Tüketim kültürünün üzerimizdeki yansımaları

Avrupaî tarz-ı hayatın, ülkeye giren uluslararası şirketler aracılığı ile bilinçsiz tüketicilere benimsetilmesi plânlanıyor. Bunda da başarılı olunuyor. Bu tür ekonomik güç, siyâsî ve kültürel güce dönüşerek insanları etkisi altına alıyor. İnsanlar aynı meşrubatı içiyor, aynı köfteleri veya pizzaları yiyor, aynı marka ayakkabıları ve giysileri giyiyor, aynı müzikleri dinliyor ve eğleniyorlar. Ortaya çıkansa tekdüze bir tüketim kültürü...

ÜLKEMİZ 60’lı ve 70’li yıllardan bugüne gelindiğinde çok farklı gelişmelerle karşı karşıya kalmıştır. Çağın gereklerine göre yeni iş alanları oluşmuştur. Kırk elli yıl öncesine göre insanlarımız daha çok kazanmakta, kazanmaya paralel teknolojik gelişmeler, demode işler ve anlayışlarsa modernitenin ve modanın da emrine girmesiyle çok farklı boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Çok farklı ihtiyaçların sınırsız hâle gelme olgusu üretim süreçlerindeki gelişmeye paralel olarak ortaya çıkmakta ve bunun daha çok kapitalist gelişmenin bir ürünü olduğu veya doğrudan kapitalizme hizmet ettiği görülmektedir.

Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle “tüketicinin herhangi bir başka toplumdaki tüketiciden farklı bir birey olduğu”, tüketim toplumunda ortaya çıkar ve kapitalist sistemin bir parçası olarak yaşamaya devam eder. Böyle bir kültür, sürekli olarak ferdin denetimi dışındaki görünen veya görünmeyen güçler tarafından ihtiyaçlar silsilesi oluşturulan, herkesin tüketici olmasını gerekli kılan bir kültürdür. Tüketim kültürü hem mal ve hizmet, hem de yeteri kadar üretemeyen toplumları kapsayan bir olgudur.

İnsan maddî anlamda geliştikçe ihtiyaçları da artmakta ve bu durum doyumsuzluğu da beraberinde getirmektedir. Kırsal kesimde yaşayanlar daha çok üretmekte, ürettiklerinin karşılığı azımsanacak miktarda da olsa mutlu bir yaşam sürme telâşındaydılar. İnsanlar, birbirlerine muhtaç olmaları durumunda yakınlaşmaları vesilesiyle birbirlerini daha iyi tanırlar. Tanıdıkça samimiyetleri ortaya çıkar. Dün bu samimiyet ve sıcak ilişkiler vardı.  Ekonomik anlamda özgürlükleri kısıtlı olduğundan, imkânları nispetinde bir hayat sürmekteydiler. Ekonomi başta olmak üzere, tüm özgürlükler fertler için arzu edilen bir sosyal olgudur. Ancak fertlerin kendi kimliklerini korumaları, kültürel, maddî ve manevî açıdan gelişmeleri kaydıyla...

İnsanımız geçmişe göre teknolojinin de getirdiği yenilikler itibariyle daha çok kazanmaktadır. Halkın fakir ve zengin olduğu olgusu caddelere çıkıldığında araçların çeşitliliği ve çokluğu nedeniyle daha net bir şekilde fark edilecektir. En küçük ilçelerde dahi trafik sorunu vardır. Büyük şehirler ise bu anlamda tam bir karmaşadır. Bir zamanların lüks addedilen ihtiyaçları sıradanlaştı. Bir ferdin gıda ve olağan yaşam dışındaki farklı (gerekli veya gereksiz) ihtiyaçları nedeniyle harcamaları da artmış durumdadır. Bütün bu tüketim ve zevklerin, tatminkârsızlığın, doyumsuzluğun kendi kendine yetememe hastalığı, hayatı olumsuz etkilemeye devam ediyor.

Aslında bütün bu saikler 80’li yılların sonlarına gelindiğinde serbest ticaret uygulamasıyla start aldı.  Nurettin Topçu, bu duruma şöyle bir bakış açısı getirir: “Serbest ticaret denen şey mutlak mânâda, şüphe yok ki eski devirlerin iptidaî bir şans denemesi tarzından ibaret, küçük sanayi sisteminin bir artığıdır.” Bu küçük sanayi artığı, bugün azmanlaşmış bir durumdadır. Yine Nurettin Topçu’nun ifadesiyle, topraktan uzaklaşan insan, kendi benliğini kaybediyor. İnsan kendinden kaçıp eşyaya sığınıyor: “Demirin gücüyle aletleşen varlıklar, binlerce demirden ok hâlinde kalbe saldırdılar. Toprağını kaybeden kalp, harap oldu. Toprak huzuru ve sonsuz saadeti yaşattığı hâlde, topraktan çıkarılan demir, dünyayı karanlıkla doldurdu. Bugün büyük makine hâlinde dünyamızın üstüne kâbus gibi çöken demir saltanatı, kendisine hayran insanın kalbini çürütmüş ve huzur ile mutluluğu yeryüzünden kovmuş bulunuyor.” Elli yıl kadar önce geleceğe dair öngörüleriyle Topçu’nun bu görüşleri, günümüzde de yerinde tespitlerdir.

