TÜRKİYE ve Azerbaycan
tarafından 15 Haziran 2021 tarihinde imzalanan Şuşa Beyannâmesi, bir beyannâme
olmaktan ziyade, göründüğünden farklı işaretler içeren tarihî bir metindir.
Bundan
bir yıl önce Karabağ’ın işgalden kurtarılacağını söylesek kimse inanmazdı. Ama
oldu. Hem Karabağ, hem de Karabağ’ın kalbi, hâr-ı bülbülün vatanı Şuşa
kurtarıldı.
Sözü
burada bırakarak, şimdi sizi, Şuşa Beyannâmesi’nin bir gün öncesine yani 14
Haziran 2021’deki Brüksel’deki NATO toplantısı vesilesiyle Erdoğan-Biden
görüşmesine götüreceğim…
Malûmunuz,
bu toplantı öncesi, Türkiye’de Atlantik çıkarları için çalışan etki ajanları,
başkan olduğu zamandan beri güya Türkiye ile görüşme tenezzülünde bulunmayan
Delavereli Biden’in masaya yok şöyle dosyalarla, yok böyle dosyalarla
geleceğini, Türkiye’yi perişan edeceğini, böylece dövizin şu kadar liraya yükseleceği,
ekonominin çökeceği gibi sahibinin sesi kara bilgileri maksatlı ve bilinçli bir
şekilde yayarak kendilerince bir algı oluşturmaya çalıştılar. Elbette bu
algılar, reel-politik durumla alâkalı algılar olmaktan çok psikolojik
algılardı.
Geçen
haftaki yazımızda da belirttiğimiz üzere, ABD ile Türk tarafının görüşmeleri
öncesi ABD, içte birtakım operasyonlar yaparak Türkiye’yi daima eli zayıflamış
ve süngüsü düşmüş bir vaziyette görüşmeye mahkûm ederdi. ABD bu taktiğini son
görüşme öncesine kadar da başarılı bir şekilde uygulamıştı.
Ancak
15 Temmuz 2016 ihanet girişiminden sonra ABD’nin Türkiye’deki ordu, yargı,
üniversite, medya ve STK’lardaki örgütlenmesi ve nüfuz gücü büyük ölçüde
kırılmış ve ABD içte istediği operasyonları yapamayacak hâle gelmişti.
Bu
kuklalardan mahrum kalan ABD, en son çakaralmaz tüfekteki ıslak baruta benzeyen
bir mafya bozuntusunu sahaya sürdü. Daha önce FETÖ eliyle servis edilen üretilmiş
sahte bilgileri, bu kez de bu mafya bozuntusunun videolarıyla dolaşıma soktu. Üstelik
elindeki sosyal medyanın izlenme sayılarıyla oynayarak bu videoların
milyonlarca kez izlendiği kanaatini oluşturmaya bile çalıştı. Ancak ne yaparsa
yapsın, bir türlü beklediği etkiyi üretemedi.
ABD
ikinci olarak, kendi temin ettirdiği füzelerle donatılmış kuklası YPG’ye
Suriye’de Türk kontrol noktalarını vurma direktifi verdi. Tel Rıfat’taki YPG
unsurlarının muhtemelen Türk kontrol noktalarına attıkları füzeler, Afrin’deki
hastaneye düşerek onlarca sivilin ölümüne neden oldu. ABD’nin bu eylemden
beklediği, Türk askerlerinin şehit düşmesi ve iktidarın, içerideki dostlar
vasıtasıyla “Ne işimiz var Suriye’de?” baskısına maruz kalmasıydı. Fakat isabet
alan bir hastane ve ölenler de sivil olunca, büyük bir pişkinlikle kınama
demeci yayınlamaktan da geri durmadı.
Ancak
bu kez Türkiye’nin görüşme öncesi oynadığı oyunlar ve attığı adımlar ABD’nin
gardını düşürecek nitelikte idi. Türkiye, ABD’nin ekonomik operasyon kartına el
atacağını ve masaya buna ilişkin konular getireceğini varsayarak görüşmeden
önce Çin ile 3 milyar 600 milyon dolarlık bir takas anlaşması yaptığını
duyurdu. Ardından da Bir Kuşak Bir Yol projesinin ana deniz arterlerinden
birisi olacağı muhakkak olan Kanal İstanbul projesinin ilk köprüsünün temelini
atacağını ilân etti.
İkinci
olarak Türkiye, ABD’nin terörün kuluçka yuvası olarak BM şemsiyesi altında
gizleyip bir PKK üssüne dönüştürdüğü Mahmur Kampı’nın sorumlularını imha etti.
Üçüncü olarak da üst düzey devlet adam ve yetkililerinden oluşan Libya
çıkarması ile Akdeniz ve Libya’daki kazanımlarından geri adım atmayacağının
sinyallerini verdi.
Erdoğan’ın
Biden’le görüşme sonrası yaptığı basın toplantısında, “Buradan Karabağ ve
Şuşa’ya gideceğim” demesi, Biden’in 1915 tehcir olayını Ermeni Soykırımı kabul
etmesine karşı Azerbaycan ile müşterek hareket edeceğini ifade eden başka bir karşı
hamle idi.
