine kadar, içerideki bağlantıları üzerinden dalga dalga eylem ve türlü türlü kumpas gerçekleştirmişler ama hiçbirinde umdukları sonuca ulaşamamışlardı.

Şer odakları, bu defa son çâre olarak, her denediklerinde kesin sonuç veren ekonomik darbe kozunu kullandılar. Türk kamuoyunu bu ekonomik darbeye hazırlamak için Başkanlık Referandumu’ndan önce dövizi tırmandırmaya başlamışlar ve Türk ekonomisi üzerinde  yumuşak bir karın oluşturmuşlardı.

Başkanlık Kabînesi’nin açıklandığı 9 Temmuz 2018 gecesinden itibaren düğmeye bastılar ve 12 Ağustos 2018 tarihinde de doları 7,20-7,50 TL aralığına sıçratan altın vuruşu yaptılar. Beklentileri, büyük bir çözülme ve çekilmiş bir teslim bayrağı görmekti.

Eski Türkiye’de bu tip altın vuruşlar, daima hedefe tam 12’den isabet eder ve ekonomik çökmenin ardından teslim bayrağı çekilirdi. Nitekim 1994 ve 2001 ekonomik krizleri, beklenen netîceyi beklenenden fazlasıyla yerine getirmiş büyük saldırılardı.

Fakat bu kez tuhaf bir şey oldu!

Türk ekonomi yönetimi, 15 Temmuz 2016’da halkın FETÖ darbesine karşı gerçekleştirdiği büyük direncin bir başka biçimini, ekonomik saldırı cephesine karşı gösterdi. Türk ekonomisi, ne algılara teslim oldu, ne de kendisini IMF’nin kucağına gitmesi için açılan sahte koridordan geçmeye tenezzül etti. Kuşatmayı azimle, sabırla, müşterek akıl ve imanla, en nihâyetinde de sırtını aziz milletine dayayarak yardı ve kırdı.

Başkanlık Sistemi’nin küresel ölçekteki bu ekonomik savaşa karşı gösterdiği direnç ve kuşatmayı yarma iradesi, Türk ekonomi tarihinin en büyük piyasa savaşıdır. Bahtiyarız ki, Türkiye bu piyasa savaşından zaferle çıktı. Tarihinde ilk defa, ekonomik bir operasyona nasıl karşı koyacağını ve ne gibi direniş yöntemleri geliştireceğini tam anlamıyla bu süreçte öğrendi. Ayrıca Başkanlık Sistemi, Devlet Başkanı’na Merkez Bankası Başkanını görevden alma yetkisi tanıyordu. Bu yetki, Başkanlık Sistemi’nin çok ince düşünülmüş tedbirî hamlelerinden biriydi.

Kuşatmanın toz ve dumanı dağıldıktan sonra Başkan Erdoğan, o dönemin Merkez Bankası Başkanını görevden aldı. Bu hamle, Türkiye’nin ekonomik kuşatmayı yardığını, IMF ile asla bir araya gelmeyeceğini ve ülke ekonomisini bu sisli ortamdan çıkarmaya son derece kararlı olduğunu gösteren bir hamleydi.

Bu arada Başkanlık Sistemi’nin ilk yılının vesâyet iktidarıyla muktedir iktidar arasında bir geçiş yılı olduğunu söylememiz gerekir. Bu geçiş yılında Başkan Erdoğan, şer odaklarınca hem ekonomik saldırı, hem de yerel seçim manipülasyonlarıyla tazyik altına alınmak istenmiştir. Ancak Erdoğan yönetimindeki sistem, geçiş yılını sadece ekonomik saldırılara ve maruz kaldığı seçim manipülasyonlarına karşı koymakla geçirmiyordu.

Aksine, vesâyet sistemi ile Başkanlık Sistemi arasındaki nazik geçiş yılının bittiğini ilân edecek büyük hamlelere hazırlanıyordu! Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediyesi Seçimi’ni takiben, Temmuz 2018’in ikinci yarısından itibaren başlayan muktedir iktidarın ayak sesleri, hem içte, hem dışta daha net duyulmaya başladı.    

