Tünellerin çimentosu Fransa’dan!

Cezayir’de bir milyon beş yüz bin kişi sadece bağımsızlık mücadelesi yapıyorlar gerekçesiyle akla hayâle gelmez işkencelerle katledilmiştir. Aynı Fransa, Kamboçya ve Vietnam’da bir milyon beş yüz bin insanı katletmiştir. Yine bu Fransa, Ruanda’ da beş yüz bin insanın katledilmesinin öncüsü olmuştur. Yani Fransızlar tarafından katledilen insanlar, toplam dört milyona yakındır.

“BEN ki, sultanlar sultanı, hakanlar hakanı, hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir vilâyetinin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medîne’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyârının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dahi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyârın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Han’ın torunu, Sultan Selim Han’ın oğlu, Sultan Süleyman Han’ım.

Sen ki, Françe vilâyetinin kralı Françesko’sun.

(…)

Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz!” (Ocak 1526)1

***

Üç kıta yedi iklimde mazlumların hâmisi (biizn-i Allah) kadim diyârımız, Osmanlı Cihan Devleti’nin mülkü üzerinde her türlü hile ve desiseye başvuran Batılı müsteşriklerin muharrik gücü (tahrikçi) ve emperyalist devletlerin -özellikle de iki ülke- ürettiği fitnenin hedefinde yer almaktadır.

Millet ve ümmet olarak, iki baş fitne üreticinin yüz yıl önce Osmanlı yurdu için hazırladığı yıkım projesini yani “Sykes-Picott” denilen sömürü kumpasını bilmemiz, tarihin tekerrürüne meydan vermemek ve istikbâlimiz için hayatiyet meselesidir. Peki, nedir bu sömürü kumpası?

İngiltere ile Fransa, 16 Mayıs 1916’da iki devlet arasında Osmanlı topraklarını paylaşan bir antlaşma yaptılar. Görüşmeleri Fransa adına François Georges Picott, İngiltere adına ise Mark Sykes yürüttüğü için bu anlaşmaya “Sykes-Picott Antlaşması” denildi. İngiltere ile Fransa, Osmanlı topraklarını şu şekilde paylaşmışlardı: Fransa, Suriye’nin tamamını, Lübnan’ı, Adana ve Mersin bölgesini alacaktı. Bağdat ile Basra arasında kalan Irak topraklarıyla Akdeniz’e açılan Hayfa Limanı da İngiltere’nin olacaktı. Bunun dışında her iki ülke, ayrıca kendilerine birer nüfuz alanı seçmişti. Kerkük-Akkâ hattının kuzeyi Fransızlara, güneyi ise İngilizlere ayrılmıştı. Filistin milletlerarası (!) statüde olurken, diğer Arap toprakları bağımsız olacaklardı(!).

İngiltere ve Fransa, kendi aralarında anlaştıktan sonra durumu işin nezaketi gereği (!) Ruslara haber verdiler. 1916 Mart’ında Ruslarla görüşmeler başladı. Bu görüşmelerde Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ön plândaydı. Rusya, kendisine bırakılan İstanbul ve Boğazlara mukabil İngiltere ve Fransa’nın alacağı toprakların fazla olduğunu ileri sürerek Kuzey ve Doğu Anadolu’dan da toprak istedi. Rusya’nın istediği topraklar, Erzurum, Trabzon, Van, Bitlis, Muş ve Siirt gibi illerimizdi. Rusya buna karşılık Fransa’nın Kayseri’den Elazığ’a kadar olan bölgeyi almasını kabul etti. İngiltere de bu duruma, Rusya’ya bırakılan yerlerde kendisine ait çıkarlarının korunması şartıyla itiraz etmedi. Böylece Sykes-Picott Antlaşması’na Rusya’nın dâhil edilmiş hâli ortaya çıktı. Antlaşmaya bu yüzden “Sazanov-Sykes-Picott Antlaşması” da denir.

Günümüzde, özellikle de Suriye’de olup bitenlerin, coğrafyayı kana bulayan bu acılı geçmişiyle ilişkisi manidardır. En azından müminler ve bu coğrafyada yaşayıp ihanet noktasında olmayanlar, irfânî yapımızdan hareketle, gelişen vakaların tesadüflerin aslında “tevafuk” dediğimiz netîceler olarak kâle alınması gerektiğini böylece bilebilirler.

Kapitülasyonlardan teröre, Türk-İslâm karşıtı Fransa

Gelelim Fransa ve diğerlerinin karın ağrılarına...

