Tükenmeden tüketim

“Doğa ile savaştayız, kazanırsak kaybedeceğiz” deniliyor ya, birbirimizle, toplum yapımızla, tüketim denen araçla, ekonomi ile savaş hâlindeyiz. İçinde kazanç olmayan bir savaş bu; her aşamasında kayıp var. Bu dünya, evrendeki her zerre neden yaratıldı ise, ne amaçla yaşıyorsa, o amaçla geldik, o amaçla yürümemiz gerekiyor.

ALIŞKANLIKLAR dipsiz birer kuyudur. İnsan kendi eliyle kazar, içine girer ve farkına varmaz çukurda olduğunun.

Tüketim alışkanlıklarımız, zarurî bir çaba olmaktan daha çok, bir yaşam biçimine dönüşmüş ve âdeta varlığımızın bir organı olmuştur. Var olan kaynaklarımızın (zaman, para, bilgi, deneyim) toplum içinde yaşamanın gereği olarak doğru miktarda ve dengeli bir şekilde kullanılmaları gerekirken, yanlış bilinçlendirme ve alışkanlık neticesinde tüketim hastalığının pençesinde eriyip gitmesi, değersizleşmesi ve insanın özünü bozması gerçekten üzücü.

Allah Büyüktür, Ekber’dir. Bunun yanında, yarattığı insan, halife kıldığı bu varlık da küçük değil. Öyle ya, var edilen, kâinatın en nadide hazinesi olan insanın dâvâsı, hedefi, yaşam biçimi ve düşünme şekli de büyük olmalı değil mi? Olduranı, ne olduğunu, nasıl hareket etmesi gerektiğini unutan insanın özündeki cevher kararmaya başlar. Hedefler şaşar, yer değiştirir. İhtiyaçtan ve toplum olmanın gereği olarak yer alması gereken tüketim zemini, nasıl oldu da hayatımızda bu kadar çok yer kaplar oldu?

İşte kutsal hazineleri bırakıp zarurî bir uğraş olan tüketim unsurunu bir yaşam biçimi, bir zenginlik, konfor, güç ve övgü unsuru/ölçüsü olarak belirleyen insan, ne hazin bir değiş tokuş yapmıştır. Tüketim unsuru da tarih içinde diğer kavramlar gibi bazı dış unsurların etkisinde zaman zaman büyük değişimlere uğramıştır. Sanayi Devrimi, Dünya Savaşları, teknoloji çağının getirdikleri gibi hareketler ve son dönemin darbesi olan salgının etkisi gibi… Bu yazımda, salgının tüketim unsuruna etkilerine ait birkaç şey paylaşmak istiyorum.

Küresel bir salgın olan Covid-19 hayatımıza davetsiz bir misafir olarak girmiş ama bir misafirden beklenen süreyi hayli geçmiştir. Covid-19 Salgını, dünya ve ülke ekonomisinde yaşanan değişikliklerle birlikte tüketim alışkanlıklarımız konusunda bir dönüşüme sebep olmuştur. Salgının etkilerini azaltmak adına ciddî tedbirler almak zorunda kalınmıştır. İnsanlar arası temasın minimuma indirilmesi zorunluluğu nedeniyle hem ülke ekonomileri, hem de küresel ekonomi zor bir sürece girmiştir. Restoranların uzun süreli kapanma dönemleri, havayolu şirketlerinin hizmetlerini durdurması, alışveriş merkezlerinin faaliyetlerini kısıtlaması gibi tüm ekonomik faaliyetlerde zincirleme bir durgunluk yaşanmıştır. Ekonomi analisti Katie Jones’e göre, tüketicilerin hayatları “salgından öncesi ve sonrası” diye ikiye ayrılmaktadır ve bu iki dönem arasında önemli farklar olmuştur.