Bu tarihten itibaren Türk Devleti, muktedir iktidar dönemlerinin kutlu kuşu olan Devlet Umay’ını yeniden semâya saldı. Bu eylem, devlet kuşunun kanat saldığı her yeri, bir tür vatan yapma amacına dayanıyordu

Umay’ın birinci uçuşu   

Devlet kuşumuzun ilk uçtuğu semâ ve kanatlarının altına aldığı ilk toprak parçası, Kuzey Suriye sahası oldu. 6 Ekim 2019 tarihi itibariyle Cumhuriyet tarihinin en büyük yığınağını yaptığımız güney sınırlarımızdan Kuzey Suriye’ye görkemli bir giriş yaptık. ABD ve şürekasının altı yıldır silaha, paraya, lojistik ve istihbârî desteğe boğduğu Suriye PKK’sını 6 günde târumâr eden bir hareket icra edildi.

“Barış Pınarı” adı verilen bu harekât, PKK’yi ve ondan çok şey bekleyen sahiplerini her yönden altüst etti. ABD ve AB ülkeleri, PKK’yı kurtarmak için her türlü vâsıtayı kullanarak üzerimize geldiler. Özellikle ABD, üzerinde ince hesapları olan kuklasını kurtarmak için Türkiye ile bir mukatabakat muhtırası imzalamak zorunda kaldı.

Türkiye çok ince ve detaylı yaptığı hareket plânını, altı gün gibi kısa bir sürede gerçekleştirdi. Bu harekât sonrası Kuzey Suriye, Umay Ana’nın kanatlarının gölgesinin düştüğü yer sıfatıyla dolaylı yoldan Türk toprağı oldu. Ancak ABD, bu muhtıra sonrası bölgeyi yıldırım hızıyla boşaltarak bizi Rusya ile karşı karşıya getirmeyi plânladı. Fakat sahada PKK’nın içine düştüğü zelil manzara, Rusya’nın da üstesinden geleceği bir durumu göstermiyordu. PKK’yı fena dağıtmıştık çünkü.

Sahadaki durumu çok iyi gören Ruslar, bizimle sürtüşmek yerine, tıpkı ABD gibi bir mutabakat muhtırası imzalayarak PKK’yı sınırlarımızdan 30-35 kilometre güneye çekmeyi taahhüt ettiler.

Umay Ana’nın kutlu devlet kanatlarının heybeti, hem ABD’yi, hem de Rusya’yı ürkütmüş ve o kanadın altındaki topraklar, Türk Devleti’nin himâyesine geçmişti. Türkiye çok yerinde ve akıllı bir hamleyle her iki anlaşmada da harekâtın sona ermediğini, aksine süreci takip etmek için geçici olarak durdurulduğunu açıkladı. Bu tavır, her iki süper güce de “Gelişmeler mutabakatlardan beklenen netîceyi vermezse, harekâtı tamamlamak için inisiyatif almaktan kaçınmam!” mesajını veriyordu.

Devlet kuşu, Suriye’nin kuzey semâlarında İHA ve SİHA formlarına bürünerek uçmaya ve o topraklara kut saçmaya devam edecekti.

Türk Umay’ı ne zaman semâlarda belirse, temsil ettiği millet, bir cihan devleti hâline geliyordu.

Umay’ın ikinci uçuşu

ABD, AB ve İsrail’in Türkiye’yi Kuzey Suriye’den kuşatmasının tek amacı, bizi Akdeniz sahasından uzak tutmak idi. Onların bu amaca ulaşmak için BOP bağlamında 15 yılda kurdukları tezgâh, bir haftada bozulmuştu. Karşı cephe, bu bozgunun şoku içerisinde Türkiye’yi durdurmanın yeni plânlarını yaparken, Türk Devlet Hüma’sı ise onların beklemediği bir çeviklikle Akdeniz semâsında uçmaya ve gölgesini Akdeniz’in sıcak suları üzerine salmaya başladı.

Umay’ın ikinci uçuşu, bize toprağı değil, suyu da vatanlaştırmamız gerektiğini ihtar ediyordu. Bu işaretin gereği olarak Akdeniz’de “Mavi Vatan” adıyla yeni bir vatan kurunca, karşı cephe, kelimenin tam anlamıyla tutuştu!

