
ÜLKEMİZ son aylarda
ekonomik açıdan bir dalgalanma yaşıyor maalesef. Benim “son aylarda”
dediğime bakmayın siz, esasında biz, ne zaman ileri düzeyde bir refah toplumu
olabildik ki?
Tarihsel
süreç
Şöyle
kuş bakışı târihimize bir bakıyorum, neredeyse son üç yüz yıldır ekonomik
anlamda hep sıkıntılar, buhranlar ve bunalımlar içerisinde geçmiş.
1699
Karlofça Antlaşması’yla uğradığımız ilk toprak kaybından sonra bir türlü dikiş
tutturamamış, Devlet-i Aliyye-i Osmâniyye’nin 18’inci ve 19’uncu yüzyıllarda
yapmış olduğu ıslahat ve reformlar pek bir işe yaramamış, Kapitülasyonlar ve Duyûn-u
Umûmiye yoluyla yapılan borçlanmalar da devleti batırdıkça batırmış ve
nihâyetinde süreç, devletin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır.
Bu
arada Batı boş durmamış, Rönesans ve Reform Hareketleri, Aydınlanma Çağı,
Sanâyi İnkılâbı gibi devrim niteliğindeki değişmelerle zenginleştikçe
zenginleşmiş, biz de o dönemin çağına ayak uyduramadığımız için pazar durumuna
düşerek fakirleştikçe fakirleşmişiz.
Balkan
Harbi, Birinci Dünya Savaşı, Millî Mücâdele yılları, İstiklâl Harbi, genç Cumhuriyet’in
kuruluşu, evet, bütün bunlar, savaş yorgunu bu milleti uzun yıllar kendine
getirememiştir.
Zaman
zaman yapılan ekonomik kalkınma hamleleri ise her on yılda bir yapılan askerî
darbelerle kesintiye uğramakla kalmamış, ülke onlarca yıl geriye götürülmüştür.
Bu ara dönemlerde kökleri bu topraklara ve bu millete yabancı olan bir avuç
soyguncu ve Boğaziçi Aşireti tarafından ülke soyulmuş ve bu şekilde 2000’li
yılların başlarına kadar gelinmiştir.
AK
Parti dönemi
2000’li
yılların başlarında iktidara gelen AK Parti, ilk birkaç yıl ülke ekonomisinin
kanını emen sülüklerle uğraşmış ve iktidarı “muktedir kılmak” istemeyen
vesâyet odaklarına karşı amansız bir mücâdeleye girişmiştir.
Süreç
içerisinde bu mücâdeleyi kazanan Hükûmet, bundan sonra ekonomik kalkınma
hamlelerine başlamış ve ülkeyi bayındırlık hizmetleriyle mâmur hâle getirerek
garip-gurebâ, dar gelirli ve orta direk vatandaşlarının ekonomik durumlarını
bir miktar da olsa düzeltmiş ve millî geliri önemli ölçüde arttırarak on bin doların
üzerine çıkarmayı başarabilmiştir.
Bu
olumlu gidişat, iktidarı devirmek ve ülkeyi batırmak isteyen iç ve dış güçlerin
ortaklaşa düzenledikleri meşhur “Gezi Olayları”na kadar sürmüş, fakat bu
olaylardan sonra ülke ekonomisi negatif yönde bir ivme kaydederek günümüze
kadar gelmiştir.
AK
Parti iktidarının ilk döneminde (yaklaşık 2013 yılına kadar) Hükûmet, halkının
refahını artırmak için elinden geleni samimiyetle yaparken, özellikle bu
dönemden sonra iktidar olmanın ayartıcı câzibesine kapılan parti mensupları ve
onlarla iş tutanlar yavaş yavaş bozulmaya, yozlaşmaya ve çürümeye
başlamışlardır.
Hükûmet,
gelmiş geçmiş tüm iktidarlar döneminde olduğu gibi bu dönemde de kendi
zenginlerini, kendi kapitalistlerini, kendi seçkinlerini, kendi elitistlerini,
kendi modernistlerini, kendi dokunulmazlarını yaratmış, doğru dürüst ne dâvâ
kalmış, ne de bir mefkûre!