Tarihî hakikatler gösteriyor ki, Osmanlı coğrafyasında Fransa ve İngiltere’nin sömürgecilik faaliyetleri kalıcı izler bırakmıştır. Bunu Fransız Jakobenizmi ve İngiliz liberalizminin etkileri olarak da ele alabiliriz. Elan yaşadığımız FETÖ, İngiltere-Amerika ekseninde hayat bulmuş bağımlı yapıydı, PKK-PYD ise Fransa ekseninde hayat buldu. Birincinin yeni dinî hareketlerden, diğerinin ise din karşıtı hareketlerden olması tesadüfî değildir. Her iki terör yapısında Türk ve İslâm karşıtlığının ortak özellik olması şaşırtıcı değildir. Bu, emperyal merkezlerin yansımasıdır.

Akıbetini ecdâda hakaret olarak anlatmaya çalıştıkları “Kapitülasyonlar” ise, Fransa’ya Kanunî Sultan Süleyman Han zamanında bir “peyk devlet” mesâbesindeki Fransa’ya ileri görüşlülük saik ile verilen imtiyazlardır. Bilâhare aleyhimize bu kapitülasyonlar geri dönmüştür.

Bunun yanında, beşerî münasebetlerin tabiî sonucu olarak ve yüz yıldır İngiltere ile Fransa’nın gölgesinde liberal demokrasi ve aydınlanma havârisi kesilenlerin Türkiye’nin millî ve yerli dâvâsına kayıtsız kalmaları ya da mutlak bir karşıtlık üretmeleri ilginçtir.

Bu ülkenin aydınları Paris aşkıyla yanıp tutuşurlardı. Paris, onlar için her şeydi. Bu aşk onlara acıdan başka bir şey vermedi. İngiltere’nin de demokratik değerlerine inanmışlardı.

Yaşadığımız zaman diliminde ABD ve AB’nin neden her müspet hareketimize itiraz etmelerinin sebeb-i hikmetine gelince…

Milletimizi ve dolayısıyla beraberinde gönül coğrafyamızdaki mazlumları yüz sene evvel bir paranteze hapsedenlerin sürekli aleyhimize kararlar almalarının altındaki sebep, Anadolu’nun kavruk yüzlü çocuklarının “Kızılelma” veya “İlây-i Kelîmetullah için Nîzam-ı Âlem Ülküsü” düşüne giden yolun sonunda varılacak hedef ve ufuktaki muştudur. (Elhamdulillah!)

“Kıyama kalktığımız” Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve en son Barış Pınarı Harekâtı karşısında, yukarıda adlarını saydığımız emperyalistlerin hasmâne tutumlar takınmaları boşuna değildir.

Biraz da bize demokrasi dersi vermeye kalkanların genelde Batılı ülkeler, özelde ise Fransa’nın hâllerine bakalım…

Şimâl-i Afrika ve Orta Afrika’daki bütün sömürgeciliğin/emperyalizmin karnesinde Fransızların dahli mevcûttur. Avrupa’daki uzun süren savaşların başrollerinde Fransız lejyonerleri vardır. Hani şimdi de 1915 Ermeni Tehciri meselesini dillerine pelesenk eden kimi Batılı ülkelerin ve bilhassa Fransa’nın cemâziye’l-evveli çok kirli ve kanlıdır! Bunu herhangi bir tarafgirlik makâmı değil, ortada olan tarihî vaka ve belgeler söylemektedir.

Bilindiği gibi, Fransız Millî Meclisi’nde sözde Ermeni soykırımı yasası kabul edilmiştir. Çifte standartlı Batılı ülkelerin tipik bir örneğini sergileyen Fransa, önce kendi asıl soykırım yaptığı ülkelerdeki vahşet ve katliamların hesabını vermelidir. Cezayir’de bir milyon beş yüz bin kişi sadece bağımsızlık mücadelesi yapıyorlar gerekçesiyle akla hayâle gelmez işkencelerle katledilmiştir. Aynı Fransa, Kamboçya ve Vietnam’da bir milyon beş yüz bin insanı katletmiştir. Yine bu Fransa, Ruanda’ da beş yüz bin insanın katledilmesinin öncüsü olmuştur. Yani Fransızlar tarafından katledilen insanlar, toplam dört milyona yakındır.

Bu Fransa’yı ayrıca Çanakkale’de ve Urfa, Mardin, Hatay, Adana, Maraş ile Antep şehirlerinde de görmüştük. Ne işleri vardı Osmanlı Devleti’nde bu Fransızların? Fransa’nın, Türkiye’nin üniter yapısının parçalanmasına yönelik her türlü terörü desteklemekte ve teröristleri beslemekte olduğu unutulmamalıdır.”2

Yıllardır milletimizin evlâtlarının canlarının hebâ olmasına sebep olan “Kürtçülük” illetinin baş sorumlularından olan Batılı ülkelerin başında Fransa gelmektedir. Paris’te kurulan “Kürt Enstitüsü”, yine Moskova’daki Kürt Enstitüsü, Kürtlerin kara kaşına kara gözüne göre mi kurulmuştur? Bu devletlere Almanya, Hollanda, Belçika ve diğerlerini de katabilirsiniz. Konunun muhatabı Fransa’yı yazmaya devam edelim...