Türkiye, Akdeniz’de önce savaş gemileriyle, ardından sismik araştırma gemileriyle ve son olarak da sondaj gemileriyle görüldü. Türk Donanması, Akdeniz’in sıcak sularından baş çıkaran birer deniz ejderi gibi “Mavi Vatan”ın her noktasında kendini göstermeye başladı. Bize yüz yıldır denizlerde oyun oynayanlar, gözlerini ovuşturarak denizdeki oyunumuzu seyretmeye başladılar. Sanki Barbaroslar, Turgut Reisler ve Seydi Ali Reisler gemilerimizin kaptan köşklerindeki yerlerini almışlar da tarihî zafer nâralarını atıyorlardı. Mevlâna’nın buyurduğu gibi, “Türk nâra atmayagörsün, aslanlar bile kan kusardı”.

Denizde Mehter seslerine karışan nâralarımız, nice aslan görünümlü çakala kan kusturdu.

Şer güçlerinin plânı, Ege ve Akdeniz’i bir Yunan gölü hâline getirmek ve arkasından ellerini kollarını sallayarak “Mavi Vatan”ımıza çöreklenmekti. Lâkin Yunan, cüssesi ile mütenasip olmayan bir işe girişmişti. Bu işin altından kalkacak hiçbir gücü de yoktu.

Yunan bize kendisini, mitolojisindeki Pegasus gibi gösteriyordu. Fakat yakından bakınca bu görüntü, çekirge gövdesine iliştirilmiş sahte bir at başından başka bir şey değildi. Çekirge gövdesine iliştirilmiş at başıyla “Ben Pegasus’um” diyen Yunan ve Rum, çok gülünç görünüyordu.

Oysa semâda devlet kuşu olarak uçan Umay ne zaman yere inecek olsa, kanatlı atımız olan mitolojik “Tulpar” olarak inerdi. “Mavi Vatan”daki gemilerimizin üstüne bütün ihtişamıyla inen Tulpar karşısında, çekirge gövdesine iliştirilmiş sahte Pegasus kafasının bir ehemmiyeti yoktu.

Yunan’ın bu sahte atına karşı bizim Tulpar’ımızı temsilen Akdeniz semâlarında onlarca İHA ve SİHA, kutlu uçuşlarına devam ediyordu. Karşı cenahın, bu zamâne Tulparlarını izlemekten başka yapacağı bir şeyi yoktu!

Hilâfet merkezliği yapmış, büyük sultanları sînesine sarmış, sahabeyi kucaklamış erler ve erenler yatağı İstanbul’un içteki kuzgunlara ve dıştaki çaylaklara mesken olmaması gerekirdi. Başkan, Hüma’yı bunların tepesine saldı ki o alıcı kuşu semâda gören kuzgun ve çaylaklar, bu mekânda kuluçkaya yatmasınlar!

Umay’ın üçüncü uçuşu  

Türkiye, “Mavi Vatan” algısını olgu hâline getirdikten sonra, şer güçlerinin yorgun bakışları altında devlet Umay’ını bir kez daha uçurdu ve bu kez devlet kuşu, Turgut Reis’in yadigârı olan Libya topraklarında kanat salmaya başladı. Artık Türk’ün “Kızılelma”sı Libya’ydı. Çünkü Türk’ün Kızılelma’sı, Umay’ın uçtuğu yerdi.

Türkiye, Akdeniz’deki batı sınırını da belirleyen deniz yetki alanlarını belirleyen bir anlaşmayı Libya UMH’si ile yaptı ve bu anlaşmayı BM’ye bildirdi. Bu hamle, daha Doğu Akdeniz şokunu üzerinden atamayan karşı cenahı kelimenin tam anlamıyla kudurttu.

Hafter denen paçoz bir akbaba kuşunu, Türk Devlet Hüma’sının üzerine salmaya çalıştılar. Bu akbabaya, lak deyince et, luk deyince su veren birtakım devletler görüldü. Bu devletlerin başında; başını, kolunu ve kirli  tezgâhlarını “Barış Pınarı” bölgesinde ezdiğimiz Fransa, ardından Türk’ün çekim alanının kendi yapay iktidarlarını tehdit edeceğini gören BAE ve Suud geliyordu. Bunlara ilâve olarak hortlamış bir zamane Firavun’u olan Sisi, Rusya ve de sahada görünmeyen ama sahanın her yerindeki fitneyi tezgâhlayan ABD ile her durumdan vazîfe çıkaran Yunan…

Hafter akbabasıyla bizim çift başlı kartalımızın üzerine yürümeye çalıştılar, fakat ne yaparlarsa boş!