Koltuklar
akrabalarla, aynı aileden kardeşlerle (kardeşlerin kimisi bakan, kimisi bakan
yardımcısı, kimisi milletvekili, kimisi rektör, kimisi büyükelçi, kimisi büyük
şirketlerin ve resmî kurumların yönetim kurulu üyesi, kimisi genel müdür
vesaire), hemşehrilerle doldurulmuştur.
Bu
meyanda herkese Hazreti Ömer’in adâletini ve Hazreti Osman’ın iktidarı döneminde
olup bitenleri hatırlatmakta büyük faydalar vardır diye düşünüyorum.
Mevcut
durum
“Üç
Y” (yasaklar, yolsuzluklar, yoksulluklar) ile mücâdele vaatleriyle iktidara
gelen AK Parti, ilk dönemdeki bu başarısından sonra ne hazindir ki ikinci dönemde
kendisi bu suçlamalarla karşı karşıya kalmıştır.
“Ateş
olmayan yerden duman tütmez” fehvasınca, bu suçlamalar gitgide halk nezdinde
satın alınmaya başlanmıştır.
Bir
de buna muhalefetin kara propagandası eklenince ve dahi ABD başta olmak üzere
Avrupa ülkeleri de ekonomik saldırılarını artırınca, ekonomik dengeler altüst
olmuş, faiz, döviz, enflasyon derken gelinen noktada milletin canı çıkmaya
başlamıştır.
Faiz,
döviz, enflasyon ve hayat pahalılığı başını almış gitmiş, bu olumsuz gidişattan
pek de memnun olan muhalefet partileri (görünüşte timsah gözyaşlarını onlar da
döküyorlar) zevkten dört köşe olmuş vaziyette iktidara son darbeyi indirme
hesapları yaparken, mücâdeleci ve inatçı kişiliğiyle zor günlerin adamı olduğunu
ispat eden Recep Tayyip Erdoğan ise yine karizmatik liderliğini konuşturmuş ve “benim”
diyen nice iktisat ve ekonomi profesörlerinin aklına gelmeyecek şekilde ve câri
olan tüm iktisat teorilerini altüst edercesine aldığı âcil önlemlerle göreceli
olsa da ekonomik dengeleri tekrar rayına oturtturmuş ve hem faizi, hem de
dövizi belirli oranlarda düşürmeyi başarabilmiştir.
Ancak
dövize dayalı mevduat hesabı uygulaması, özünde bankalarda parası olanların
işine yaramış, onların mevduat kayıplarındaki zararlarını önlemeye yönelik tedbirler
alınarak mevduat kayıpları garanti altına alınmıştır. Ama bankalarda mevduatı
olmayan gariplerin payına ise “Bir lokma bir hırka” felsefesiyle yine
Allah’a şükretmek düşmüştür.
Üstüne
üstlük “dövize dayalı mevduat hesabı uygulaması”, bu uygulamanın faiz
olup olmadığı tartışmalarını da beraberinde getirmiştir. “Nass”
hassasiyeti olanlar, artık buna da “İslâmî” bir kılıf bulurlar herhâlde.
Sanırım çoktan bulmuşlardır da!
Bütün
bunlara rağmen, enflasyon ve hayat pahalılığı hâlâ yakıcı etkisini göstermeye
ve milletin canını acımasızca yakmaya devam etmektedir ne yazık ki.
Çağrı
İşte
bu ahvâl ve şerâit içerisinde mâdem ekonomik açıdan bir kurtuluş savaşı
veriyoruz, mâdem hepimiz aynı gemideyiz, mâdem hepimiz bu yılmaz milletin ahfâdıyız,
mâdem hepimiz vatanımızı, milletimizi çok seviyoruz, mâdem hepimiz
vatan-millet-Sakarya diyoruz, mâdem “Ey halkım!” diyerek mangalda kül bırakmıyoruz…
O
hâlde çağrımdır…
Geliniz,
hep birlikte bir karar alalım ve bu zor günlerde bu “necip” millete iyilikte
bulunarak bir fedakârlık yapalım!