Ticaret yani sömürme ve kazanma güdüsü, özgürlük yani liberal bir “Bırakınız yapsınlar” felsefesini Protestanca bir çalışma ve biriktirme tutkusuna bağlar yazar Ümit Aktaş. Aktaş, bugün ülkelerin sömürülmesine dair temel kapitalizmin günümüz misyonunu şöyle belirtir: “Kapitalizm, dünya tarihinin tüm bilimsel birikimini temellük ederken, öte yandan ise dünyasal kaynakların hemen tümüne el koymakta ve her şeyi kapitalist yararlılık açısından sınıflandırarak arsız ve ölçüsüz bir biçimde, yeryüzünde bakir kalan hiçbir şey bırakmamaktadır.” Bu durum yani kapitalist sömürgeci anlayış Doğu toplumlarına da sirayet ederek çalışma hayatı, düzenlilik, zamana yararlı amaçlar, nefsanî duygular, takdir, inayete tâbilik vs. tutku ve tutumlar, kapitalist üretkenlik doğrultusunda biçimlenmeye devam etmektedir.

Kapitalist kazanma ve biriktirme güdüsü toplumda hâkim duruma gelmektedir. Bu da giderek insanları hem daha bencil, hem de faizci bir hayata ve dolayısıyla köleleştirmeye itmektedir. Toplum bu tür gelişmeler karşısında kültürel kimliğe henüz adapte olamamışken, üretim ve tüketim döngüsü bir amaç hâline gelmektedir. Herkes başkasının üzerinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinmelerini doyurmaya bakar. Vahşi kapitalizmin ayak sesleri âdeta Marx’ı haklı çıkarmaktadır. Marx, “Nesnelerin niceliğinin artışı, insanın boyunduruğu altında olduğu dışsal güçler dünyasının genişlemesi demektir ve her yeni ürün, yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan, insan olarak gittikçe yoksullaşır; kendine düşman varlığa karşı zafer kazanmak istiyorsa, paraya gerekseme çok artar, üretim hacmindeki artışla ters orantılı olarak parasının gücü azalır yani paranın gücü arttıkça gereksemeleri çoğalır. Demek ki paraya gerekseme, modern iktisadî sistemin yarattığı gerçek bir gereksemedir ve aslında bir sistemin yarattığı tek gereksinmedir”.


Gençler tüketimin kıskacında

Avrupaî tarz-ı hayatın, ülkeye giren uluslararası şirketler aracılığı ile bilinçsiz tüketicilere benimsetilmesi plânlanıyor. Bunda da başarılı olunuyor. Bu tür ekonomik güç, siyâsî ve kültürel güce dönüşerek insanları etkisi altına alıyor. Özellikle gençler arasında yaşananlar farklı bir kültür algısı oluşturuyor ve bu durum özenti hâlini alıyor. İnsanlar aynı meşrubatı içiyor, aynı köfteleri veya pizzaları yiyor, aynı marka ayakkabıları ve giysileri giyiyor, aynı müzikleri dinliyor ve eğleniyorlar. Ortaya çıkansa tekdüze bir tüketim kültürü... Bu durumla birlikte arabadan bilgisayara kadar şehirde yaşam hızı sürekli artıyor. Bir telâştır, almış başını gidiyor. Ânı yaşamak, yarını düşünmemek, kendilerini farklı bir dünyanın konumunda bulmak felsefesi işliyor.

Bu hâl, sadece ekonomik alanla da sınırlı kalmıyor. Türkçeyi de berbat ediyor; özensiz, çabuk tüketilen cümleler ile konuşan ve kısa yazışan, süreklilik arz eden, koşuşturan bir topluma dönüşülüyor. Böylesi bir yaşayışta hız arttıkça, tatminsizlik ve tüketim de artıyor. Sürekli tüketiliyor.  Hızlı ve gereksiz tüketimle birlikte çabuk sıkılıyor toplum her şeyden. Aşklar, evlilikler, arkadaşlıklar, yemekler, giyecekler, mobilyalar, evler, şehirler tüketiliyor. Yoğun tüketim kültürü hayatı eziyor. Sevgi, saygı ve gelenekler unutuluyor. Hızla temposu artan bir yaşam, ailede, arkadaşlar ve okuldaki öğrenciler arasında da yayılıyor ve etkili olmaya başlıyor. Sonuçta böyle bir yaşam tarzında “vahim” denilebilecek bir nesil yetişiyor.

