TÜKETİM, sadece insanın
ihtiyaçlarıyla ilgili bir olgu değildir. Tüketim, maddî ve psikolojik tatminin
yanı sıra imaj, sosyal statü, kimlik, kişilik ve benlik gibi çok sayıda olgunun
etki ettiği ve şekillendirdiği bir olgudur.
Bunun
yanı sıra tüketim olgusu, en temelde ihtiyaç olgusuyla ilişkilidir. İhtiyaç
kavramı, insanların gereksinimleriyle, insanların tatmin düzeyleri ve
rahatlığıyla yakından ilgilidir. Tabiî “ihtiyaç” deyince akla hemen Maslow’un
İhtiyaçlar Hiyerarşisi geliyor. Tüm dünyada kabul gören Maslow’un teorisi, 5
temel kategoriden oluşuyor. Maslow’un hiyerarşisinde en altta yeme, içme,
cinsellik, uyku gibi hayatı devam ettirebilmek için gerekli olan asgarî
ihtiyaçlar yer alıyor. İkinci kategoride beden, iş, aile, sağlık ve mülkiyet
güvenliği
gibi güvenlik gereksinimleri bulunuyor. Üçüncü kategoride aile, arkadaşlık, ait
olma, sevgi gibi ait olma ve sevgi gereksinimleri geliyor. Dördüncü kategoride
ise takdir edilme, beğenilme, sosyal statü gibi ihtiyaçların yer aldığı
saygınlık veya başka bir adlandırmayla “değer ihtiyaçları” yer alıyor.
Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’nin en tepesinde ise hakikate ulaşma ve
kişisel doyumların yer aldığı “kendini gerçekleştirme” gereksinimleri
bulunuyor.
Maslow’un hiyerarşisinin yanı sıra benzer sınıflandırmalar da geçmişte
ortaya konulmuştur. Ama en temelde ihtiyaçlar hiyerarşisi bu şekilde
literatürde yer alıyor.
Görüldüğü gibi, tüketimin temelinde yer alan “ihtiyaç” kavramının ihata
ettiği alan çok geniş ve fazlasıyla derindir. Bu da tüketim olgusunu fazlasıyla
girift hâle getiriyor.
Reklâm manipülasyonları
İhtiyaçların hangi oranda tatmin edileceği sorusu da tüketim olgusuna etki
eden bir durumdur. Çünkü tatmin eşiğine sınır koymak güçtür. Zaten tüketimin sürekli
hâle getirilmesini sağlamak için tüketim olgusu üzerinden küresel sistem
kuranlar, insanların tatmin eşiğini sürekli yükselten tahrik edici ve
kışkırtıcı ögeleri sürekli insanların gündeminde tutarak tüketimi devamlı
kılmaya çalışıyorlar.
Bu noktada reklâm olgusu devreye giriyor. Reklâmlar, günümüzde insanların
neyi ne şekilde ve nasıl tüketmesi gerektiği hususunda son derece
belirleyicidirler. Bu nedenle insanları tüketime yönlendirmek isteyenler,
tüketilecek şeyin kendisinden daha çok reklâmına yatırım yapıyorlar. Bunun için
psikologlar ve sosyologlar ile yakından çalışıyorlar.
Reklâmlar, insanların zaaflarını, korkularını, alışkanlıklarını manipüle ederek insanları tüketmeye yönlendirir. İnsanlar çoğu zaman bunun farkında olmazlar. Ama asıl ihtiyaçlarını göz önüne alarak tüketim alışkanlıkları geliştirenler, reklâmların manipülatif etkisine karşı durabilirler.
Manipülasyonlarla kuşatılmış bir alan
Günümüzde insanların çoğu sahip oldukları ekonomik gücün az bir kısmını
asıl ihtiyaçlarını karşılamak için kullanırken, kalan kısmını ise ekonomik
gücünü çoğunlukla reklâmların şekillendirdiği sanal ihtiyaçları karşılamak için
kullanıyorlar.
Sanal ihtiyaçlar insanların arzularına dayalı olduğundan, tüketim olgusunu
sürekli hâle getirmek isteyen reklâm yapıcıları, insanların arzularını harekete
geçirecek içerikleri sürekli insanların gündeminde tutuyorlar.
İnsanların hayatlarını devam ettirebilmek için gerekli temel ihtiyaçlar
için tüketim alışkanlıkları geliştirmeleri anlaşılır bir durumdur. Ama
insanların bu ihtiyaçlar dışındaki şeylere yönelik bu ihtiyaçlardan katbekat
daha fazla bir tüketim alışkanlığı geliştirmeleri ilk bakışta anlaşılır
değildir. Daha doğrusu, “İnsanların bu ihtiyaçlar dışındaki şeylere yönelik bu
ihtiyaçlardan katbekat daha fazla bir tüketim alışkanlığı geliştirmelerinin
nedeni nedir?” sorusuna cevap bulmak ilk başta zordur.
