ÜLKEMİZ
60’lı ve 70’li yıllardan bugüne gelindiğinde çok farklı gelişmelerle karşı
karşıya kalmıştır. Çağın gereklerine göre yeni iş alanları oluşmuştur. Kırk
elli yıl öncesine göre insanlarımız daha çok kazanmakta, kazanmaya paralel
teknolojik gelişmeler, demode işler ve anlayışlarsa modernitenin ve modanın da emrine
girmesiyle çok farklı boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Çok farklı ihtiyaçların
sınırsız hâle gelme olgusu üretim süreçlerindeki gelişmeye paralel olarak
ortaya çıkmakta ve bunun daha çok kapitalist gelişmenin bir ürünü olduğu veya
doğrudan kapitalizme hizmet ettiği görülmektedir.
Zygmunt Bauman’ın ifadesiyle “tüketicinin
herhangi bir başka toplumdaki tüketiciden farklı bir birey olduğu”, tüketim
toplumunda ortaya çıkar ve kapitalist sistemin bir parçası olarak yaşamaya
devam eder. Böyle bir kültür, sürekli olarak ferdin denetimi dışındaki görünen
veya görünmeyen güçler tarafından ihtiyaçlar silsilesi oluşturulan, herkesin
tüketici olmasını gerekli kılan bir kültürdür. Tüketim kültürü hem mal ve
hizmet, hem de yeteri kadar üretemeyen toplumları kapsayan bir olgudur.
İnsan maddî anlamda geliştikçe ihtiyaçları
da artmakta ve bu durum doyumsuzluğu da beraberinde getirmektedir. Kırsal
kesimde yaşayanlar daha çok üretmekte, ürettiklerinin karşılığı azımsanacak
miktarda da olsa mutlu bir yaşam sürme telâşındaydılar. İnsanlar, birbirlerine
muhtaç olmaları durumunda yakınlaşmaları vesilesiyle birbirlerini daha iyi
tanırlar. Tanıdıkça samimiyetleri ortaya çıkar. Dün bu samimiyet ve sıcak
ilişkiler vardı. Ekonomik anlamda
özgürlükleri kısıtlı olduğundan, imkânları nispetinde bir hayat sürmekteydiler.
Ekonomi başta olmak üzere, tüm özgürlükler fertler için arzu edilen bir sosyal
olgudur. Ancak fertlerin kendi kimliklerini korumaları, kültürel, maddî ve
manevî açıdan gelişmeleri kaydıyla...
İnsanımız geçmişe göre teknolojinin de
getirdiği yenilikler itibariyle daha çok kazanmaktadır. Halkın fakir ve zengin olduğu
olgusu caddelere çıkıldığında araçların çeşitliliği ve çokluğu nedeniyle daha
net bir şekilde fark edilecektir. En küçük ilçelerde dahi trafik sorunu vardır.
Büyük şehirler ise bu anlamda tam bir karmaşadır. Bir zamanların lüks addedilen
ihtiyaçları sıradanlaştı. Bir ferdin gıda ve olağan yaşam dışındaki farklı (gerekli
veya gereksiz) ihtiyaçları nedeniyle harcamaları da artmış durumdadır. Bütün bu
tüketim ve zevklerin, tatminkârsızlığın, doyumsuzluğun kendi kendine yetememe
hastalığı, hayatı olumsuz etkilemeye devam ediyor.
Aslında bütün bu saikler 80’li yılların
sonlarına gelindiğinde serbest ticaret uygulamasıyla start aldı. Nurettin Topçu, bu duruma şöyle bir bakış
açısı getirir: “Serbest ticaret denen şey mutlak mânâda, şüphe yok ki eski
devirlerin iptidaî bir şans denemesi tarzından ibaret, küçük sanayi sisteminin
bir artığıdır.” Bu küçük sanayi artığı, bugün azmanlaşmış bir durumdadır. Yine
Nurettin Topçu’nun ifadesiyle, topraktan uzaklaşan insan, kendi benliğini
kaybediyor. İnsan kendinden kaçıp eşyaya sığınıyor: “Demirin gücüyle aletleşen
varlıklar, binlerce demirden ok hâlinde kalbe saldırdılar. Toprağını kaybeden
kalp, harap oldu. Toprak huzuru ve sonsuz saadeti yaşattığı hâlde, topraktan çıkarılan
demir, dünyayı karanlıkla doldurdu. Bugün büyük makine hâlinde dünyamızın
üstüne kâbus gibi çöken demir saltanatı, kendisine hayran insanın kalbini
çürütmüş ve huzur ile mutluluğu yeryüzünden kovmuş bulunuyor.” Elli yıl kadar
önce geleceğe dair öngörüleriyle Topçu’nun bu görüşleri, günümüzde de yerinde
tespitlerdir.