Tüketim kültürünün egemen olduğu kapitalist bir topluma doğru yönelişlerin olduğu ülkelerde temel çabalardan biri, üretilen malların elden çıkarılabilmesi amacı kapsamında insanların daha fazlasını istemelerinin sağlanmasına yöneliktir. Müslümanların bütün bu olgulara karşı mücadele etmeleri, kapitalist döngüde mağlûp ve işgal edildiklerini anladıkları bir süreç içinde kendine gelmeleriyle mümkün olur. Bu da manevî ve iktisadî bir bilinçle gerçekleşir.

Tarımda üretim sorunları

Piyasalarda dolar kurundan kaynaklı sıkıntıların etkileri, millî ve yerli bir üretime gözleri çevirdi. ABD ve küresel güçlerin finansal alandaki oyunları ülkemizde dalgalanmalara neden oldu. Dış güçlerin bu manipülasyonu, ne çare ki, içimizdeki fırsatçıları da harekete geçirdi. Hâl böyle olunca, bir kez daha ülke olarak üretime yönelmenin önemi ortaya çıktı. Tarım ve sanayide başarılı olmamız gerektiği konuşulmaya başlandı.

Türk tarım sektörünün, verimli topraklar ve zengin ürünlere sahip olunmasına rağmen, kurumsal altyapı yetersizliği ve etkinsiz kaynak aktarımı nedeniyle en sorunlu sektörlerden biri olduğu öne sürülüyor.

Üretim her yanıyla ele alınmalı ve çareler aranmalıdır. Bu anlamda özelleştirilen ve kapanmaları sağlanan fabrikalar ve tarım alanlarına bakılmalıdır. Tarım, bir milletin can damarıdır. Tohumları kendimiz üretmeli ve geliştirmeliyiz. Üreticilere kolaylıklar sağlamalıyız. Günümüzde, tarım konusunda maalesef işler yolunda gitmiyor. Bir yönüyle tarım, büyük şirketlerin kuşatması altındadır. Küçük çiftçilere ödenen bazı tarımsal destekler yeniden gözden geçirilmelidir. Destekler realize edilmeli, kimyasal gübre ve mazot destekleri amacına ulaşmalıdır. Üreticilerin mahsullerinden memnun kalmalarının yolu, satımda aracıları ve komisyoncuları bertaraf etmektir. Çeşitli nedenlerle ürünlerdeki fiyat yükselişinden dolayı ürün ithâl etmek yerine, doğrudan birlikler veya üreticilerle sorunu çözme yoluna gidilmelidir. Bu anlamda üretici birlikleri bölgelerde kurulmalı ve desteklenmelidir.

Üretilen mahsullerin maliyeti düşük olmasına rağmen pazar veya tezgâhlarda fiyat çok farklı olmaktadır. Aracılar ve doğrudan tüketiciye satılan mahsullerde kazanan ikinci ve üçüncü durumdaki ticaret sahipleri olmaktadır. Bu gidişat da üreticileri sıkıntıya sokmaktadır.

Tarımdaki plânlamada sorunlar vardır. Kayıt altındaki ekimleri dikkate almak kadar, kayıt dışı ekim ve üretimin de hesabı yapılmalıdır. Problemin kaynağında biraz da tarım sigortası yatmaktadır. Her yıl olmasa da borç döngüsünden kurulmaya çalışan üreticiler, sigorta kapsamına alınmak istemiyorlar. Dolayısıyla sel baskınları ve don gibi zararlar karşısında da çaresizliği yaşıyorlar.

Üretimde millî politikalar öncelikli ve önemli olarak desteklenmelidir. Üretim, bir ülkenin can damarı demektir. Bütün imkânlarımız yerli ve millî üretim için seferber edilmelidir. Bunun için de güçlü insan kaynağımız, bilgi birikimimiz ve sanayi ile tarım alanında tecrübelerimiz vardır. Yapılması gereken, güven duymak ve de yerinde/isabetli icraatlardır.

 

Kaynaklar

Kültür ve Medeniyet, Nurettin Topçu, Dergâh Yay. 8.baskı, 2014 İst.

Yeni Bir Dünya Üzerine Düşünmek, Ümit Aktaş, Çıra Yay.1. baskı 2015, İst.

Tüketim Kültürü, Kapitalizm ve İnsan İhtiyaçları Arasındaki İlişki Üzerine Bir Tartışma, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2010, Cilt: 34, Sayı: 1,Cengiz Yanıklar/Kafkas Üniversitesi