İşte
15 Haziran 2021’de Başkan Erdoğan ve Başkan Aliyev tarafından imzalanan Şuşa
Beyannâmesi, bu gelişmelerin ışığında okunduğunda göründüğünün ötesinde bir
anlam arz etmektedir.
Şuşa
Beyannâmesi Türk coğrafyasında hangi anlamlara geliyor?
Şuşa
Beyannâmesi, öyle görünüyor ki Kasım 2021’de yapılması plânlanan Türk Konseyi
toplantısının Türk Devletleri Örgütü’ne dönüşeceğinin ilk işaret fişeğidir.
Özellikle
bu beyannâmede öz olarak “Azerbaycan’a yapılmış bir saldırının Türkiye’ye, Türkiye’ye
yapılmış bir saldırının da Azerbaycan’a yapılmış sayılacağı vurgusu”, durduk
yere yapılmış bir vurgu değildir. Bu madde, Türkiye ve Azerbaycan’ın “iki
millet bir devlet” ilkesinin “bir millet bir devlet” ilkesine geldiğini
göstermektedir.
Erdoğan’ın
Azerbaycan Âlî Meclisi’nde yaptığı konuşmasında “Azerbaycan’ın kaderi
kaderimizdir” ifadesi, kâğıt üstünde olmasa da mânâsı itibarıyla tek devlet ve
tek millet hâline gelindiğinin duygusal zeminidir.
Şuşa
Beyannâmesi’nde ayrıca, Türk savunma sanayii ürünlerinin Azerbaycan’da
üretileceğine dair vurgu, Türk savunma sanayiinin ulaştığı yüksek teknolojik
imkânların teknolojik transferlerle Azerbaycan’a aktarılacağının somut bir ifadesidir.
Buradaki
Azerbaycan-Türkiye dizilimini Türkiye-Özbekistan, Türkiye-Kırgızistan,
Türkiye-Kazakistan biçiminde okuduğumuzda Türkiye’nin savunma sanayiinde ulaştığı
yüksek teknolojik imkânları, aynı kökten geldiği kardeşlerinin savunma
ihtiyaçları için kayıtsız şartsız sunacağını göstermektedir.
Nitekim
14 Haziran görüşmelerinin arefesinde Kırgızistan Devlet Başkanı Caparov’un
Erdoğan’la görüşmesinden sonra Türkiye’nin Kırgızistan’a askerî hibeler yapacağına
dair beyandan Türk SİHA’larının Kırgızistan’a da verileceğini çıkarmak
mümkündür. Zira bundan birkaç ay önce Kırgızistan ile Tacikistan arasında
yaşanan sınır ihtilafında çok sayıda Kırgız askerinin ölmesi ve Kırgızistan’ın
Tacikistan karşısında zaaf göstermesi, Türkiye tarafından çok açık edilmese de
not edilmişti.
Kırgızistan’a
verileceği açıklanan askerî hibe böyle bir kritik sürecin arkasından gelince,
anlaşılıyor ki Caparov, Türk Konseyi’nde kurucu devlet olmanın getirisi olarak
şimdilik para ile almaya gücünün yetmediği oyun değiştirici Türk SİHA’larını
hibe usulü ile alarak Tacikistan karşısındaki askerî zaafından kurtulacaktır.
Ayrıca
Rusya’nın Kazakistan topraklarında gözü olduğuna dair son zamanlarda bilinçli
şekilde tedavüle soktuğu beyanları Kazakistan’ı teyakkuza geçirmiş ve Rusların
bu açık tehdidine karşı önlem almak için onları birtakım arayışlara itmiştir.
Geçtiğimiz aylarda üst düzey Kazak askerî yetkililerinin Baykar firmasında SİHA’ları
yerinde incelemesi, bu arayışın adresini ihbar etmektedir. Yakın zamanda
Azerbaycan gibi Kazakistan’ın da yüksek teknolojili Türk savunma sanayii
ürünleriyle ordusunu teçhiz edeceğinden kuşkumuz yoktur.
Ayrıca
Hazar Denizi’nin yukarıda Rusya ve aşağıda İran tarafından Azerbaycan, Kazakistan
ve Türkmenistan aleyhine birtakım oldubittilere maruz kalması, üzerinde
ciddiyetle durulması gereken bir husustur. Türkiye’nin Akdeniz’de boy gösteren
SİDA’larını, Hazar Denizi’nde dengeleri değiştirecek yeni bir oyuncu olarak
sahneye süreceğini öngörmek yanıltıcı olmaz.
