Tul-i emeller ve cemreler

Kâinata sessiz, sözsüz ve harfsiz bir füsun ile yerleştirilmiş kevni ayetleri kalben okuyabilmek marifettir. Ve Mina vadisinden bir esinti hissedip ruhlarımızda İbrahimî cemrelerle nefsî serzenişlerimize bir avuç “kor parçası”, şeytanî vesveselerimize bir “avuç çakıl taşı” savurmaya amâde olma vaktidir. Kültür Ajanda’mızın Mart sayısını böylesi hislerle hazırladık...

İNSANOĞLU, kendine bahşedilmiş irade, yeti ve yetkinlik melekeleri ile zamanın nabzını tutma pratiğinde ileri giderek uzun soluklu plânlamalar, tahayyüller ve yatırımlarıyla az ve/veya çok gafletin sınırlarında dolaştığının idrakine varamıyor.

Hayatın inanç merkezli seyrinde insan, “tul-i emel” hevasını kontrol edebildiği nispette hayreti mâkâm bilip yükseliyorken, kontrolsüzlüğü neticesinde o mâkâmdan tenzil ile varlığını hüsrana sürükleyebiliyor.

Ve insan, dünyanın dönüşüne saadet ekseni ve iki dünya yörüngesi bahşeden Vahy-i İlâhîden modern tuzakların tesirinde kalarak uzaklaştıkça kendi idraki boyutunca inşâ ettiği tul-i emel tabir edilen uzun vakitli hayâllerinin yıkışıyla enkaz altında kalıyor.

Modern dünya kışkırtıcı yöntemleriyle insanı bu tuzaklara çekmekle kalmayıp, sonrası için de plânladığı tespit, teşhis ve tedavi tuzaklarıyla hüsranına hüsran ekliyor. Hayâl kırıklığı tespiti, depresyon teşhisi ve ilâç piyasasının derin kuyusunda saklı antidepresan tedavisi ile insanın aslî varlığını ömür boyu ipoteklemenin başarısını -ekonomik güç lisansı- ile teyit ediyor.

Hâlbuki insan, hayatın ve ruhun bir manevî iklim dairesinde solunması hakikatini idrak ile yaşanması gerekliliği üzerinde düşünse, hacminden ve hâddinden fazlası ile meşgul olmak yerine kifâyet ölçüsünü prensip edinebilecek. 

Bununla birlikte saadet vaadi ile indirilmiş Kitabına muti olsa, kendisi için en somut zaman dilimi olan “ân”ı Kitabını rehber alarak yaşasa ve üç ayetlik “asr” sırra vâkıf olmaya çalışsa, ne ruhunu paramparça edecek enkazlar altında kalacak, ne de hâddini aşmış olacak!

Hepimizin malûmu, geçen yıl bu vakitler yani Mart ayının ilk haftalarında aklî hedeflerimizi belirlerken ve duygusal ufkumuzu seyrederken, adı “Covid-19” olan bir virüsün tüm yaşam ezberlerimizi bozacağını bilmiyorduk.

Yüzyıla imzasını atan, tüm dünya insanlarını etkisi altına alan, can sağlığından gayrısını umursamaktan alıkoyan, cüz’î irademizle baş edemeyeceğimiz bir pandemi ile yazgımızın akışı âniden değişiverdi. Aslında değişen yazgımız değildi. Bilakis, Küllî İrade ile insanlığın kaderine tayin edilen yazgıda ne yazılı ise tüm komplo teorilerine rağmen “Âlemlerin Rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz!” ayeti tecelli ediyordu.

Bilgi olarak farkındalığımız ile idrak olarak ezber bozuşlarımız arasındaki mesafe açıldıkça, teslimiyet ve tevekkül gibi imanî itminanlarımıza vehimler ve endişeler eşlik ederken bunaldık, özledik, sabrettik, şükrettik ve her şeyin eskisi gibi olmasını diledik.

Dört mevsim geldi geçti ve bizler çoğunlukla evlerimizde, pencerelerin ardından hayatı izledik. Belki de en çok iklimlerden feyz alabilme ihtimâli ihmâle uğradı da manevî ihlâllerimizle çokça eseflenir olduk.

Evet, etrafımızı saran ve ruh hâlimizi etkileyen iklimleri manevî bir lisan addedip ruhumuzun lehçesi ile okuma alışkanlığı edinmek, yaratılış gayemizi anlamak, varoluşumuzu anlamlandırmak ve hayat ile memat arasındaki yaşamak menkıbemizi aklen ve kalben izah edilebilir kılacaktır.

Her şeye rağmen pandeminin sene-i devriyesinde baharın eşiğinde, cemrelerin bir bir düştüğü şu demlerde, büyük bir badireyi göğüsleyenlerden olduk.

Şimdi, topraktan neşet edecek taze filizlerden, kuru dalların vereceği şıvgınlardan, sert rüzgârlarla yer değiştirecek meltemlerden, baharı müjdeleyen çiçeklerden ibret devşirme vaktidir.

Kâinata sessiz, sözsüz ve harfsiz bir füsun ile yerleştirilmiş kevni ayetleri kalben okuyabilmek marifettir.

Ve Mina vadisinden bir esinti hissedip ruhlarımızda İbrahimî cemrelerle nefsî serzenişlerimize bir avuç “kor parçası”, şeytanî vesveselerimize bir “avuç çakıl taşı” savurmaya amâde olma vaktidir.

Kültür Ajanda’mızın Mart sayısını böylesi hislerle hazırladık.

Yeniden dirilişin muştusu baharın ilk ayına erişmişken, ölüm ile hayat arasında mekik dokudu kalemler ve kelâmlar…

Atalarımızdan yadigâr, “Nevruz” kutlamalarının siyâsî bir ayaklanma bahanesi değil, bir ibretler levhası, bir bahar sevinci olduğunun altını -yeniden dirileceğimiz güne- imanımızı tazeleyerek çizdik.

Çanakkale şehitlerimizi, Millî Şairimiz Mehmet Âkif’i “Ruhları şâd olsun” diyerek andık. İstiklâl Marşı’mızı esaretten azade tarihimizi hatırlayarak, hürriyeti ruhumuzun tâ derininde hissederek sayfalarımızda dalgalandırdık ve sizlere sunduk.

Bu yıl bahar, mübarek vakitlerle birlikte geldi. “Üç ayların manevî ikliminden feyz almak nasibimiz olsun” diyor, huzurlu okumalar diliyoruz.

Hoşnut kalınız efendim!