Devlet kuşunun gölgesinin düştüğü her kara parçası, Türk için vatandır! Ve Türk’ün genetiği, vatandan bir çakıl taşı bile vermemek üzere kodlanmıştır. Hoş, onlar, bu çakıl taşlarını alamayacaklarını bizden de iyi bilmektedirler. Bunu da sîneye çekecekler ve kendi aralarında bölünerek bizimle anlaşmaya çalışacaklardır.

Umay’ın dördüncü uçuşu

Başkan Erdoğan, kolunda yemlediği devlet kuşunu dördüncü olarak bir kuzgunun yuvalandığı Fatih’in emaneti İstanbul üzerine saldı. İstanbul, 2019 çifte yerel seçiminden sonra kuzgunların elinde kalmıştı.

Hilâfet merkezliği yapmış, büyük sultanları sînesine sarmış, sahabeyi kucaklamış erler ve erenler yatağı İstanbul’un içteki kuzgunlara ve dıştaki çaylaklara mesken olmaması gerekirdi. Başkan, Hüma’yı bunların tepesine saldı ki o alıcı kuşu semâda gören kuzgun ve çaylaklar, bu mekânda kuluçkaya yatmasınlar!

İstanbul’a uçurulan Devlet Hüma’sı, kanadının birini Marmara’ya, diğerini de Karadeniz’e saldı. Bu durumda Türk Devleti’nin yeni bir Kızılelma’sı daha oldu: Hüma’nın iki kanadı arasında bir suyolu inşâ etmek…

Bu suyolu tasavvuru, ete kemiğe bürününce “Kanal İstanbul” adını aldı.

Kanal İstanbul, iki işlevli bir projedir: İlk işlevi dostu yüzdürmek, ikinci işlevi ise düşmanı boğmak…

Bu proje, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin başına geçirilen zât ile onun yerli ve hâricî işbirlikçilerini kanalın sularına gömen bir projedir. “Boğuluyoruz!” feryatlarının ardında yatan korku budur.

Evvelâ bu kanal, İstanbul’u Avrupa’dan ayırarak onu bir ada hâline getirecektir. Bu plânın ilk mesajı, Avrupa ayağının budanacağı mesajıdır. İkincisi, Türkiye’nin boğazını sıkan Montrö elini kesmek ve rahat nefes almak hamlesidir. Üçüncüsü ise, cârî açığımızı yıllık 5 ilâ 7 milyar dolar azaltma projesi olmasıdır.

Dördüncüsü de, proje zât olan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın ipliğini pazara çıkarma hamlesidir!

Bu proje, bu zâtın bütün tezgâhlarını bozacak ve onu kanalın sularına gömecek olan bir projedir. Bu zât ve ardındaki güçler, olanca kuvvetleriyle bu projeye karşı çıkarak bir “İstemezük” manyağı hâline gelecekler ve kendi ülkesinin çıkarlarıyla çatışan bir görüntü çizerek halk nazarındaki itibarlarını kaybedeceklerdir. Devlet yönetimine ümit ve alternatif olma görüntüleri, devlet ayağına köstek ve engel olma görüntüsüne dönüşecektir.

Kanal İstanbul Projesi, 2023 Başkanlık Seçimleri’nin bir kez daha Cumhur İttifakı tarafından alınmasını garanti eden mükemmel bir siyâsî projedir. Sürecin sonunda, Hüma o kuzgunu boğacak ve dolunay buluttan sıyrılacak, 2023 yılında İstanbul, Tevfik Fikret’in istemezükçü neslinin “Sis”inden sıyrılarak Yahya Kemal’in “Aziz İstanbul”u hâline gelecek, dağılmaz gibi görününen, sisin arkasından revnaklı bir şehir olarak parıl parıl ortaya çıkacaktır!

Türk Devlet Umay’ı, 2021 yılı sonuna kadar burada işaret ettiğimiz semâlarda uçacak, 2021 yılından sonra dört yeni semâya, başka bir ifadeyle Kızılelma ufkuna  kanat çırpacaktır.

Bu semâlardan ilki Ege, ikincisi Afrika, üçüncüsü Balkanlar ve dördüncüsü de Asya semâlarıdır.

Daha atacak çok nâramız ve kan kusturacağımız aslan görünümlü çok çakal vardır, vesselâm…