Bunun
başlangıcını, millete örnek olması bâbında, başta iktidar partisi olmak üzere
tüm partiler ve milletvekilleri yapsınlar.
Meselâ,
milyarlarca (eski parayla katrilyonlarca) olduğu söylenen ve milletten toplanan
vergilerle oluşan genel bütçeden kanun gereği partilere ayrılan payı (sanırım
bütçenin binde beşi kadar), yine Meclis’teki tüm milletvekillerinin katılımıyla
çıkarılacak olan yeni bir kanunla iptal edelim.
Edelim,
edelim ki millet sizin (partilerin) ne kadar samimî olduğunuzu görsün ve
anlasın.
Bir
taraftan “Ey halkım!” diye nutuk atacaksınız, bir taraftan da milletin paralarıyla
sırtımızdan bedava siyâset yapacaksınız, öyle mi? İktidara geldiğinizde de (belediyeler
dâhil) yedi sülâleniz, akraba-i taâllûkatınız, partizanlık yapan partilileriniz
bütün mâkâmları işgâl edecek, gariplere de kapının dışı gösterilecek, değil mi?
Bütün
bunlar yetmezmiş gibi, kimi zaman da vekilimiz olan sizler, hiç utanmadan,
sıkılmadan asil ve siyâseten velinimetiniz olan bizlere, bu garip insanlara
hakaret edeceksiniz, azarlayacaksınız, aşağılayacaksınız, öyle mi?
Yok
öyle yağma!
Hâddinizi
bilecek ve kendinize geleceksiniz!
Hep
siz mi bu garip millete hâd bildireceksiniz? Biraz da biz size bildirelim,
bakalım hâd bildirmek nasıl oluyormuş, nasıl zorunuza gidiyormuş, bir görün,
anlayın!
Siyâseti
bizim sırtımızdan yapmayınız lütfen! Nasıl yapıyorsanız yapınız. Parayı hem biz
vereceğiz, hem de koltukları dolduran ve iktidar olmanın nimetlerinden faydalanan
siz ve yakınlarınız olacak, öyle mi?
Bu
hangi vicdana, hangi insafa, hangi iz’ana sığar?
“Allah’ın on
pulunu bekleyedursun on kul;
Bir kişiye tam
dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt
yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın kefenimin
kefili karaborsa!”
(N.
F. Kısakürek, Destan)
Zâten
siz, bağışlar yoluyla, seçim dönemlerinde binlerce adaydan toplanan paralarla
pekâlâ bu işi (siyâsî faaliyetleri) rahatlıkla yapabilirsiniz. Kaldı ki, hangi
çağda yaşıyoruz, medya, sosyal medya, internet ve her türlü elektronik ve
dijital ortam ve imkânı kullanarak propagandalarınızı rahatlıkla yapabilirsiniz,
değil mi?
Onu
için geliniz, bu çağrıma kulak veriniz de genel bütçeden partilerinize ayrılan
paylardan ve milletvekili maaşlarınızın bir kısmından vazgeçiniz ve bu çilekeş
millete örneklik teşkil ediniz.
Ama
bütün bu paralar size az geliyor, doymuyor ve daha fazlasını, daha fazlasını
istiyorsanız eğer, ailemin tek nafaka parası olan emekli maaşımı da size
göndereyim de bâri, gözünüz doysun! Ne dersiniz, ister misiniz? Göndereyim mi?
Yukarıdaki
çağrıma (bütçeden partilere kesilen pay ve milletvekilleri maaşlarınızın bir
kısmından feragat) ses veriniz ve kulağınızın üzerine yatmayınız lütfen!
Yoksa milletin bu zor günlerinde hepinizi Allah’a ve millete şikâyet edeceğim ve ediyorum. Allah, sizin ve bizim aramızda hakem olsun ve en iyi hükmü O versin. Verecektir de inşa-Allah!