Tükettikçe tükeniyoruz

Sürekli bir şeyleri tüketen insanlar piyasaya sürüldüğü için, herkesi öyle sanıyor ve “herkesleşmek” zorunda olduğumuz algısına kapılıveriyoruz. Şahsî kanaatimce insan, tükettiğini üretmedikçe mutlu olamıyor!

TARİHLER değişiyor ancak mânâ ve muhteviyatta pek o değişim mevzubahis değil. Osmanlı’nın çöküşünden beridir bu vatanın evlâtları yine aynı vatan toprağında olanlara kırdırılıyor. Anlamak ve anlamlandırmak güç bazı olay ve durumları…

Genç yaşta bunca şeyi kaldırmak pek mümkün olmuyor, birçok şeyin farkında iken hiçbir şey yapamamaksa...

Son yüz küsur senedir farklı şekillerde de olsa bu ülkenin evlâtları yine bu ülkenin evlâtları tarafından öldürülüyor. Öldürmekten kastım, bedenin değil, rûhun mânâ itibariyle öldürülmeye çalışılması… Mânânın (mâneviyatın) maddeye esir edilmesi…

Bu, iş ilk başlarda siyâsî fikriyat dergileri ile başlamış, sağ-sol olayları ile sokaklara inmiş, sinemalar yoluyla meydanlarda yayılmış, sokaklardan evlere televizyonla girmiş ve sonrasında da malûm, evin içindeki her bir bireyin elinde olan telefonlar vâsıtasıyla fertleşmesine ve soyutlanarak soysuzlaşmasına (kendi soyunun zenginliğini, değerini bilmeden Batı’nın değerlerine bakmaktan boynu tutulan kimseler için) yol açmıştır.

Ülkemizde sosyal medya kültürü oldukça yaygınlaştı ve artık sosyal mecra, bir kültür sıfatı kazandı. Günümüzde her şey yalnızca tüketim odaklı gibi gösteriliyor biz gençlere başka gençler tarafından; her dönem “oyun kurucular”, kanlarının deli akmasından mı, yoksa dimağlarının kolay işlenebileceğinden midir bilinmez, büyük oyunlarını bazı gençler üzerinden gençliğin üzerine, piyasaya sürüyor. Bugünün gençleri, yarının geleceği hesabını yaparak uyguluyorlar bunu. Oyun kurucuların kim oldukları az çok bilinen bir husus; ancak burada isimlerini zikrederek onları daha da ilgi çekici hâle getirmenin lüzumu yok.

Mevzubahis biz gençler, çok akıllı olduğumuzu düşünsek de pek çok şeyi sorgulamadan benliğimize işliyoruz. Ne kadar “etkilenmediğimizi” iddia etsek de aslında sosyal medyada baktığımız ve çok çabuk geçtiğimiz bütün bilgiler bilinçaltımızda yerini alıyor.

İnsan nasıl “vakit geçirdiği beş kişinin ortalaması” ise, sosyal medyada nelere bakıyorsa, onun yaşama biçimi de o oluveriyor. Bir zaman sonra o gördüğümüz şeyler bizde alışkanlık hâline geliyor; alışkanlıklarımız ise hayatımız oluveriyor ve dönüp baktığımızda “Asla yapmam!” dediğimiz birçok şeyin içinde buluyoruz kendimizi. “Kınamayınız, kınadığınız şey başınıza gelmedikçe ölmezsiniz” hadîs-i şerîfi bir kez daha mânâsını buluyor.

Sürekli bir şeyleri tüketen insanlar piyasaya sürüldüğü için, herkesi öyle sanıyor ve “herkesleşmek” zorunda olduğumuz algısına kapılıveriyoruz. Şahsî kanaatimce insan, tükettiğini üretmedikçe mutlu olamıyor! Yaşam şartları daha ağır olmasına rağmen köyde yaşayan insanların şehirdekilere oranla daha mutlu ve huzurlu olmalarının başlıca sebeplerinden biri de budur…

Eskiden bir insan bir şeyi üretince kıymetli idi, şimdi ise bir insanın değerli atfedilmesi ve güzel işler yapmasının ölçüsü, onun ne kadar tükettiği ile eşdeğer görülüyor. Başkaları bizim adımıza üretiyor, bizlerse sadece tüketiyoruz.

Misâl, A kişisi sosyal medyada çok takip edilen biri olsun; her gün onlarca ürünü hikâyesinde paylaşıyor ve bu oranda dinleyicisi, görüntüleyicisi artıyor. Artan görüntüleme sayısı, ona para kazandırıyor. Yani bir şeyleri tükettiği ölçüde tüketmesi için tüketilecek madde (para) ona birileri tarafından veriliyor.

Şöyle detaylandırabiliriz: “Biri”, yaşadığınız her yere kameralar yerleştirse ve -affedersiniz- yatak odanıza kadar hayatınızı o kameradan takip etse, tepkiniz büyük olur, değil mi? Ancak sizi “biri” değil, “birçok kişi” izleyince, sorun kalmıyor(!). Her gün sosyal medyada sıradan insanlar kendi hayatlarını kendi elleriyle teşhir ediyor ve biz de izleyerek onlara ortak oluyor yani tüketilen şeyleri izleyip tüketimi tüketerek tüketime katkı sağlıyoruz.

Esasen biz insanlar, tükettikçe tükeniyoruz ve bunun farkında değiliz. Farkına varınca, inşallah her şey için çok geç olmaz!