Bizim nesil, eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın eşi Daniella Mitterrand’ı iyi hatırlar. Soranlara hatırlatmak için bahsedeyim: Eski Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Bilici’nin (“Zana” soyadı, “Bilici”nin Kürtçe karşılığıdır) Fransa macerası meşhurdur. Türkiye’den kaçmış ve Kürtçülük hareketinin kompedanlarından olmuş Bilici’nin Paris’teki herzelerini unutmamak lâzım!

Yine tarih, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın, Batı’nın fen ve tekniğini öğrensinler diye Devlet-i Âl-i Osman’ın parasıyla Avrupa’ya, dolayısıyla Fransa’ya gönderip tahsil aldırdıkları, yurda döndüklerinde Cihan Devletimizi jurnalleyerek o yıkıcı muhalefetleriyle doludurlar. Günümüzde ise Elize (Elysee) Sarayı’nda ağırlanan PKK/PYD liderlerini unutursak, meselenin vahametini idrakten yoksun kalırız.

Fransa’nın sömürü karnesi

Bir araştırma grubunun raporundan Fransa’nın sömürü serencâmına küçük bir örnek vererek yazımızı nihayete erdirelim:

Avrupa’da İngiltere, Almanya, İspanya, Portekiz ve Hollanda gibi ülkelerle rekabet hâlindeki Fransa’nın (Petit de Julleville, 1873:6) sömürge topraklar arayış sürecini iki ana bölümde değerlendirmek mümkündür: 16’ncı yüzyıldan itibaren tedricen Kuzey Amerika, Antil adaları, Doğu Hindistan’ın bir bölümü ve Afrika’nın bir kısmı, Fransa’nın nüfûz alanına girer. 1830’dan itibaren ise 19’uncu yüzyıl, Fransa için kudretli bir imparatorluk rüyasının gerçekleştiği önemli bir dönem olur.

Fransa bu yüzyılda Hindiçin (Laos, Kamboçya, Vietnam), Yeni Kaledonya, Fransız Polonezyası gibi yeni sömürgeler elde eder ve Osmanlı Devleti’nin zafiyet içinde bulunmasından dolayı İngiltere ile birlikte Afrika’da mutlak söz sahibi olur. Cezayir (1830), Gabon (1839), Moritanya (1854), Senegal (1854), Gine (1855), Fildişi Sahili (1855), Kongo (1859), Mali (1883), Madagaskar (1896), Benin (1899), Burkina Faso (1896), Togo (1884-Almanya, 1918-Fransa), Çad (1900) ve Nijer (1900) gibi pek çok ülke, Fransa’nın kontrolüne geçer. Fransa, ele geçirdiği bu ülkeleri ya doğrudan sömürgeleştirme yoluna gider ya da Tunus (1881), Fas (1912), Laos (1893), Kamboçya (1863), Vietnam (1862) gibi protectorat (himâye) görüntüsünde kontrolü altına alır.”3

Milletimizin hamiyetperver rûhuna karşı “Haçlı” rûhunun sahipleri olan Fransa ve diğerlerinden kadirşinaslık beklemek beyhûdedir. Atalarımız, dost ve düşmanın nasıl belli olduğunu veciz kelimer ve serlevha ifadelerle bize mîras bırakmışlardır. Gerçek dostluk, dostunun saâdetini paylaşmaya gönüllü olmak kadar, felâket ânında ıstırabını paylaşmaya da gönüllü olabilmektir. İnsan, nimet paylaşmaya binlerce dost bulabilir lâkin iş külfet paylaşmaya yani meşhur tâbiriyle “zehirle pişmiş aşı yemeye” gelince, Cenâb-ı Hakkʼtan başka yâr ve yardımcı bulmak neredeyse imkânsızdır.

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi, “Sağlık, sıhhat, âfiyet ve huzur çağında herkes dosttur. Ama dert çağında, gam vaktinde Allah’tan başka dost nerede”?

Yazımızı Kelâm-ı Kadîm’in bir nasihatiyle bitirelim: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” (Âl-i İmrân, 173)

 

1Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralına Gönderdiği Mektup dan kısa ve bu günkü Türkçe ile yazılmış.

2Geçmişten Günümüze Türkiye-Fransa İlişkileri/Eşref Hilmi Açık-Milletlerarası (Uluslararsı) Politik Araştırmaları Merkezi

3Doç.Dr.Fatma Uygur/ "Fransiz Sömürgecilik Tarihi Üzerine Bir Araştırma", Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi-Turkish Journal of Social Research, yıl 17, sayı 3, ss. 273-286, Ankara, Aralık 2013. (Prof. Dr. Erdoğan Uygur ile birlikte)