İnsanlar bazen sıkıntı, bazen üzüntüden bu tür bir tüketim alışkanlığı
geliştirebilirler. Bazen tüketmek insana iyi gelir. Ama bu tür tüketim alışkanlıklarının
temelinde sosyal statüyü görünür kılma, sosyal statüyü insanlar veya toplum
nezdinde nazara sunma vardır. Uzmanlar, insanların kendilerini ödüllendirmek
için tüketime yönelebileceklerini, bu durumda insanda mutluluk hissi oluşturan
dopamin salınımının ortaya çıktığını söylüyor. Ama bu durum insanları
yanılsamaya itiyor. Çünkü bu durumu sürekli kılmak için tüketimi de sürekli
kılmak gerekiyor. Bu ise çok ciddî bir yanılsamayı doğuruyor. Günümüzde bazı
alışveriş merkezlerinde dopamin salınımını arttırmak için özel kokular
kullanılıyor. Yine AVM’ler dopamin salınımını arttırmak için insanların
hissiyatlarını manipüle eden bir sürü ışık oyunu, bir sürü görsel öge ya da
pazarlama stratejisi kullanıyorlar. AVM’lere girildiğinde alışveriş
hissiyatının artmasının arkasında bu gibi durumlar var.
Sosyal hareketlilik ve etkileşim, tüketimi cilâlıyor
Doğru tüketim alışkanlıkları geliştirmek ve yanlış satın alma dürtülerinden
kurtulmak günümüzde zor bir durumdur. Başta medya olmak üzere bütün iletişim
kanalları, insanları tüketime yönlendirmek için her türlü manipülasyonu
kullanıyorlar. Bu manipülasyonlar sonucunda insanlarda aşırı bir tüketim
alışkanlığı gelişiyor.
Tüketim alışkanlıklarının artmasında ve tüketim olgusunun hayatımızda bu
kadar yer etmesinin altında sosyal hareketliliğin artmasının da büyük payı var.
Sanayileşmeyle birlikte başlayan ve internet teknolojilerinin artmasıyla baş
döndürücü bir hıza ulaşan sosyal hareketlilik, etkileşimi çok fazla arttırdı.
Etkileşimin artması da farklı tüketim ögelerinin, farklı tüketim biçimlerinin,
farklı tüketim alışkanlıklarının yaygınlaşmasını sağladı. Bugün sosyal medyada
trend olan bir durum çok kısa bir zamanda tüm dünyaya yayılabiliyor ve insanlar
bu trendler doğrultusunda tüketim biçimlerine yönelebiliyor.
Baş döndürücü bir hızla gerçekleşen sosyal hareketlilik ve onun oluşturduğu
etkileşim, insanların imaj olgusunu daha ön plâna çıkarmalarına sebebiyet
verdi. Beden üzerinden inşâ edilen imaj, tüketimin en temel tetikleyicilerinden
biri hâline geldi. Reklâmın, benmerkezciliğin ve rol modellerin belirlediği
imaj; kimliğin, kişiliğin ve benliğin belirlenmesinde çok önemli bir aracına
dönüştü.
Günümüzde insanların tükettikleri şeyler, insanın sosyal statüsüne, kimlik, kişilik ve benliğine dair çok fazla veri barındırıyor. Seküler yaşamın fazlasıyla toplumsal hayata hâkim olduğu yerlerde benliğe yüklenen anlam, hatta benlik saygısı, tüketme gücüyle ölçülüyor.
Reklâmlar, günümüzde insanların neyi ne şekilde ve nasıl tüketmesi gerektiği hususunda son derece belirleyicidirler. Bu nedenle insanları tüketime yönlendirmek isteyenler, tüketilecek şeyin kendisinden daha çok reklâmına yatırım yapıyorlar.
İmajın yüceltimi tüketimi de yüceltiyor
İmajın sermaye olarak kullanıldığı bu düzende ister istemez değerler
aşınıyor, değerlerin aşınması da düzene karşı koymayı güçleştiriyor. İmajı
zayıf olanın düşük benliğe sahip olduğu yanılsaması, bu düzen içerisinde çok
fazla kabul görüyor.
Reklâmlarda sunulan her ürün, öncekinden daha iyi ve daha güzel olarak
sunulur. Yani her imaj çalışması daha iyi ve daha güzel üzerine kurulur. Bu
kurulum sayesinde insanlar her yeni ürüne, dolayısıyla o ürünün oluşturacağı
imaja sahip olduklarında diğer insanlardan bir adım önde olduklarını düşünürler.
İnsanlar hep önde olabilmek ve geriye düşmemek için hep en yeniye sahip olmak
isterler. Bu da onları sürekli tüketime yönlendirir.