Ticaret yani sömürme ve kazanma güdüsü, özgürlük
yani liberal bir “Bırakınız yapsınlar” felsefesini Protestanca bir çalışma ve
biriktirme tutkusuna bağlar yazar Ümit Aktaş. Aktaş, bugün ülkelerin
sömürülmesine dair temel kapitalizmin günümüz misyonunu şöyle belirtir: “Kapitalizm,
dünya tarihinin tüm bilimsel birikimini temellük ederken, öte yandan ise
dünyasal kaynakların hemen tümüne el koymakta ve her şeyi kapitalist yararlılık
açısından sınıflandırarak arsız ve ölçüsüz bir biçimde, yeryüzünde bakir kalan
hiçbir şey bırakmamaktadır.” Bu durum yani kapitalist sömürgeci anlayış Doğu
toplumlarına da sirayet ederek çalışma hayatı, düzenlilik, zamana yararlı
amaçlar, nefsanî duygular, takdir, inayete tâbilik vs. tutku ve tutumlar, kapitalist
üretkenlik doğrultusunda biçimlenmeye devam etmektedir.
Kapitalist kazanma ve biriktirme güdüsü toplumda hâkim duruma gelmektedir. Bu da giderek insanları hem daha bencil, hem de faizci bir hayata ve dolayısıyla köleleştirmeye itmektedir. Toplum bu tür gelişmeler karşısında kültürel kimliğe henüz adapte olamamışken, üretim ve tüketim döngüsü bir amaç hâline gelmektedir. Herkes başkasının üzerinde dışsal bir egemenlik kurup kendi bencil gereksinmelerini doyurmaya bakar. Vahşi kapitalizmin ayak sesleri âdeta Marx’ı haklı çıkarmaktadır. Marx, “Nesnelerin niceliğinin artışı, insanın boyunduruğu altında olduğu dışsal güçler dünyasının genişlemesi demektir ve her yeni ürün, yeni bir potansiyeli temsil eder. İnsan, insan olarak gittikçe yoksullaşır; kendine düşman varlığa karşı zafer kazanmak istiyorsa, paraya gerekseme çok artar, üretim hacmindeki artışla ters orantılı olarak parasının gücü azalır yani paranın gücü arttıkça gereksemeleri çoğalır. Demek ki paraya gerekseme, modern iktisadî sistemin yarattığı gerçek bir gereksemedir ve aslında bir sistemin yarattığı tek gereksinmedir”.
Gençler
tüketimin kıskacında
Avrupaî tarz-ı hayatın, ülkeye giren
uluslararası şirketler aracılığı ile bilinçsiz tüketicilere benimsetilmesi plânlanıyor.
Bunda da başarılı olunuyor. Bu tür ekonomik güç, siyâsî ve kültürel güce
dönüşerek insanları etkisi altına alıyor. Özellikle gençler arasında yaşananlar
farklı bir kültür algısı oluşturuyor ve bu durum özenti hâlini alıyor. İnsanlar
aynı meşrubatı içiyor, aynı köfteleri veya pizzaları yiyor, aynı marka
ayakkabıları ve giysileri giyiyor, aynı müzikleri dinliyor ve eğleniyorlar.
Ortaya çıkansa tekdüze bir tüketim kültürü... Bu durumla birlikte arabadan
bilgisayara kadar şehirde yaşam hızı sürekli artıyor. Bir telâştır, almış
başını gidiyor. Ânı yaşamak, yarını düşünmemek, kendilerini farklı bir dünyanın
konumunda bulmak felsefesi işliyor.
Bu hâl, sadece ekonomik alanla da sınırlı
kalmıyor. Türkçeyi de berbat ediyor; özensiz, çabuk tüketilen cümleler ile
konuşan ve kısa yazışan, süreklilik arz eden, koşuşturan bir topluma
dönüşülüyor. Böylesi bir yaşayışta hız arttıkça, tatminsizlik ve tüketim de
artıyor. Sürekli tüketiliyor. Hızlı ve
gereksiz tüketimle birlikte çabuk sıkılıyor toplum her şeyden. Aşklar,
evlilikler, arkadaşlıklar, yemekler, giyecekler, mobilyalar, evler, şehirler tüketiliyor.
Yoğun tüketim kültürü hayatı eziyor. Sevgi, saygı ve gelenekler unutuluyor. Hızla
temposu artan bir yaşam, ailede, arkadaşlar ve okuldaki öğrenciler arasında da
yayılıyor ve etkili olmaya başlıyor. Sonuçta böyle bir yaşam tarzında “vahim”
denilebilecek bir nesil yetişiyor.