Evden çalışma, uzaktan öğretim, ailemiz ve arkadaşlarımızla sanal sosyalleşme gibi kavramlar daha “eve bağlı” bir yaşam tarzına geçiş yapmamızı zorunlu kılmıştır. Pandemi nedeniyle salgından önceki sanal alışveriş istatistikleri ile salgın dönemi alışveriş istatistikleri arasında büyük bir fark olması gayet doğaldır. Daha öncesinde giyim ve elektronik eşya gibi alanlarda aktif kullanılan sanal tüketim alanı, salgın döneminde oldukça genişlemiş ve özellikle temel ihtiyaç maddeleri çevresinde patlama yaşanmıştır. Dokunmadan, sadece görerek alışveriş…

Alışveriş merkezlerinde ve marketlerde temassız ödeme sistemlerinin yanı sıra çevrimiçi alışveriş uygulamaları da bu dönemde oldukça ilgi görmeye başlamıştır. Pandemiyle birlikte harcama ve alışveriş konusunda yaşanan önemli değişimlerden biri de kişisel sınırların ve mesafe kurallarının korunması olmuştur. Alışveriş merkezlerinde bulunan mağazalarda aynı anda hizmet verilebilecek kişi sayısının sınırlı olması, kasalarda mesafe kurallarına dikkat edilmesi, giriş ve çıkışlarda kapılarda bulunan el dezenfektanlarının kullanılması, maskesiz kişilerin toplu alanlara alınmaması ve kapılarda ateş ölçümünün yapılması, normal karşılanan durumlar olmuştur. Kalabalık ortamlardan kaçmak isteyen tüketiciler açık havada hizmet veren alışveriş merkezlerini tercih etmeye başlamıştır. Pek çok tüketicinin pandemi nedeniyle işini kaybetme tehlikesi altında olan yerel markalara ve yerli üreticilere yönelmesi, salgına verilen sosyal bir tepki olarak ilgi çekicidir. Yerel markalara destek hareketiyle başlayan bu tüketim alışkanlığı, pandemi öncesi döneme göre artmıştır. Yerel üreticilerden alışveriş yapmaya yönelik bu değişimin bir başka önemli sebebi de, sınırlandırmalar nedeniyle ithalat ve ihracatta yaşanan zorluklar ve dünya markalarının üretim ve ithalat noktalarında yaşadıkları sıkıntılardan dolayı tüketiciye ulaşamamaları olarak değerlendirilebilir.

Ekonomik anlamda bazı çıkar çevrelerinin her fırsatı değerlendirme çabası, salgın ekonomisinde de kendini göstermiştir. Karantinalar, ithalatın azalması, restoranların kapanması gibi süreçler bahane edilerek çeşitli ürün ve hizmetlerde fiyat artışı olmuş ve halk yine çaresiz ve sessizce süreci seyretmek zorunda kalmıştır.

Pandemiden kaynaklanan kısıtlama süreçlerinin başlangıcında panik kaynaklı olarak herkesin nasıl marketlere akın ettiği, unutulmayacak manzaralardandır. Salgın pek çoğumuzu market alışverişi ve ev eşyaları satın almaya yönlendirirken, giyim ve zorunlu olarak ihtiyaç duymadığımız şeyleri almaya yönelik harcama davranışlarımızı ise önemli ölçüde azaltmıştır. Perakende sektöründeki satışlar son zamanların en düşük oranlarını görmüştür.

Büyük etkiye sahip dış unsurların etkisi aynı zamanda psikolojimize ve yeni alışkanlıklarımıza da yön verir. Yapılan tahminler, zorunlu olmayan ihtiyaçlara yönelik harcamalarımızın bundan sonraki dönemde azalacağını ve ayakkabı, çanta, kıyafet veya takı gibi isteğe bağlı ürünlere dayalı yatırımların cazip sektörler olmaktan çıkacağı ve bu sektörlerde çeşitli sıkıntılar yaşanacağını göstermektedir. Türk lirasının dolar ve avro karşısında gittikçe değer kaybetmesi de ekonominin çeşitli sahalarında olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Konut ve kira fiyatları normalin çok üstünde artışlara sahne olmuş ve gelir düzeyi düşük kesim her alanda bir kuşatmaya maruz kalmıştır.

