İNSANOĞLU, kendine
bahşedilmiş irade, yeti ve yetkinlik melekeleri ile zamanın nabzını tutma
pratiğinde ileri giderek uzun soluklu plânlamalar, tahayyüller ve yatırımlarıyla
az ve/veya çok gafletin sınırlarında dolaştığının idrakine varamıyor.
Hayatın
inanç merkezli seyrinde insan, “tul-i emel” hevasını kontrol edebildiği
nispette hayreti mâkâm bilip yükseliyorken, kontrolsüzlüğü neticesinde o mâkâmdan
tenzil ile varlığını hüsrana sürükleyebiliyor.
Ve
insan, dünyanın dönüşüne saadet ekseni ve iki dünya yörüngesi bahşeden Vahy-i
İlâhîden modern tuzakların tesirinde kalarak uzaklaştıkça kendi idraki
boyutunca inşâ ettiği tul-i emel tabir edilen uzun vakitli hayâllerinin
yıkışıyla enkaz altında kalıyor.
Modern
dünya kışkırtıcı yöntemleriyle insanı bu tuzaklara çekmekle kalmayıp, sonrası
için de plânladığı tespit, teşhis ve tedavi tuzaklarıyla hüsranına hüsran
ekliyor. Hayâl kırıklığı tespiti, depresyon teşhisi ve ilâç piyasasının derin
kuyusunda saklı antidepresan tedavisi ile insanın aslî varlığını ömür boyu
ipoteklemenin başarısını -ekonomik güç lisansı- ile teyit ediyor.
Hâlbuki
insan, hayatın ve ruhun bir manevî iklim dairesinde solunması hakikatini idrak
ile yaşanması gerekliliği üzerinde düşünse, hacminden ve hâddinden fazlası ile
meşgul olmak yerine kifâyet ölçüsünü prensip edinebilecek.
Bununla
birlikte saadet vaadi ile indirilmiş Kitabına muti olsa, kendisi için en somut
zaman dilimi olan “ân”ı Kitabını rehber alarak yaşasa ve üç ayetlik “asr” sırra
vâkıf olmaya çalışsa, ne ruhunu paramparça edecek enkazlar altında kalacak, ne
de hâddini aşmış olacak!
Hepimizin
malûmu, geçen yıl bu vakitler yani Mart ayının ilk haftalarında aklî
hedeflerimizi belirlerken ve duygusal ufkumuzu seyrederken, adı “Covid-19” olan
bir virüsün tüm yaşam ezberlerimizi bozacağını bilmiyorduk.
Yüzyıla
imzasını atan, tüm dünya insanlarını etkisi altına alan, can sağlığından gayrısını
umursamaktan alıkoyan, cüz’î irademizle baş edemeyeceğimiz bir pandemi ile
yazgımızın akışı âniden değişiverdi. Aslında değişen yazgımız değildi. Bilakis,
Küllî İrade ile insanlığın kaderine tayin edilen yazgıda ne yazılı ise tüm
komplo teorilerine rağmen “Âlemlerin Rabbi
Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz!” ayeti tecelli ediyordu.
Bilgi
olarak farkındalığımız ile idrak olarak ezber bozuşlarımız arasındaki mesafe
açıldıkça, teslimiyet ve tevekkül gibi imanî itminanlarımıza vehimler ve
endişeler eşlik ederken bunaldık, özledik, sabrettik, şükrettik ve her şeyin
eskisi gibi olmasını diledik.
Dört
mevsim geldi geçti ve bizler çoğunlukla evlerimizde, pencerelerin ardından
hayatı izledik. Belki de en çok iklimlerden feyz alabilme ihtimâli ihmâle
uğradı da manevî ihlâllerimizle çokça eseflenir olduk.
Evet,
etrafımızı saran ve ruh hâlimizi etkileyen iklimleri manevî bir lisan addedip
ruhumuzun lehçesi ile okuma alışkanlığı edinmek, yaratılış gayemizi anlamak,
varoluşumuzu anlamlandırmak ve hayat ile memat arasındaki yaşamak menkıbemizi
aklen ve kalben izah edilebilir kılacaktır.
Her
şeye rağmen pandeminin sene-i devriyesinde baharın eşiğinde, cemrelerin bir bir
düştüğü şu demlerde, büyük bir badireyi göğüsleyenlerden olduk.
Şimdi,
topraktan neşet edecek taze filizlerden, kuru dalların vereceği şıvgınlardan,
sert rüzgârlarla yer değiştirecek meltemlerden, baharı müjdeleyen çiçeklerden
ibret devşirme vaktidir.
Kâinata
sessiz, sözsüz ve harfsiz bir füsun ile yerleştirilmiş kevni ayetleri kalben
okuyabilmek marifettir.
Ve
Mina vadisinden bir esinti hissedip ruhlarımızda İbrahimî cemrelerle nefsî
serzenişlerimize bir avuç “kor parçası”, şeytanî vesveselerimize bir “avuç
çakıl taşı” savurmaya amâde olma vaktidir.
Kültür
Ajanda’mızın Mart sayısını böylesi hislerle hazırladık.
Yeniden
dirilişin muştusu baharın ilk ayına erişmişken, ölüm ile hayat arasında mekik
dokudu kalemler ve kelâmlar…
Atalarımızdan
yadigâr, “Nevruz” kutlamalarının siyâsî bir ayaklanma bahanesi değil, bir
ibretler levhası, bir bahar sevinci olduğunun altını -yeniden dirileceğimiz
güne- imanımızı tazeleyerek çizdik.
Çanakkale
şehitlerimizi, Millî Şairimiz Mehmet Âkif’i “Ruhları
şâd olsun” diyerek andık. İstiklâl Marşı’mızı esaretten azade tarihimizi
hatırlayarak, hürriyeti ruhumuzun tâ derininde hissederek sayfalarımızda
dalgalandırdık ve sizlere sunduk.
Bu
yıl bahar, mübarek vakitlerle birlikte geldi. “Üç ayların manevî ikliminden
feyz almak nasibimiz olsun” diyor, huzurlu okumalar diliyoruz.
Hoşnut
kalınız efendim!