Tüketime yön veren küresel güçler; insanın kendisini ispat etmesinin ancak
sahip olduğu şeylerle mümkün olabileceğini medya içerikleriyle gösterir. Bu yanılsamaya tutulanlar da
günlerce, hatta aylarca kapılarını açmadıkları ama bir sürü aksesuar ve
nesneyle döşedikleri salonlar, hiçbir zaman kullanmadıkları özelliklerle bezeli
cep telefonu gibi ürünlerle statülerini gösterme eğilimine girerler.
Konuyla alâkalı olarak bir anekdot, bugünlerde sosyal medyada sıklıkla
dolaşıyor. Ünlü bir giyim firması çalışanı, firmanın satılmayan kıyafetlerinin
çöpe atıldığını fark eder. Kıyafetleri çöpe atmaktansa ihtiyaç sahiplerine
verilmesinin daha uygun olacağını düşünerek patronuna, “Bu ürünleri çöpe atmak
yerine neden ihtiyaç sahiplerine dağıtmıyoruz?” diye sorar. Cevap ilginçtir: “Bizim
ürünlerimizi sadece zengin insanlar satın alabiliyor. Eğer bu kıyafetleri
fakirlerin üzerinde görürlerse rahatsız olurlar. Ayrıca marka değerimiz düşer
ve zarar ederiz.”
Bu anekdot
bize, sahip olunan nesneler üzerinden statüyü görünür kılmanın, bunun için
değerinden ve gereğinden fazla maddî kaynak ayırmanın âdeta kutsandığını
gösteriyor.
İmajın bu denli kutsanması nedeniyle giderek her şey doğallığını yitirip
sunileşiyor. Bu sunilik o kadar baskın ki, artık gerçek, olabildiğince arka plâna
itilmiş, hatta tiksinilir hâle gelmiş durumda.
İmajın bu denli kutsandığı günümüzde tüketim, insanları sahte bir hayat yaşamaya
sürüklüyor. Düzenin inşâ edicileri insanları bu şekilde mutlu olacaklarına o
kadar inandırmış durumda ki insanlar aksi bir eyleme girişmekten çekiniyorlar.
Bu yanılsamayı aşıp doğal olana, hakikî olana yönelenler de tüketim
alışkanlıklarını hemen değiştiremiyorlar.
İmaj ve tüketimin inşâ ettiği hayat şekli çok hızlı ve çok güçlü bir kültür
oluşturduğundan, bu kültüre karşı koymak, bu kültürü dönüştürmeye çalışmak çok
güçtür. Çünkü sosyal
hareketlilik, kitle iletişim araçları, reklâmlar ve bunun sonucunda doğan
etkileşim, tüketim kültürünü o denli besliyor ki
insanların çoğu bunu bile bir ihtiyaç olarak görüyor ve çarka karşı koymak bir
yana, bu çarkın birer parçası hâline gelmek için fazladan çaba
harcıyorlar.
Tüketimin sürekliliğinin sağlanması için tüketici imaj, moda, statüyü gösterme
gibi şeylere bağımlı hâle getirilirken, tam tersi bir propagandayla bunlara
bağımlı olan insan tipi yüceltiliyor. Bu yüceltim yapılırken, değerler birer
kamuflaj olarak kullanılıyor. Bu kamuflaj sayesinde insanlara bağımlı oldukları
gerçeği unutturuluyor ve tam tersi yüce bir yaşamın bireyleri oldukları yanılsaması
sürekli zihinlerinde tutuluyor.
Tüketim Tanrısını insanîleştirmek
Tüm bunlar ışığında en başa dönecek olursak tüketim; insanın yaşamını idame
ettirmesi için gerekli olan fizyolojik ihtiyaçlarını giderme, beden, sağlık ve mülkiyet gibi güvenlik gereksinimlerini
karşılama, aile, arkadaşlık, ait olma ve sevgi gibi sosyal gereksinimlerini
tatmin etme, takdir edilme, beğenilme, sosyal statü gibi gereksinimlerini elde
edebilme ve en nihayetinde de kendini gerçekleştirmesi için vazgeçilmez bir
olgudur.
Fakat tüketim olgusu, günümüzde bunların çok ötesine geçerek
tanrılaştırılmış durumda. Küresel inşâ ediciler, “Tüketim Tanrısı” (!) ile başta
insanî ve vicdanî değerler olmak üzere insanı insan yapan tüm paradigmayı kendi
çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendiriyorlar. İnsanı bencil, arzularının
esiri bir varlığa dönüştürüyor ve bu varlığı oluşturduğu sahte bir yüceltimle
kutsuyor.
Her geçen gün hayatın merkezine biraz daha yerleşen bu yanılsamayı tersine
çevirmek ve tüketim tanrısını insanîleştirerek insanın gerçek ihtiyaçlarına
hizmet eder hâle getirmek yine insanın elinde. Bunun için tek çare, ölçülü bir
tüketim anlayışını inşâ etmekten, o da ölçülerle bezenmiş değerleri canlı ve
diri tutmaktan geçiyor.