Tüketim kültürünün egemen olduğu
kapitalist bir topluma doğru yönelişlerin olduğu ülkelerde temel çabalardan
biri, üretilen malların elden çıkarılabilmesi amacı kapsamında insanların daha
fazlasını istemelerinin sağlanmasına yöneliktir. Müslümanların bütün bu
olgulara karşı mücadele etmeleri, kapitalist döngüde mağlûp ve işgal
edildiklerini anladıkları bir süreç içinde kendine gelmeleriyle mümkün olur. Bu
da manevî ve iktisadî bir bilinçle gerçekleşir.
Tarımda
üretim sorunları
Piyasalarda dolar kurundan kaynaklı
sıkıntıların etkileri, millî ve yerli bir üretime gözleri çevirdi. ABD ve
küresel güçlerin finansal alandaki oyunları ülkemizde dalgalanmalara neden
oldu. Dış güçlerin bu manipülasyonu, ne çare ki, içimizdeki fırsatçıları da
harekete geçirdi. Hâl böyle olunca, bir kez daha ülke olarak üretime yönelmenin
önemi ortaya çıktı. Tarım ve sanayide başarılı olmamız gerektiği konuşulmaya
başlandı.
Türk tarım sektörünün, verimli topraklar
ve zengin ürünlere sahip olunmasına rağmen, kurumsal altyapı yetersizliği ve
etkinsiz kaynak aktarımı nedeniyle en sorunlu sektörlerden biri olduğu öne
sürülüyor.
Üretim her yanıyla ele alınmalı ve çareler
aranmalıdır. Bu anlamda özelleştirilen ve kapanmaları sağlanan fabrikalar ve
tarım alanlarına bakılmalıdır. Tarım, bir milletin can damarıdır. Tohumları
kendimiz üretmeli ve geliştirmeliyiz. Üreticilere kolaylıklar sağlamalıyız. Günümüzde,
tarım konusunda maalesef işler yolunda gitmiyor. Bir yönüyle tarım, büyük
şirketlerin kuşatması altındadır. Küçük çiftçilere ödenen bazı tarımsal
destekler yeniden gözden geçirilmelidir. Destekler realize edilmeli, kimyasal
gübre ve mazot destekleri amacına ulaşmalıdır. Üreticilerin mahsullerinden
memnun kalmalarının yolu, satımda aracıları ve komisyoncuları bertaraf etmektir.
Çeşitli nedenlerle ürünlerdeki fiyat yükselişinden dolayı ürün ithâl etmek
yerine, doğrudan birlikler veya üreticilerle sorunu çözme yoluna gidilmelidir. Bu
anlamda üretici birlikleri bölgelerde kurulmalı ve desteklenmelidir.
Üretilen mahsullerin maliyeti düşük
olmasına rağmen pazar veya tezgâhlarda fiyat çok farklı olmaktadır. Aracılar ve
doğrudan tüketiciye satılan mahsullerde kazanan ikinci ve üçüncü durumdaki
ticaret sahipleri olmaktadır. Bu gidişat da üreticileri sıkıntıya sokmaktadır.
Tarımdaki plânlamada sorunlar vardır. Kayıt
altındaki ekimleri dikkate almak kadar, kayıt dışı ekim ve üretimin de hesabı
yapılmalıdır. Problemin kaynağında biraz da tarım sigortası yatmaktadır. Her
yıl olmasa da borç döngüsünden kurulmaya çalışan üreticiler, sigorta kapsamına
alınmak istemiyorlar. Dolayısıyla sel baskınları ve don gibi zararlar
karşısında da çaresizliği yaşıyorlar.
Üretimde millî politikalar öncelikli ve
önemli olarak desteklenmelidir. Üretim, bir ülkenin can damarı demektir. Bütün
imkânlarımız yerli ve millî üretim için seferber edilmelidir. Bunun için de
güçlü insan kaynağımız, bilgi birikimimiz ve sanayi ile tarım alanında tecrübelerimiz
vardır. Yapılması gereken, güven duymak ve de yerinde/isabetli icraatlardır.
Kaynaklar
Kültür
ve Medeniyet, Nurettin Topçu, Dergâh Yay. 8.baskı, 2014 İst.
Yeni
Bir Dünya Üzerine Düşünmek, Ümit Aktaş, Çıra Yay.1. baskı 2015, İst.
Tüketim Kültürü, Kapitalizm ve İnsan İhtiyaçları Arasındaki İlişki Üzerine Bir Tartışma, C.Ü. Sosyal Bilimler Dergisi, Mayıs 2010, Cilt: 34, Sayı: 1,Cengiz Yanıklar/Kafkas Üniversitesi