Türk
devletleri içerisinde Türkmenistan’ın kendi hayâl dünyasında yaşayan,
gerçeklerden kopuk, megaloman bir liderin sultası altında ezilmesi ve kendisini
tuhaf bir aldanışla Orta Asya’nın İsviçre’si ilân etmesi, affedilir
gafletlerden değildir. Ancak nüfus ve nüfuz açısından bölgede hiçbir ağırlığı
olmayan Türkmenistan’ın denklemde şimdilik etkisiz eleman gibi bulunmasının
fazla bir sakıncası yoktur. Vakti geldiğinde dirayetli bir lider ile buluşan
Türkmenistan’ın da oluşturulan büyük sahnede rol almasını bekleyebiliriz.
Afganistan’daki
huzur gücü Türkiye olabilir mi?
Afganistan’dan
çekilmek zorunda kalan ABD’ye Erdoğan’ın “Pakistan ve Macaristan ile beraber Kabil Havaalanı’nı
biz savunalım” teklifi, üzerinde olduğumuz konuyla son derece alâkalıdır.
Afganistan,
çetin coğrafyası ve savaşçı insan kaynağı ile önce Rusya’yı, ardından ABD’yi
pes ettirmiş özel bir ülkedir. 11 Eylül kumpasının ardından ABD’nin
Afganistan’a girişi çok gösterişli idi. Ancak gelinen süreçte kuyruğunu kısarak
kaçmak zorunda kalması ise son derece ibretliktir.
Türkiye’nin
Afganistan’a bakışı, bir NATO üyesi olmasından çok, bir Müslüman ülkesi olması
ile alâkalıdır. Türkiye Taliban’a, hiçbir zaman ABD’nin pazarlamaya çalıştığı
gibi terörist bir grup olarak değil, Afganistan’ın sahibi, Müslüman ve mücahit
bir kitle olarak bakmıştır. Türkiye’nin Afganistan’da Taliban ile Müslümanın
Müslümanı öldürmemesi gibi zımnî bir anlaşma yaptığını, bugüne kadar gelinen
süreçte net olarak görmek mümkündür.
Çünkü
Türkiye, Erdoğan-Biden görüşmesinden iki gün sonra Biden ile Putin arasında yapılacak
görüşmede Afganistan’ın pazarlık konusu edileceğini çok iyi biliyordu. Nasıl ki
ABD Suriye’den çekilirken boşalttığı alanları Rusya’ya ihale etti ise,
Afganistan’ı da kendisi ile Çin’e karşı işbirliği yapması mukabilinde Rusya’ya
peşkeş çekecekti. Rusya, 1979’da işgal edip işgal sürecinde yaşadığı mağlûbiyetten
sonra SSCB’nin dağılmasına mâl olan Afganistan ile tarihî bir rövanşın peşinde
idi. Rusya’nın Afganistan’a girmesi, milyonlarca Müslümanın ölümüne mâl olacak
büyük bir faciaya yol açardı.
Türkiye
bunu hesap ederek, ABD’ye Macaristan ve Pakistan’la beraber Afganistan’da olma
niyetini bildirmiş ve Rusya’nın bu arzusuna kararlı bir şekilde set çekmek
istemiştir. Nitekim Rus Devlet Sözcüsü Zaharova’nın Türkiye’nin bu niyetine
ilişkin beyanının arkasından tehditvâri bir demeç vermesi, niyetlerinin Türkiye
tarafından deşifre edilmesinin hıncını yansıtmakta idi.
“Türkiye’nin
özellikle Macaristan ve Pakistan’la beraber Afganistan’da kalmak istemesi ne
anlama gelir?” diye sorulabilir.
Bunlardan
Türkiye-Pakistan ikilisi, “bir devlet iki millet” sistematiğinin başlangıçtan
beri yürüdüğü iki emsalsiz dost örneği teşkil eder. Pakistan, anti-emperyalist
karakteri ve İslâmî hassasiyeti yüksek bir ülkedir. Çin ile ilişkileri de müttefiklik
düzeyine gelmiş bir İslâm ülkesidir. Türkiye’nin Pakistan vurgusu, ABD’ye,
“Senin Çin ile ilgili endişelerin benim çıkarlarımla örtüşmediği müddetçe beni
bağlamaz” vurgusudur.
Macaristan’a
gelince… AB içinde kendisine kimlik arayan Macaristan, son yıllarda Hun
Türklerinden geldiğini ve köklerinin Türklere dayandığını resmî tez düzeyine
çıkarmaya başlayan bir ülkedir. Türk Konseyi’nde gözlemci üye statüsünde bulunan
Macaristan’ın Kasım’daki Türk Konseyi zirvesine tam üye olarak katılacağını
tahmin etmekteyiz. Macaristan’ın Türk SİHA’larını almakla ilgili girişimlerini
de bu bağlamda değerlendirmek gerekir.
Bize
öyle geliyor ki, Şuşa Beyannâmesi, Çin sınırından Adriyatik’e kadar olan
bölgede birleşik büyük bir Türk Devletleri Örgütü’nün doğum emarelerini taşıması
açısından tarihî bir beyannâmedir. Bu beyannâmeyi izleyen süreç, öndeki
Ermenistan seddinin yıkılmasını ve üstteki Rusya ile aradaki İran duvarının
sarsılmasını amaçlayan bir işaret fişeğidir. Vesselâm...