Özellikle de bir İslâm ülkesinde olmaması gereken birçok şey bu süreçte hayat bulmaya devam etmektedir. Bankacılık sektörünün yıllardır faiz kıskacında halkın birikimini ve geleceğini ipotek etmesi yetmezmiş gibi bir de barınma gibi en temel insan hakkı olan bir alanda konut sektörünün anormal bir ekonomiye dönüştürülmesine seyirci kalınması ne üzücü ve ne trajiktir! İki yüz bin Türk lirası olan bir evi nasıl alacağını düşünüp hesap yapan, birikim için çabalayan bir insanın emeğine karşılık, çeşitli unsurlar bahane gösterilerek ve o bahane sahiplerine müsaade edilmek suretiyle söz konusu evin dört yüz bin liraya yükseltilmesinin mantığını izah edecek birileri muhakkak olacaktır tabiî. Peki, gerçekten bir İslâm ülkesine yakışıyor mu bu tür davranışlar?  

Devletimizin konut, gıda ve çeşitli alanlarda halkı yüksek oranda mağdur etmekte olan bu tür davranışlara karşı daha müdahaleci ve çözüm üretici olmasını diliyorum. Şirketlerin, ekonomiye yön verenlerin, aracıların, bankaların, hepsini aynı daire içine almadan müteahhit ve ev sahiplerinin vicdan ve mantıklarının kalmadığını, anlık ve çıkar usulü düşündüklerini açıkça görüyoruz. Millet olarak buna “Dur!” diyemezsek, kim düzeltecek bu gidişi?

Tüketim sahası tüketiyor insanın kaynaklarını da, özünü de, toplumsal yapısını da. Toplum, toplumun geleceğini değil, bireysel çıkarları önde tutuyor. Millî birlik ve beraberliğe her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Birey olarak bizlere düşen çok şey var. Öncelikle bilinçlenme, olan bitenin farkına varmak çok önemli. Elimizdeki kaynakları en dengeli şekilde kullanmak, gereksiz harcamalardan kaçınmak, tüketim alışkanlıklarımızı gözden geçirmek gerek. Ayrı ayrı yaşama ve düşünmeyi bırakıp birlikte hareket etmeyi öğrenmemiz gerek. Devletimize her alanda sahip ve destek çıkmak, ama isteğimizi ve mağduriyetlerimizi de açıkça iletmeyi ihmâl etmeyerek millet olma gereğini yerine getirmeliyiz.

Nasıl ki üstün bir yaratılış ile yaratılan bu beden sadece bir yeme içme, giyinme gibi ihtiyaçlar için yaratılmadı, aynı şekilde kaynaklarımız da sadece tüketmek için yaratılmadılar. Birbirimizi tükettiğimiz yetmezmiş gibi denizlerimizi tükettik, içini plâstik ve atıklara boğduk, doğayı tahrip ettik, okyanus canlılarını tükettik, dünyanın iklim dengesini bozduk...

“Doğa ile savaştayız, kazanırsak kaybedeceğiz” deniliyor ya, birbirimizle, toplum yapımızla, tüketim denen araçla, ekonomi ile savaş hâlindeyiz. İçinde kazanç olmayan bir savaş bu; her aşamasında kayıp var. Bu dünya, evrendeki her zerre neden yaratıldı ise, ne amaçla yaşıyorsa, o amaçla geldik, o amaçla yürümemiz gerekiyor. Evrendeki her zerre paylaşmak ve kendi dışındaki her şeye hizmet etmek için vardır. İnsana gereken ve yakışan da budur.

Kâinat insan, insan da Hakk için yaratılmış. Hâl böyleyken, “Hep bana, hep bana!” diyen bir insan, cebinde ve banka hesabındaki rakamlar ile zenginleşmez, tersine fakirleşir, hızla tükenir. Daha güzel bir dünya, bir farkındalık, bir uyanış ve bir birliktelik kadar yakında. Hemen yanı başımızda. Haydi, el ele verelim o hâlde!